Kordon'da Nal Sesleri | Atatürk Günlüğü.



Bu güne ilişkin not tutan, Naci Gündem, Kordon 'da Nal Sesleri 'yle zafer ruhunu şöyle anlatıyordu:
''Artık Hükümet Konağı'nın önüne gelmişlerdi. Yüzbaşı Şerafettin Bey, atının üzerinde, üstü başı kan revan içindeydi. Bir elinde tabancası, ötekinde kılıcı vardı. Süvariler konak meydanına ulaştıklarında, dağlardan inen efeler, bir şenlik havası içinde Türk süvarilerini karşılıyorlardı. Bu arada Hükümet Konağı'nın Yunanlılar tarafından terk edildiği; ancak Yunan bayrağının, Hükümet Konağı'nın balkonundaki gönderde hala asılı olduğu görüldü. Kapılar kilitliydi. Yüzbaşı Şerafettin Bey, kapıların kırılması buyruğunu verdi. Konağın, yan kapıları süvariler tarafından kırıldı. Teğmen Ali Rıza ve arkadaşları, Hükümet Konağının kapısını içerden açtılar. Bu arada, bir genç yanında getirdiği bayrağı Yüzbaşı Şerafettin'e uzatınıştı. O, bayrağı göğsüne soktu. Kapının açılması üzerine, atından atlayarak, koşar adımlarla, arkadaşlarıyla birlikte Hükümet Konağı'nın ikinci katına çıktı.

Oradan meydana bakan Balkon'a çıktılar ve işte; karşılarında Yunan bayrağı, Türk semalarında dalgalanıyordu. Yüzbaşı Şerafettin ve arkadaşları; yıllarca uğruna savaştıkları İzmir'e girmişler; Akdeniz'e ilk ulaşan öncüler olmuşlardı. Yunan Bayrağı gönderden indirildi. Yüzbaşı Şerafettin Bey, göğsünden çıkardığı bayrağı; arkadaşlarıyla göndere çekmeye hazırlanıyordu. Bayrağa, yaralı göğsünden sızan kanın bulaştığını gördü. Sonradan yazdığı anılarında şunları diyor:

"Göğsümden çıkardığım al bayrağa, kanırnın bulaştığını gördüm. Kanımın bulaştığı bayrağıma şimdi de gözyaşlarım dökülüyordu. Ölsek ne gam... Öpüyorum, öpüyorum ve bayrağımızı göndere çekiyorum ..."

Evet, bayrağı göndere arkadaşlarıyla birlikte çeken Yüzbaşı Şerafettin; böylece İzmir'e giren ilk kişi olarak öne çıkmış; bu gerçek, daha sonra cephe karargahının kararınca da onaylanmıştı. Bu nedenle, bir kaç gün sonra; Buhara'dan gelen Üçüncü Kılıç, kendisine verilerek, onun "İzmir Fatihi"
olduğu dönemin literatüründe işlendi ve ilan edildi.

Basında kendisinden söz eden çok sayıda yazı yer aldı. İzmir'e ilk giren kişi olma sıfatıyla, Buhara'dan gelen kılıcı almaya hak kazandığı söylendi. Bunlar bir yana, ben izninizle, daha yeni arşivden ortaya çıkan ve Yüzbaşı Şerafettin Bey'e yazılan bir mektuptan söz etmek istiyorum:

''Kurtuluşun hemen sonrasında, 26 Eylül 1922 günü Yüzbaşı Şerafettin Bey'e bir mektup geldi. "Mecid Mağmumi" imzasını taşıyan mektubun sahibi, mektubu İstanbul'da, Galata'da, Kigork Bey Hanı'ndan yazmıştı. İthalat, İhracat, Ziraat Mühendisi, Vekalet ve Komisyon notları, mektubu yazan kişinin kimliği hakkında kimi bilgiler veriyordu. Mektup, Yüzbaşı Şerafettin Bey'in İzmir'e ve Hükümet konağına girişinin 17. Günü, 26 Eylül 1922'de kaleme alınmıştı. Bu tarih, İstanbul gazetelerinde Yüzbaşı Şerafettin adının sık sık görüldüğü, İzmir'e ilk kez girdiği ve Hükümet Konağı'nda göndere bayrak çektiğine, bomba ile yaralandığına, kan içinde yaralarına önem vermeyerek, görevini sürdürdüğüne ilişkin haberlerin bol bol görüldüğü, İzmir'den İstanbul gazetelerine, gazete muhabirlerinin onunla söyleşiler yaparak gönderdikleri ve bu yazıların yayımlandığı günlerdi. Artık İstanbul, Yüzbaşı Şerafettin Bey'i çok iyi tanıyordu. Mustafa Kemal Paşa;

"İstanbul seviniyor mu?" diye sormuştu;

bir anlamda bu mektup, İstanbul 'un yüreğini ve sevincini anlatan en değerli araçlardan biriydi. Mektubu yazan kişi, mektubunun sonuna Ziraat Mühendisi imzasını atmıştı. Mektubuna önce;

"İzmire ilk olarak giren Süvari Kıtası Kumandanı Binbaşı Şerafeddin Beyefendi" diye resmi bir söylemle başlıyor;

ardından hemen dil, resmi söylemden sıyrılarak, duygulu ve içten bir söylemle sürüyordu.

"Muhterem Kardeşim, efendim!" diye devam eden mektup şöyleydi:

"Kalbimde samimi coşkuya karşı koyamayarak size müsaadenizle 'Kardeşim' diye hitap ediyorum. Şu muazzam hareketin başlıca hedeflerinden biri olan o güzel İzmir'de, kente girerken infilak ettirilen bombaların bu imhasında muhafaza eylediğiniz sükı1net ve olgunluğa hayran olan yabancı bir gazeteci günlerce geçtiği haberlerde, gördüğü binlerce zulüm yıkıntılarına rağmen, dünyanın hemen hiçbir ordusuna nasip olmayan yüceliği gösteren Türk askerinin olgunluğu ve yiğitliği karşısında iftihardan kendini alamamış;

"İnsanın göğsü kabanyor" diyor. ..
Türk kahramanlığını temsil eden şu müstesna yüce hareketiniz, milli tarihimize bir heykel gibi büyüktü. Şanlı, altın gibi bir sayfa daha ekliyor. Emirlerin dile getirilme biçimindeki samirniyet derecesini ortaya koyan bu övünülecek ve onur
duyulacak hareket, milletin kalbinde var olan azim ve imanı bir kat daha güçlendirdi. İşte güzide hareketlerinizin ben kul, kölede doğurduğu övünç ve gurur ile mübarek gazanızı en samimi kalbimle tebrik eder ve bu vesile ile minnet ve şükranlanmı sunanm; aziz kardeşim efendim"

Değerli konuklar...
Bundan sonra ne oldu:
Üçüncü Kılıç'ın sahibi Yüzbaşı Şerafettin oldu. Kılıç kendisine teslim edildi. Günlerce basın ondan, onun kahramanlıklanndan söz etti. Yaralan iyileşti ve ordudaki görevini sürdürdü. Evlendi. Bir çocuğu oldu. Adı Gönül... ve boynundaki yara nüksettiği için, Albaylık rütbesinde ordudan erken yaşta malulen emekli olmak zorunda kaldı. İstanbul'a yerleşti. Kızını bir özelokula kaydettirdi. Tek emeli, onu okutmaktı. Ancak, yeri geldi kızının okul taksitlerini ödeyecek para bulamadı ve o zor günlerde, Üçüncü Kılıç'ı satmadı. Tam tersine, bunun ulusa ait bir değer olduğunu düşünerek, devletine armağan etmek istedi. Bu nedenle, kılıcı İstanbul Valiliğine teslim etti.

Ancak kılıcın en son görüldüğü gün o gündü ...

Şimdi son sözümüzü söyleyelim:
Kurtanlan iller arasında bugün, bir tek İzmir'in kurtuluş anıtı yok. ..
Konak Meydanı, hem kara gün olan 15 Mayıs 1919 gününün büyük kan selini yaşamış; hem de Kurtuluş günü olan, 9 Eylül'ün onuruyla aydınlanmıştır. Bugün, ne işgali ne de kurtuluşu anımsatan tek bir işaretin, yazının, çizginin eserini bu meydanda göremezsiniz. Tek bir nokta, bir işaret; bulamazsınız ki size burada o kara günde, işgalin bu meydanı büyük bir kan çanağı haline getirdiğini söylesin; ya da tek bir çizgi bulamazsınız ki size 9 Eylül gününden, o muazzam kurtuluş sahnesinden; büyük kahramanlık ve özveriden söz etsin... Buna kimin ne hakkı var?

Çocuklanmızı, gelecek kuşaklanmızı, böylesine bir tarihsel tanıklıkta bulunmuş bu meydanın, yaşadıklanndan uzak tutmaya kim nasıl cesaret edebilir?

Tam tersine, bu meydanda o günden kalan hiç bir işaret
bırakılmamıştır. Kazınıp, yıkılıp, betona adeta meydan teslim edilmiş; büyük bir tarihsel talan, ülkenin pek çok yerinde olduğu gibi, bu meydanda da yaşanmıştır. Onca verilen uğraşıya, anımsatmaya karşın; hatta Kuva-yı Milliye' nin 90. Yılı etkinlikleri çerçevesinde, İzmir Valiliği, bizim de içinde bulunduğumuz bir komisyonun çalışmaları sonucu, Belediye Başkanlığı'na böyle bir tarihsel anıtın yapılmasının yararlı olacağına ilişkin yazı yazmasına karşın; bu öneriye kulaklar tıkanmış ve meydan tarihsel kimliğinden bütünüyle arındırılmıştır. İzmir bugün, bu muhteşem olayın yeterince farkına bile varmış değildir. Onca televizyon programına, onca yazıp çizmeye, konferanslar vermelere, etkinlikler düzenlemelere karşın; sivil toplum örgütleri konuyu kavrayamamış, yerel yöneticiler bu denli muhteşem bir tabloya sahne olmuş İzmir kentini, bu önemli tarihselolgu ile bütünleştirecek bir anıt yaparak, kente ve kent insanına tarihini anımsatacak bir adım atamamıştır.

Biz ne yaptık?
Yazdığımız Üçüncü Kılıç adlı kitap", "Kordon'da Nal Sesleri?" adıyla bir tiyatro eseri oldu. En iyi senaryo yazarlığı ödüllerinden birini aldı. Kuvayı Milliye etkinlikleri çerçevesinde, İzmir Valiliği'nin önerisi doğrultusunda, Han Tiyatrosu tarafından sahneye konulan oyun için öğrenciler otobüslerle,
oyuna getirildiler. Yaklaşık 35.000 kişi bu oyunu izledi.

Balçova Belediyesi açtığı bir parka, "Yüzbaşı Şerafettin Parkı" adını verdi. Benim üniversitem, 9 Eylül Üniversitesi, kültür merkezinin iki salonundan birine Hasan Tahsin, ötekine de Yüzbaşı Şerafettin adını verdi ... Konak Belediyesi, bir sokağa
Yüzbaşı Şerafettin Sokağı adını verdi. Bir kampanya başlatılarak, İzmir'e kurtuluş anıtı yaptırılması istendi. Hatta bizim de ön ayak olmamızla, Karşıyaka Adliyesi, İzmir'e ilk giren ve Hükümet Konağı'na bayrak çeken kişinin Yüzbaşı Şerafettin olduğuna ilişkin bir karar verdi. Buna karşın; tarihin üzerine her türlü yanıltıcı düşünce ve bilgiyi serperek, bir keşmekeş yaratanların çabası da durmadı. Ünlü bir gazeteci, İzmir'e ilk giren kişinin, amcası olduğunu belirtti. Yapılan kimi programlarda, önemli bir tıp insanının babasının İzmir'e ilk giren kişi olduğu söylendi durdu. Bunu başkaları izledi. Pek çok yerde, akıl almaz savlarla, İzmir'e ilk giren kişinin kim olduğuna ilişkin görüşler kamuoyunda yer alıyor. Olmadık savlar, gerçekler üzerine, doğruları karartmak için bilerek ve bilmeyerek savruldu ve böylece, tıpkı Üçüncü Kılıç'ın yağmalanması gibi, tarihselonurlar, gerçekler yok edilerek, bu onurları kendi yakınlarına doğru kotarma gibi bir gayretkeşlik hiç eksik olmadı. Bir bilinçsizlik ve vurdumduymazlık, kent kimliğinin üzerine hoyratça oturdu''.

Kaynak:
-Kemal Arı, Üçüncü Kılıç, 5. Baskı, Zeus yay., İzmir, 2011.
-Bkz. Zeki Arıkan, Haydar Rüştü Öktem Mütareke ve İşgal Anıları. TTK yay., -Ankara, 1991, çşt. syf.
-21 Akgün, a.g.e., s.
-22 Şerafettin Bey'in ATASE Bşk.lığı'nın Öğ. Yb. Orhan Öcal'a istek üzerine hazırlattığı biyografısinden; D.E. Ü.A.İ.İ. T.Enst. Arşivi, Yüzbaşı Şerafettin Dosyası.
-23 Cumhuriyet, 3 Kasım 1951; Şark, 25 Eylül 1922; aynca bkz. Zeki Arıkan, İzmir Basınından Seçmeler ...,s.381-382.
-Gnkur. ATASE Arşivi, Koleksiyon: ISH, Kutu No:2192; Gömlek No:49-93, Belge No:1-3; şurada: Askeri Tarih Belgeleri Dergisi ..., s.256.