Ben sana İstanbul dedim…
İstanbul kadar gizemli, İstanbul kadar duygu yüklüsün.
Hangi işaret gösterebilir ki İstanbul’un çehresindeki seni…
Hangi göz görebilir ki böyle ahseni…
Lügatsiz bırakıyorsun beni, söylenesi bunca söz içinde.
Gözlerinin kuyusunda lehçe lehçe dökülüyorum
Aşk alfabesinin telaffuzu mümkün olmayan harflerine.
Ebkem halimi hoş gör yâr;
Çünkü lisanısın bakışlarımın.

Ben sana İstanbul dedim…
İstanbul kadar büyülü bakıyor gözlerinin tarifsiz tarihi.
Rüzgâra yükleyip kısık sesimi,
Kız kulesinden atıyorum söyleyemediğim bütün cümleleri…
Yüreğine ulaşamadan Marmara’ya düşüyor,
Halka halka yürüyor, büyüyor içimden dışa!
Dalgalar omuzluyor yol bilmez ruhumu,
Vuruyor Sultan Ahmet’in taşlarına.
Bakma bu şaşılığıma yâr;
Çünkü efsunusun gözlerimin.

Ben sana İstanbul dedim…
İstanbul kadar kalabalık yalnızlıklarda boğuyorsun beni.
Yurdum oluyor gözlerinin hazangâhı,
Bir lahza daha şair oluyorum her hicran geçidinde.
Buğulu bir aydınlık düşüyor yollara;
Gözlerimin kahvesinden siliniyor ayak izlerin.
Hüzün çiçeklerine adını sayıklıyorum;
Yorgun, mutsuz, uykusuz.
Eyüp Sultan’dan sesleniyorum sana…
Firari gönlümü yorma yâr;
Çünkü sürûrusun ömrümün.

Ben sana İstanbul dedim…
İstanbul kadar derinlere süzüyor beni fırtınalı duruşun.
Bir yanın hüzünlü, bir yanın ferahnâk…
Bir yanın bi’ab, bir yanın ferahna…
Süleymaniye’de birikiyor şiirlere adın.
Yıkılıyor üzerime rüyaları aralayan sütunlar…
Sinan’ın ayak sesleriyle uyanıyorum.
Ve dua çiçekleri bırakıyorum parmak uçlarıma…
Kendimi izliyorum toprakların suretinde,
Ve takılıyor hüznüm Kanuni’nin boş avuçlarına.
Bir muammayım, cevap sorma yâr;
Çünkü sükûtusun yüreğimin…

Kadim Dolunay