Tekil Mesaj gösterimi
Blackheart - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Üyelik tarihi
12 Ekim 2019
Bulunduğu yer
İstanbul
Mesajlar
440
Seslenildi
47 Mesaj
Etiketlendi
10 Konu
Standart Cevap: 100. Haftanın Çok Bilmişi: ''Blackheart''
27 Mayıs 2020
18
Damla Nickli Üyeden Alıntı
Merhaba, yine ben.


-Mevlana ve Tasavvuf.?


Hepsine cevap vermek zorun da değilsiniz.
Arada yudumlayın, iyi gelir. (Bana pek iyi geliyor da.)


Merhabalar, tekrar hoş geldiniz

Sorularınızı uzun uzun cevaplamak istediğim için zamana ihtiyacım var. O bakımdan şimdilik Mevlana ve Tasavvuf hakkında naçizane fikirlerimi sunmak istedim. Tabii çok uzun uzun yazıp da sıkmamak da gerekir.
Diğer sorulara ise yarım devam ederim artık

-Mevlana ve Tasavvuf.?

Mevlana , çok büyük bir filozof ve zamanın ötesinde bir insan bana göre. Özellikle Mesnevi eseri en az iki kez okunmalı ve sindirilmelidir.

Kendisinin en ünlü eseri olan Mesnevi’de birçok anlamlı ve çağlara ışık tutan sözleri vardır ama beni düşündüren ve hayrete düşüren - şimdilik - aklıma gelen iki konuda sözlerini aktaracağım :

‘’Bir bölük asker, rahimde çocukların yetişip yeşermesi için babaların bellerinden analarına gider. Bir bölük asker, dünyayı erkek ve kadınla doldurmak üzere rahimlerden bu yeryüzüne sefer eder. İki iplik bir oldu, artık ey yanlışlık ortadan kalk. Kaf ve Nun harflerini iki görürsen hakikatte birdir. İş yapma hususunda bir olmakla beraber halat, surette iki kattır. ister iki ayak olsun ister dört. Makas gibi, iki ağızlı olduğu halde bir'den keser."

Bu sözler ilk okuduğumuzda pek anlamlandırabileceğimiz sözler değil esasında. Biraz açarsak ;
Kendisi 12. Yüzyılda yaşamasına rağmen meni içerisindeki sperm sayısını bir bölük asker olarak ifade ediyor.
iki kat halat sözleri ile de dna eşleşmesinden bahsediyor ve kaf harfini sperme , nun harfini ise yumurtalığa benzeterek hakikatte birdir, birden türer diyor.
ister iki ayak olsun ister dört ifadeleri ile hem çift sarmal dna yapısına hem de dörtlü sarmal dna yapısına işaret ederek, insan ve hayvanlarda işler böyle yürür diyor.


Mevlana'nın o dönemlerde bunlardan bahsetmesi oldukça ilginç ve sıra dışıdır bana göre. Çünkü bu tür bilgiler bilimin ışığında tabir-i caizse henüz keşfedilmiştir.

Yine Mesnevi'de bir başka sözünde :
''Zerreler gördüm: Hepsi ağızlarını açmışlar, gıdalarını söylesem söz uzar gider.''

Bu sözde ise mikroorganizmaları zerreler olarak ifade ediyor ve onların besinlerinin şaşılacak türde olduğunu aktarıyor.
Oysa yaşadığı dönemde ne mikroskop vardı ne de bu tür çalışmalar yapabileceği laboratuvar.

Kendisinin öğretileri , sözleri yüzlerce kitaba konu olabilecek türde derinlik içerir. Keza Ferrarisini Satan Bilge gibi satış rekorları kıran güzel bir kitap Mevlana'nın bir hikayesinden ilham kaynağı almıştır.
İşte bu yüzden Mevlana gerçek anlamda özel bir isim. Kendisini anladıkça, sözlerini düşündükçe çağları aydınlatabilecek seviyede bir filozof olduğunu daha iyi anlıyorum.
Elbette birçok filozof geldi geçti , çok önemli eserler bıraktı ama çok azı Mevlana gibi çağları aydınlatabilecek ışığa sahipti. Kısaca birçok insan gibi hayran olduğum filozoflardan biridir.


Tasavvuf ise bana göre ruhu arındırmanın bir yoludur. Korkulardan ziyade sevgiyi yüceltmektir. Ve bu sevgi vasıtasıyla bir bağ kurmaktır.
Pasif bir şekilde ''arınmış bir ruhum var'' düşüncesinden ziyade, gerçek anlamda kalp ilmi ve maneviyat ihlası gerektirir
Halis manada bir teslimiyet ile insan nefsinin , dünyevi arzulara karşı savaş verdiği bir dünyadır.

İlgili olduğunuz için sizin de bildiğiniz üzere Mevlana , tasavvufta hakikate ulaşmak için dört eşiğin geçilmesi gerektiğini belirtir.

Şeriat Eşiği
Tarikat Eşiği
Marifet Eşiği
Hakikat Eşiği

Öğreti ve izan ile bu eşikler birer birer geçildiği takdirde hakikate ulaşmanın mümkün olduğunu ifade eder ve ancak bu eşikler geçilebildiği takdirde insan-i kamil olunur der. Tabii kamil insanın olmanın da bir bedeli vardır bana göre. Hakikatı ortadan kaldırmamız, ümidi de ortadan kaldırır. Ümidin ortadan kalkmasını da her nefis kaldıramaz.
Bu doğrultuda tasavvuf dünyasında insan daha derine indikçe bu dipsiz evrende aslında bir hiç olduğunu anlıyor. Ve bu hiçliğin içinde he rşeyi bir kenara bırakıp hakikate ulaşmanın yollarını arıyor.

Naçizane fikrim; - yanlış anlamayınız - , hakikati geçmek, içinde bulunduğumuz koşullar düşünüldüğünde oldukça zor ve meşakkatlidir.
Çünkü dünya, kendisini unutturabilecek raddede bir cazibe , zorunlu koşuşturma sunuyor insana ve bu cazibenin büyüsü, zorunlu koşuşturmanın gerekliliği insanoğlunun nefsini ele geçiriyor. İçinde bulunduğumuz zaman her şeyi elimizin tersiyle bir kenara itip , tasavvuf yolundaki öğretileri anlayabilmemiz için daha doğrusu ruhumuzu tam manasıyla arındırabilmemiz için doğru bir zaman değil. Çünkü etkileşimin en yoğun olduğu zamanlardayız ve maneviyatın ikinci planda kaldığı bir yaşamdayız.

Bu fikirle elbette tasavvufun gereksiz olduğunu düşünmüyorum, aksine insanlığın ihtiyacı olan bir anlayış biçimi olduğunu düşünüyorum.
Çünkü insan, hırsları, arzuları ve bencilliği uğruna kendi benliğini sorgulamaktan uzak bir hayat yaşıyor ve kendisi ile bütün olan bu evrene, diğer canlılara zarar veriyor. Kısaca insan, evrendeki hakim ve üstün akıl zannı ile hareket ediyor.
Oysa takribi yetmiş bir yıllık hayat yaşadıktan sonra toprakla bütünleşecek ve bu evrenin pasif anlamda bir parçası olacağız.
İşte bu bağlamda aşırı kibrin ve hırsın her şeyden ziyade öncelikle kendimize zarar verdiğini anlamamız gerekmektedir.
Bunu anlamanın yolu da hiçliğin farkına varıp, varlığın değerini daha güzel telakki etmemizden geçer.

Not : KAhve için teşekkür ederim, içmiş kadar oldum
Konu Blackheart tarafından (27 Mayıs 2020 Saat 03:54 ) değiştirilmiştir.