Efendiler! Bugün ikinci toplanma yılımızı tamamlayarak üçüncü millî yıla giriyoruz. Bu erişmeden dolayı Cenab-ı Hakk’a şükürler ederim. Bu geçen yıl içinde Yüce Meclis’çe, milletçe ve ordu tarafından gösterilen özverili çalışmayı da saygı ile anarım. Pek çeşitli olaylarla dolu olan bu mücadele yılları birbirini izledikçe, asker ve millet arasında bağımsızlık ruhunun ateşli taraftarları çoğalmaktadır. Geçirdiğimiz ikinci millî yılın en belirgin niteliği, iş ve ordu saflarında çalışan millet fertleriyle askerlerin, dayanılmaz baskılar altında kalarak içine zorla itildiğimiz bu kanlı maceraya alışmış ve ona neden olan üzücü mecburiyetleri anlamış olmalarını zikredebilirim? Sözlerimin başında ülkenin en kutsal ögeleri olan halkımız ve askerlerimizle ilgili övgülerimi tekrarladıktan sonra iç, dış ve genel siyasî durumumuz konusundaki görüşlerimi açıklamaya geçiyorum:



Efendiler! Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin iç yönetim ve siyasetindeki genel kural, Anayasamızın birinci maddesiyle Misak-ı Millîmiz’in birinci ve beşinci maddelerinde kesin ve açık olarak gösterilmiştir. Buna göre yönetimimiz, kayıtsız şartsız hakimiyetine sahip olan halkın geleceğini kendi eli ile ve fiilî olarak yönetme ilkesine dayanmaktadır. Yüce Meclisinize sunulmuş olan Genel Müfettişlik, İl Özel Yönetimleri ve yasak bölgeler kanun tasarılarının bu ruhu kapsayarak, kanunlaşacaklarına inanıyorum. Bu kanunlarla birlikte görüşülmekte olan Bakanlar Kurulu’nun görev ve sorumlulukları ile ilgili tasarı kanunlaştığı takdirde, genel yönetimimizde önemli açıklık ortaya çıkacaktır. Efendiler, Türk halkı, ırk, din ve kültür yönünden tek vücut, birbirlerine karşı karşılıklı saygı ve özveri dolu duyguları taşıyan ve yazgısı ile çıkarları aynı olan bir topluluktur. Bu toplulukta ırk haklarına, sosyal haklara ve çevre şartlarına uymak, iç siyasetimizin önemli noktalarındandır. İçerideki idarî teşkîlâtımızda bu esas noktanın, halk yönetiminin bütün anlamı içinde uygun bulunan en yüksek düzeye çıkarılması, siyasetimizin gereklerindendir.



Ancak dış düşmanlara karşı sonsuza dek birlik ve dayanışma içinde bulunmak mecburiyeti vardır. Türkiye halkından olup içinde bulunup, azınlık durumunda olan Hristiyan unsurların haklarına, dünyanın en medeni milletleri içinde yaşayan azınlıklara da verilmesi, İtilâf Devletleri ile düşmanları ve bazı ortakları arasında kararlaştırılan anlaşma hükümlerinde yer alması nedeni ile diğer yabancı ülkelere sığınan Müslüman halkın da aynı haklardan yararlanmasının sağlanmış olması en içten dileğimizdir. Azınlıklarla birlikte bütün halkın varlık ve mutluluğunun ve kanunların verdiği her türlü hak dokunulmazlığının sağlanması ve memlekette kanun hâkimiyetinin kurulması iç yönetim ve siyasette değişmez genel kuralımız olmuştur. Geçen yılki iç durumu özetle sunabilmek için bazı noktaları anlatmak istiyorum.



Bu yıl memleketimizin bütün bölgelerinde genel olarak bağımsız ve olaysız, sakin bir biçimde geçmiş olup güvenlik sürdürülmüştür. Bazı aldatmalar sonucu Koçgiri’de geçen senenin evvelinde meydana gelen olay alınan önlemlerle bastırılmıştır. Aldatılanlar hakkında da, hükûmetçe gereken işlemler adalete uygun biçimde yerine getirilmiştir. Yunanlıların kışkırtması ve düzeni ile ihtilâle benzer girişimlerde bulunanların da düşündükleri olaylar sonuçsuz bırakılmıştır. İçişlerinde güvenliğin yürütülmesinde en önemli ve maddî araç olan jandarma teşkîlâtı, önemli birliklerin eklenmesi ile kuvvetlendirilmiş ve birçok jandarma okulları açılmıştır.

İçişlerine ait olan görevler arasında posta ve telegraf yönetiminde oluşturulan bazı yenilikler de memnuniyet ve onur vericidir. Efendiler, milletimizi güven içinde yaşatmak amacımız olduğu gibi, onun sağlığına özen göstermek ve var olan araç ve imkânlarımız ölçüsünde sosyal acıları dindirmek de hükûmetimizin görevlerindendir. Bu cümleden olmak üzere ülkemizin doktor ihtiyacı imkânlar ölçüsünde karşılanmaya çalışıldı. 1920 yılında iki yüz altmış doktor görevli idi. Bu sayı, bu geçen yıl zarfında üç yüz on ikiye yükseltildi. Elli doktor daha bulunup, doktorsuz ilçelere gönderilmeleri düşünülmektedir. Bu yıl bulaşıcı hastalıkların yayılması önlendi, başgösteren hastalıklar, derhal sağlıklı önlemler alınarak, bulundukları yerde yok edildi. Bulaşıcı hastalıklara karşı en kesin önlem olan aşılar, artık tümüyle memleketimizde üretilmektedir. Üç milyondan fazla kişiye yetecek çiçek aşısının Sivas’ta yapılmış bulunduğunu belirtmek bu konuda yeterli bir bilgi verebilir. Memleketin sıtmalı bölgelerine yeterli miktarda kinin dağıtılmıştır. Frengi hastalığının yok edilmesi için de gerekli olan miktar sarfedildi. Sosyal hastalıklar ile mücadelemizin daha etkili ve daha ayrıntılı bir şekilde yerine getirilmesinin gereğini de belirtmek isterim.



Efendiler!

Sosyal yardım işlerinden de kısaca söz etmek isterim. I. Dünya Savaşı sırasında, bu bölgelere sığınmak mecburiyetinde kalan doğu illerinin kurtarılmış halkından dörtte biri memleketlerine gönderilmiştir. Bunların hemen yarısı yurtlarına ulaşmışlardır. Bu yıl geri kalan mültecilerin (sığınmacı) de geri verilmesi kararlaştırılmıştır. Sonradan kurtarılan Adana ve Gaziantep mültecileri memleketlerine geri verildiler. Henüz kurtarılmayan Batı illeri mültecilerine imkân buldukça yardıma devam olunuyor. Yurtlarına yeni dönenlere, bu konudaki kanun gereğince yemeklik, tohumluk verilmesi, ayrıcalık tanıma ve bunun gibi kolaylıklar sağlamak suretiyle yardım edilmektedir. Göçmen ve mülteci öksüzler için açılan yetim yurtlarının birer Sanat Okulu hâline getirilmesine çalışılmaktadır. Millî sınırlarımızın dışında kalan yerlerden sığınan dindaşlarımız, şimdilik yalnız maddî yardım görmektedirler. Bu yıl bunların ve ülke içinde yerleştirilmek isteyen diğer göçmenlerin yerleştirilmesine başlanacaktır. Sağlık ve sosyal yardım konusunda izlediğimiz amaç şudur: Milletimizin sağlığının korunması ve kuvvetlendirilmesi, ölüm oranının azaltılması, nüfusun arttırılması, sosyal hastalıkların ve bulaşıcı hastalıkların etkisiz bir duruma sokulması, böylece millet fertlerinin dinç ve çalışmaya yetenekli kusursuz vücut yapılarına sahip olarak yetiştirilmesi…. Yurtları düşman elinde kalan milletdaşlarımıza yardım ve onların ilmî bir şekilde yerleştirilmelerine özel önem verilmektedir. Bu konuda gereken inceleme yapılmakta ve bu amacı sağlayacak programlar düzenlenmektedir.



Efendiler!

Hükûmet, memlekette kanunu egemen kılmak ve adaleti iyi bir şekilde dağıtmakla yükümlüdür. Bunun için adalet işi çok önemlidir. Bundan dolayı adalet siyasetimizi de açıklamayı faydalı buluyorum. Adalet siyasetimizde izlenecek amaç, önce halkı yormaksızın süratle, doğrulukla ve güvenli biçimde adaleti dağıtmaktır. İkinci olarak, sosyal kurullarımızın bütün dünya ile ilişkilerini sürdürmeleri de tabii ve zaruridir. Bunun için, adalet seviyemizi bütün medeni ülkelerle aynı seviyede tutmak zorundayız. Bu amacı yerine getirmek için, elimizdeki kanun ve usulleri bu bakış açılarına göre düzeltiyor, canlandırıyor ve yeniliyoruz. Ve buna devam edeceğiz. Bu çalışmalarda ülkemizin genişliği, seri araçların eksikliği ve buna benzer engeller ve güçlüklerden başka, bazı bölgelerin sosyal hayatlarının özellikleri de göz önüne alınmıştır.



Efendiler!

Çağdaş gelişmeler, milletlerin medenî ihtiyaçlarındaki genişleme, çoğalma ve çeşitlenme bu medeni ihtiyaçlar ile orantılı olarak medeni hakların gelişmesini gerektirir. Her devletin taraftarı olduğu sosyal kurulun medeniyet derecesiyle uygun, hukukî mevzuatı (yazılı kurallar) vardır. Dünyada bulunan bütün medeni devletlerin Medenî Kanunları hemen hemen birbirlerine yakındır. Bizim Milletimiz ve hükûmetimiz adalet düşüncesi ve anlayışı konusunda hiçbir medeni kavimden aşağı değildir. Belki tarih bu noktada yüksek olduğumuza şahitlik eder. Bu nedenle hukukî mevzuatımızın bütün medeni devletlerin kanunî mevzuatından eksik olması uygun değildir. Gayretli çalışmalarımızın amacı olan tam bağımsızlık kavramında adlî bağımsızlığın da bulunması doğaldır. Bundan dolayı her bağımsız devletin ayrılmaz bir bütünü olan adalet dağıtımı görevine kimseyi karıştıramayız. (Bravo sesleri)

Efendiler! Bizim bugün var olan medenî kanunumuz Mecelledir. Bu medenî kanun yaklaşık olarak yarım asır önce merhum Cevdet Paşa’nın başkanlığındaki bir bilimsel kurul tarafından hazırlanmıştır. İşte, o Mecellenin genel kuralındaki “Zamanın değişmesi dolayısıyla hükümlerin değiştirilmesinden vazgeçilmez” fıkıh kuralı, adlî siyasetimizin temelini oluşturmaktadır. Bu ana kural içinde hareket eden Adalet Bakanlığımız, Mecellenin içine almadığı veya açıklık getirmediği güç ve açık olmayan durumların, uygun hükümlerle genişletilmesi ve sağlamlaştırılması gereğine inanmıştır. Ve bu konuyla uğraşmak üzere, uzmanlardan oluşan bir heyet kurulması için bir kanun teklifi hazırlamak üzeredir. Adalet Bakanlığı, bu prensip içinde çalışmalarının sonucu olarak tek yargıç kuruluşunun hemen yüzde doksan oranında, bütün ülkede uygulanması ve özellikle tek yargıçlı mahkemelerde yargılama usulünün barış yargıçları usulüne uygun olarak adaletin acele dağıtılmasının sağlanması ve yine adlî işlerin çabuk ve başarı ile yönetilmesini sağlamak için on adliye müfettişliği kurulması ve suçlama işlemlerinin kaldırılması ve adlî tıp müessesesinin kurulması konuları söylemeye değerdir. “Ceza Mahkemeleri Usulü”nün düzeltilmesi, aşiret hayatı geçiren bazı bölgeler halkının doğal ihtiyaçları ve sosyal durumları ile uygun basit bir usul hazırlanması, cezaevlerinin düzeltilmesi gibi, diğer önemli konular, adı geçen Bakanlığın yeni yıl içindeki çalışma konularını oluşturmaktadır. Yargıçlar ve adliye elemanlarının şerefli görevlerine uygun, seçkin ve değerli kişiler olmaları adliyemizin övünç kaynağıdır. Adalet Bakanlığı’nın ve bugünkü mahkemelerimizin özel niteliklere sahip yargıçlarla donatılması ve sağlamlaştırılması için bir Hukuk Fakültesi kurulmasına karar vererek Yüce Meclis’imizin onayını almıştır. Bu yüksek kurum için 1922 yılı bütçesine gereken miktar konmuştur. Önemli bir kısmı gerçekleştirilen ve diğer bölümünün de gerçekleştirilmesine çalışılan bu hususların tamamlanması, adlî hayatımızın bütün dünyaca kabul edilebilir gelişmiş bir duruma gelmesini sağlayacaktır.



Efendiler!

Adlî siyasetimizden sonra, millî hayatımızın en çok ilgili bulunduğu iktisadî durumumuz hakkındaki düşüncelerimi de arz edeceğim. Bu konuya girmeden önce görüşümü açıklamak için Yüce Heyetiniz’e ve bütün dünyaya bir soru sormama izin veriniz.

Türkiye’nin sahibi ve efendisi kimdir? (Köylüler sesleri) Bunun cevabını derhal birlikte verelim. Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. (Şiddetli ve sürekli alkışlar) O halde herkesten çok rahatlık, mutluluk ve varlığa hak kazanan ve buna layık olan köylüdür. (Sürekli alkışlar) Bundan dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin iktisadî siyaseti bu önemli amacın sağlanmasına yöneliktir.



Efendiler, diyebilirim ki, bugünkü felâket ve yoksulluğun tek nedeni, bu gerçeği görmezlikten gelmiş olmamızdır. Gerçekten, yedi yüzyıldan beri dünyanın çeşitli yörelerine gönderilerek kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi yüzyıldan beri emeklerini ellerinden alıp harcadığımız ve buna karşılık daima haysiyetini kırdığımız ve hor gördüğümüz ve bunca fedakârlık ve iyiliklerine karşılık nankörlük, küstahlık ve zorbalıkla uşak durumuna indirmek istediğimiz bu ülkenin gerçek sahiplerinin huzurunda bugün büyük utanç ve saygı ile gerçek durumumuzu alalım. (Şiddetli alkışlar)



Efendiler, milletimiz çiftçidir. Milletin çiftçilikteki çalışmasını çağın iktisadî önlemleri ile en yüksek seviyeye çıkarmalıyız. Köylünün işlerinin sonucu ve çalışmasının verimini kendi yararına en yüksek seviyeye çıkarmak iktisadî siyasetimizin ana prensibidir. Bundan dolayı bir yandan çiftçinin çalışmasını artıracak ve verimli kılacak bilgi, araç ve fennî aletlerin tamamlanması ve sağlanmasına ve diğer yandan onun bu çalışmasının sonucundan en fazla yararlanmasını sağlayacak iktisadî önlemlerin alınması için çalışmak gereklidir. Şimdiye kadar yolun olmaması, modern taşıma araçların bulunmaması, değişim usullerinin çiftçi aleyhine olması ve hükûmet kanunlarının çiftçiyi koruyamaması gibi engellerin kaldırılması gereklidir. Bu noktada özellikle ziraî ürünlerimizi buna benzer yabancı ürünlere karşı koruyamaz duruma düşmemizden dolayı milletimizi bugünkü iktisadî yoksulluğa düşüren kaldırılmış kapitülasyonların kötü durumunu hatırlatmadan geçemem. Malumunuzdur ki, memleketimiz iktisadî kuruluş ve çevre yönünden kuvvetli bir durumda değildi. Ferdin iktisadî varlığı da serbest ticaret mücadelesine dayanabilecek bir güce gelmemişti. Tanzimatın açtığı serbest ticaret devri, Avrupa rekabetine karşı kendisini koruyamayan ekonomimizi bir de iktisadî kapitülasyon zincirleriyle bağladı. Teşkîlât ve ferdî değer yönünden iktisadî alanda bizden çok kuvvetli olanlar, memleketimizde bir de fazla olarak ayrıcalıklı durumda bulunuyorlardı. Gelir vergisi vermiyorlardı. Gümrüklerimizi ellerinde tutuyorlardı. İstedikleri zaman istedikleri eşyayı, istedikleri şartlar altında ülkemize sokuyorlardı. Bütün ekonomimizin her bölümüne bu şekilde kesin olarak hâkim olmuşlardı.

Efendiler, bize karşı yapılan rekabet gerçekten, çok yasadışı ve haksız, gerçekten çok yok edici idi. (Kahrolsun sesleri) Rakiplerimiz bu davranışlarıyla gelişmeye elverişli sanayimizi de öldürdüler. Tarımımıza da zarar verdiler. Ekonomi ve maliyemizin gelişmesi ve olgunlaşmasının önüne geçtiler.



Efendiler!

Artık engelsiz ve bağımsız bir hayata atılan Türkiye için, iktisadî hayatını boğmakta olan kapitülasyonlar yoktur. (Şiddetli alkışlar) Ve olamaz. İktisadî hayatımızın belirli amaçlara yöneltilmesi için alınacak önlemler içinde ülkemizde Avrupa rekabeti yüzünden yok edilmiş ve şimdiye kadar önlenmemiş olan tarımsal sanayimizi güçlendirip, modern iktisadî araçlarla donatmayı önemle göz önünde bulunduracağız. (İnşallah sesleri) Gerek tarım, gerek memleketin varlık ve genel sağlığı konularında önemi kesin olan ormanlarımızı da modern önlemlerle iyi duruma getirmek, genişletmek ve ormanlarımızdan en yüksek faydayı sağlamak da önemli amaçlarımızdan biridir. Genel yararı doğrudan doğruya ilgilendirecek kurumlar ve iktisadî girişimlerin malî gücümüzün ve teknoloji izni oranında devletleştirilmelidir. Özet olarak, topraklarımızın altında kullanılmadan duran maden hazinelerinin kısa sürede işletilerek milletimizin yararına sunulması da ancak bu yöntemle mümkündür. Bununla birlikte, sadece iktisadî yararlanma amacı ile gerek madenlerimizde, gerek diğer iktisadî konularda, bayındırlık hizmetlerinde çalışmak isteyen sermaye sahiplerine Hükûmetimizce her türlü kolaylığın gösterileceği şüphesizdir. Memleketin iktisadî emelleri, tarım ve tarım sanayiine bağlı olmakla beraber, memlekette öteden beri var olan örneğin Dokuma Sanayii gibi kurumların korunması ve canlandırılması ve bazı bölgelerde yeniden kurulabilecek diğer sanayinin her şartta gözetilmesi önemle göz önünde bulundurulacaktır. İktisat Bakanlığımız’ın bir yıllık çalışması bu açıkladığım görüş içinde yürütülmüştür. Özetleyecek olursak, çalışanların rahat hayatlarını sağlayacak Zonguldak Amele Kanunu Anadolu’da genel taşımacılığı kolaylaştırmak üzere otomobil ve kamyon işleteceklere izin verilmesini sağlayan tüzük, cephede savaşan asker ailelerine yardım ilkelerini de içine alan tarım yükümlülük tüzüğü, Meclis’çe kabul edilen tohumluk ödeneğinden gereken yerlere usulüne uygun şekilde dağıtım yapılması, Ziraat Bankaları vasıtasıyla çiftçi aletleri ve tarım araçlarının uygun fiyatlarla dağıtılması ve diğer bir özel kurul vasıtasıyla da bunların önemli miktarda yeniden sağlanması ve gümrüklerimizde millî üretimimizin saygınlığının korunması için bir tutum belirlenmesini ve bunun yürürlüğe konulmasını bu konu ile ilgili çalışmaların sonuçları olarak saymaya değer buluyorum. Bundan sonra da genel iktisadî siyasetimizin değindiğim ve gösterdiğim bu görüş içinde ve bir plan içinde, düzenli bir biçimde yürütülmesi Bakanlar Kurulumuz’un gayretlerini bu nokta üzerinde toplaması sağlanacaktır. Böyle bir projemizin hazırlanmasında bayındırlık hizmetlerinin büyük önemi vardır. Çünkü iktisadî hayatın faaliyet ve canlılığı, ancak ulaştırma araçlarının, yoların, demiryollarının, limanların durumu ve derecesiyle orantılıdır.



Efendiler! Sırası gelmişken bayındırlık işleri hakkındaki fikirlerimi de arz edeyim: İnşaat donanımı ve işletilmesi, yerel veya genel kaynaklarımızın gelirlerinden sağlanabilecek olan bayındırlık işlerinde en önemli olanı, önemli olanın önünde tutarak, memleket ihtiyaçları giderilecektir. Ancak, İnşaat donanımı ve işletilmesi, bugünkü maliyemizle karşılanamayacak büyük sermayelerle gerçekleşebilecek bayındırlık hizmetleri, yabancı sermaye ve gerekirse yabancı uzmanlardan en üst düzeyde yararlanılarak memleketimizin bayındırlığını ve milletimizin mutluluk ve refahını az zamanda sağlama bakımından zorunludur. Bununla birlikte, bunda da üreticinin ve çalışanların genel yararları gözden uzak tutulmayacaktır. Bayındırlık Bakanlığımız’ın bu yıl içindeki çalışmalarının sonucu Bakanlığın bugünkü gücü ile uygun kabul edilebilecek durumdadır. Gerçekten sahip olduğumuz demiryolları başarı ile işletilerek, ulaşım ve asker taşımacılığı temin edilmektedir. Askerî harekât sırasında düşman tarafından zarar görmüş bir kısım demiryolları ve imalat ürünleri onarılmış ve yeniden kurulmuştur. Ankara – Sivas hattında önemli bir tünelin inşaatı tamamlanmış ve diğer tamamlanamayan iki tünel çevresinde de yol durumları değiştirilerek hat uzatılmıştır. Erzurum, Erzincan arasındaki demiryolu inşaatının tamamlanması ve kükürtlü kömür madenlerine bir istasyon yapılması konusunda önemli işler gerçekleştirilmiş ve kuruluş tamamlanmıştır. Samsun – Havza hattının kuruluşu için gerekli hazırlıklara başlanmıştır. Sivas’tan Erzurum’a ve Kastamonu’nun Koçhisar’ından başlayarak, Tosya, Osmancık, Amasya, Erbaa, Niksar, Kelkit, ve Erzincan’a kadar olan demiryollarına ait ilk araştırmalar yapılmış ve bazı karayolları üzerindeki bozukluklar da onarılmıştır.



Efendiler! Bayındırlık işlerindeki çalışmaların sonucunun milleti sevindirecek durumda olmadığını kabul etmek gerekir. Ancak devlet işleri ve işlemlerinin her bölümünde olduğu gibi, bayındırlık işleri çalışmalarında da uygun düzeye ulaşılması malî kudretimizle ilgilidir. Malî kudretimizin yerinde kullanılmasının önem derecesini belirlemek konusunda şartların ve tehlikeli yerlerin birinci derecede etkisi olduğunu söylemek zorundayım. Bu sözlerimin amacının ne olduğu açıktır.



Efendiler! Her şeyden önce hayat ve bağımsızlığımızı sağlamaktan ibaret olan millî amacımıza ulaşmaktan başka bir şey düşünemeyiz. Bundan dolayı, bizce en önemli nokta malî kudretimizin bunu karşılayıp karşılayamayacağıdır. 1920 ve 1921 yıllarının canlı deneylerine, bütçemizin ödenek durumuna, bugünkü iç duruma ve ekonomimizin bu geçen iki yıla göre, karşılaştırılamaz derecede iyi bir düzeye ulaşmasıyla oluşan kesin ümitlere dayanarak söyleyebilirim ki, memleketimizin gelir kaynakları millî davamızın güven içinde sağlanmasına yeterlidir. (Alkışlar) Malî kudretimiz, bugüne kadar olduğu gibi dış borçlanma yapılmadan da orta halli bir düzeyde, memleketi yönetecek ve amacına ulaşacaktır. (Alkışlar)



Bununla birlikte, ben yalnız bugün için değil, özellikle gelecekle ilgili olarak devlet hayatı ve ülkenin refahı konularında şimdiki ve ilerideki malî durumumuzu çok önemli bulduğumu vurgulayarak maliyemizle ilgili endişeli görüşlerimi özetle anlatmak isterim.

Efendiler! Bugünkü mücadelemizin amacı tam bağımsızlıktır. Bağımsızlığın tam sağlanabilmesi ise ancak malî bağımsızlık ile mümkündür. Bir devlet aslı bağımsızlıktan mahrum olunca o devletin bütün hayatî bölümlerinde bağımsızlık sakat durumdadır. Çünkü her devlet organı ancak maliye ile yaşar. Malî bağımsızlığın korunması için ilk şart bütçenin iktisadî bünye ile uygunluğu ve denk olmasıdır. Bundan dolayı devlet yapısını yaşatmak için dış ülkelere başvurmadan ülkeyi gelir kaynakları ile yönetecek çözüm ve önlemlerini bulmak gereklidir ve bulunabilir.



Efendiler! Millî prensibimiz en üst düzeyde tutumluluk olmalıdır. (Şiddetli alkışlar)

Bundan dolayı malî yöntemimiz, halkın baskı altında tutulup ezilmesinden kaçınmakla birlikte elden geldiğince dışarıya borçlanmadan ve gereğinden çok harcamadan var olan gelirle yetinmek ilkelerine dayanmaktadır. Şimdiki durumda yararlanılamayan gelir kaynaklarından yararlanmak ve halkın vergi yükünü azaltmak için bazı maddeler üzerinde tekel konulması gerekmektedir.



Efendiler! Geçmişin ve düşmanların memleket ve milletimizi bütün medenî dünya ile birlikte gelişmeye doğru ilerlemekten yasaklamış olan zincirleri, bugün bizi, az zamanda olağanüstü girişim ve icraatta bulunmaya zorluyor. Ancak bu zorunluluğun sağlanması ve kaybedilenlerin yerine konması bugünkü malî kudretimizin üzerindedir. Bundan dolayı Hükûmetimiz’in her medenî devlet gibi dış borçlanma antlaşmaları yapması gereklidir. Yalnız alınan yabancı paraların, şimdiye kadar İstanbul Hükümeti’nin yaptığı gibi ödemek zorunda değilmişiz gibi amaçsız kullanılması ve tüketilmesine, dış borçlarımızın araştırılmasına ve malî bağımsızlığımızın tehlike altına sokulmasına kesin olarak karşıyız. Biz, memlekette mamuriyeti, üretimi ve halkın refahını sağlayacak, gelir kaynaklarımızı geliştirecek yararlı borçlanmalara taraftarız.



Efendiler! Buraya kadar değindiğim konular milletin maddî kudretini geliştiren, devamını sağlayan önlemlerdir. Bununla birlikte insanlar yalnız maddî değil özellikle, bu maddî kudret içinde yer alan manevî kuvvetlerin etkisi altında bulunur, ülkeler de böyledir. Manevî kuvvet ise özellikle bilim ve iman ile yüce bir biçimde gelişir. Bundan dolayı, bunlar hükûmetin en verimli ve önemli görevi olan maarif işleridir. Bu görevde başarılı olabilmek için öyle bir program uygulamak zorundayız ki, o program milletimizin bugünkü durumu ile sosyal hayat ihtiyaçları ile, bölgenin şartlarıyla ve çağın gerekleri ile tamamen denk ve uygun olsun. Bunun için büyük, hayalî ve anlaşılması güç görüşlerden tamamen arınarak gerçeklere en iyi bir biçimde yaklaşmak gereklidir. Yapılacak girişimin neleri kapsadığı ancak bu şekilde kendiliğinden açığa çıkar.



Efendiler! Yüzyıllardan beri milletimizi yöneten hükûmetler, eğitimi genelleştirme dileğini belirtmişlerdir. Ancak bu dileklerine ulaşmak için Doğu ve Batıyı taklit etmekten kurtulamadıklarından, sonuç milletin cahillikten kurtulamamasına neden olmuştur. Bu üzüntü verici gerçek karşısında bizim uygulamak zorunda olduğumuz eğitim siyasetimizin ana hatları şöyle olmalıdır: Demiştim ki, bu memleketin gerçek sahibi ve sosyal yapımızın ana unsuru köylüdür. İşte bu köylüdür ki, bugüne kadar eğitim nurundan yoksun bırakılmıştır. Bundan dolayı, bizim uygulayacağımız eğitim siyasetinin temeli, ilk önce var olan cehaleti yok etmektir. Ayrıntıya girmekten çekinerek bu düşüncelerimi birkaç kelime ile açıklamak için diyebilirim ki, genel olarak bütün köylüye okumak, yazmak ve vatanını, milletini, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafya, tarih, din ve ahlâk ile ilgili bilgiler vermek ve dört işlemi öğretmek eğitim programımızın ilk amacıdır. (Bravo sesleri)



Efendiler! Bu amaca kavuşmak tarihî eğitimimizde kutsal bir aşama oluşturmaktadır.

Bir yandan cahilliğin kaldırılması ile uğraşırken; diğer yandan da memleket çocuklarını sosyal hayat ve ekonomide fiilen etkili ve yararlı kılabilmek için gereken basit bilgileri uygulamalı bir biçimde vermek yöntemi, eğitimimizin temelini oluşturmalıdır.

Efendiler! Medenî ve çağdaş bir sosyal topluluğun bilim ve kültür yolunda yalnız bu kadarla yetinmeyeceği şüphesizdir.

Milletimizin zekâsının gelişmesi ve böylece uygun olan medeniyet seviyesine ulaşması, doğal ortak bu yüce görevleri yürütecek elemanları yetiştirmekle ve millî kültürümüzü yüceltmekle olabilir.



Bu, ilk ve son iki eğitim aşaması arasında, orta eğitimin gerekliliği vardır. Orta eğitimin amacı, ülkenin ihtiyaç duyduğu çeşitli hizmet ve sanat elemanlarını yetiştirmek ve yüksek eğitime aday hazırlamaktır.



Orta eğitimde de eğitim ve öğretim yöntemlerinin pratik ve uygulamalı olması temeline uymak şarttır. Kadınlarımızın da aynı öğretim aşamalarından geçerek, yetişmelerine önem verilecektir. (Bravo sesleri ve alkışlar)



Millî Eğitim Bakanlığımız, 1921 yılında eğitim durumumuzu bu görüşe göre yönlendirmek için çalışmıştır. Bakanlık, girişimleri ve gelecek uygulamalarına temel olacak programları hazırlayıp, Yüce Meclisiniz’e sundukça bunların açıkladığım görüşe uygun olarak, kanunlaşıp yürürlüğe konacağı konusunda ümidim tamdır.



Efendiler! Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri eğitim sınırı ne olursa olsun, en önce ve her şeyden önce Türkiye’nin bağımsızlığı için kendi benliğine ve millî geleneklerimize düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir. (Alkışlar) Milletlerarası dünyanın bugünkü durumuna göre, böyle bir savaşın gerektirdiği mücadele ruhunu taşımayan insanlara ve bu nitelikteki insanlardan kurulu topluluklara hayat ve bağımsızlık hakkı yoktur. (Bravo sesleri)



Efendiler! Bir sosyal topluluğun ortak ve genel duyguları ve düşünceleri vardır. Sosyal toplulukların değerleri, uygarlaşma aşamaları, istek ve eğitimleri ancak bu genel duygu ve düşüncelerin belirme ve görülme derecesiyle anlaşılır. Bir sosyal topluluğu yönlendiren ve yöneten insanlar için, sosyal toplulukların sonu üzerinde hüküm vermek durumunda bulunan dostlar veya düşmanlar için ölçü, bu sosyal toplulukların kamu oyundan anlaşılan yeteneği ve değeridir. Bundan dolayı milletler, kamu oyunu dünyaya tanıtmak zorundadırlar. Bütün dünya kamu oyunun bunu öğrenmesini sağlamak ise, hayatlarının düzenlenmesi için şüphesiz gereklidir. Bu konuda bilinen araçlardan birincisi ve en önemlisi basındır. Basın, milletin genel sesidir. (Şiddetli alkışlar) Bir milleti aydınlatmak ve uyarmakta, bir millete gerek duyduğu düşünce gıdasını vermekte, özet olarak bir milletin, amacı mutluluk olan ortak yönde yürütülmesini sağlamakta basın, başlı başına bir kuvvet, bir okul, bir yol göstericidir. (Alkışlar) Bu önem ve yüceliği ile medenî dünyada söz hakkı kazanan basına, hükûmetimizin birinci derecede önem vermesi, bu konuya ayıracağı zamanı millete harcamakla yükümlü olduğu yararlı hizmetlerin en önünde sayması, Yüce Meclis’in kesin olarak isteyeceği hususlardan olmasıdır. (Alkışlar)

Şer’iye Vekâletimizin bir yıllık çalışmalarını büyük bir titizlikle inceledim. Varılan sonucu övgüye değer buldum. Teşekkür ve tebrik ederim. Din işlerinin yürütülmesi konusunda görüş açıklamaya aslında gerek yoktur. Çünkü bu konu Kur’an ile açıklık kazanmıştır. Yalnız akla gelecek olan bir noktayı söylemeden geçmeyeceğim.



Efendiler! Camilerin kutsal minberleri halkın ruhuna ait, ahlâkına ait gıdalarını veren en yüksek, en verimli kaynaklardır.

Bu nedenle camilerin ve mescitlerin minberlerinden halkı aydınlatacak ve halka yol gösterecek değerli hutbelerin içeriğinin halkça anlaşılır olmasını sağlamak yüce Şer’iye Vekâleti’nin önemli bir görevidir. (Şiddetli alkış, bravo sesleri)



Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve bilince hitap olunmakla İslâm topluluğunun vücudu canlanır, zihni saflanır, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur. (Alkışlar)



Fakat diğer yandan, hutbeyi yapanların sahip olmaları gereken bilimsel nitelik, özel yeterlilik ve dünyadaki olayların durumunu anlama yeteneği önem taşımaktadır.



Bütün vaiz ve hatiplerin bu bilince yararlı olacak şekilde yetiştirilmesine Şer’iye Vekâleti’nin güç harcayacağını umarım.

Vakıf meselesine gelince; bildiğimiz gibi, vakıf, ülkemizin önemli varlığını oluşturur. Bu servetten millet ve memleketi hakkıyla yararlandırabilmek için Şer’iye Vekâleti’yle birlikte bütün Bakanlar Kurulumuz ve hatta Yüce Meclis’in bu konuyu önemle inceleyerek bu büyük kurumun çöküntüden kurtarılmasını ve ülkeye faydalı bir duruma dönüştürülmesini dilerim.

Efendiler! Vakıfların kuruluş nedeni göz önünde tutulunca, bunun dine dayalı kuruluşu ile birlikte hizmet ve sosyal yardım amaçladığı ortaya çıkar. (Pek doğru sesleri)



Vakıfların, hayırevleri, akıl hastahaneleri ile misafirhaneleri, kütüphaneler, kervansaraylar, hamamlar, çeşmeler, okullar, medreseler ve diğer kültür kurumlarını kapsamış olması, vakıf meselesinin düzeltilmesinde uyulması gerekli olan kuralları göstermektedir. (Pek doğru sesleri)



Efendiler! Bu yıl dış ilişkilerimiz, sonuçlarına göre, bizce hayırlı birçok olayla doludur.

Genellikle dış ilişkilerimizi iki kısma ayırmak mümkündür: Rusya ve Doğu devletleriyle ve Batı devletleriyle.

Rus Şûrâlar Cumhuriyeti’yle var olan ilişkilerimiz ve iyi bağlarımız bu geçirdiğimiz yıl içerisinde, kusursuz bir şekilde gelişmeye devam etmiştir. (Alkışlar) 16 Mart’ta Moskova’da bir dostluk anlaşması imzaladık. Bu anlaşma ile, emperyalizmin şiddetli saldırılarına hedef olan iki devlet arasında doğal nedenlerle oluşan dayanışma, hukuk ile de belirlendi. Yakında iktisadî ve ticarî işler ile konsolosluk meselelerini düzenleyecek olan antlaşmaların da imzalanmasına karar verildi.



Türkiye-Rusya anlaşması, Rusya’nın müttefiki olan diğer devletlerle yaptığımız mutlu anlaşmaların birincisidir.

Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan Sovyet Cumhuriyetleri’yle Moskova antlaşmasının şartları içinde, Kars’ta 13 Ekim tarihli antlaşmayı imzaladık. Bu antlaşma, Doğuda hukukî bir biçim alan fiilî durumumuza Sevr Antlaşmasının uygulanamaz olduğunu gösteren olaylardan biridir. (Şiddetli alkışlar)



Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek olmayan isteklerinden çok, dünya kapitalistlerinin iktisadî yararlarına göre çözülmek istenilen mesele, Kars antlaşması ile, en doğru şekilde çözüme ulaştırılmış oldu. (Alkışlar) Yüzyıllardan beri dostluk içinde yaşayan iki çalışkan halkın iyi ilişkileri memnuniyetle yeniden kuruldu.



Ukrayna Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti ile de 2 Ocakta, Ankara’da yine Moskova Antlaşması şartları içinde bir antlaşma imzaladık. Bu antlaşmayı imzalamak üzere, şehrimize gelen seçilmiş delege ve değerli asker Frunze yoldaşın pek içten ve dostça davranış ve tutumuyla, aramızda ne kadar iyi bir taşirât ve hatırât bırakmış olduğunu söylemek isterim. (Alkışlar)



Kars Antlaşması hükümlerine göre, antlaşmayı yapan taraflar arasında ticarî ve iktisadî ilişkilerin kurulması ve bir konsolosluk antlaşmasının imzalanması için, Tiflis’e bir kurul gönderdik. Bu kurul halen Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan Cumhuriyetleri’nin delegeleri ile görüşme yapmaktadır. İki tarafın yararına uygun kararlar kabul edilerek, görüşmelerin yakında iyi bir şekilde sona ereceğini ümit etmekteyim.



Rusya Şûralar Cumhuriyeti’nin değerli temsilcisi olarak, Ankara’da bulunan Aralov yoldaşın… (Alkışlar) Büyük Millet Meclisi’ne hitaben gönderdiği mektup içeriğinde memleketimiz hakkında beslediği sevgi ve içten duyguları öğrenmiş oldunuz.

Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti’nin sevimli temsilcisi İbrahim Abilof Beyi ise… (Alkışlar) geçen yazdan beri Ankara’da aramızda görmekten memnunuz. Rusya Sovyet Cumhuriyeti’ne müttefik devletlerden Buhara Halk Sovyet Cumhuriyeti de Ankara’ya haberciler göndererek, var olan dostluk bağlarının (Alkışlar) şeklen de belirlenmesini arzu etmiş, bu arzusunun yerine getirilmesi tarafımızdan sevinçle çabuklaştırılmıştır.



Buhara’ya bugünlerde önemli devlet adamlarımızdan bir kişinin Başkanlığı’nda bir elçilik heyetimiz gitmek üzeredir.

Rusya Şuralar Cumhuriyeti ve müttefikleriyle en iyi ilişkileri kurup, iyi bir şekilde devam ettirdiğimiz gibi, bizimle aynı durumda ve dert ortağı olan Doğu İslâm devletleriyle de, var olan iyi ilişkilerimizin kuvvetlendirilmesini bir amaç olarak kabul ettik. (Alkışlar).

Bu amaca doğru yürürken, ilk antlaşmayı Afganistan İslâm Hükûmeti ile 1 Mart’ta Moskova’da imzaladık. (Alkışlar) Bu antlaşmanın uygulanmasından olmak üzere, Afganistan geçen yaz Ankara’ya bir elçi heyeti gönderdi. Bu kardeş devletin elçisi Sultan Ahmet Han… (Alkışlar) Ankara’da hepimizin kalplerinin sevgilisidir. Afganistan’da bir temsilcimiz vardır. Ünlü devlet adamlarından birinin Başkanlığı’nda bir elçilik heyeti de bugün Kâbil’e doğru yola çıkmak üzeredir. Şevketlü Afgan Emiri tarafından Büyük Millet Meclisi Başkanığı’na hitaben bütün Türk halkına gönderilen soyluluk ve içtenlik dolu değerli ve ince mektupların da prenslik zamanından beri (ki birkaç gün önce huzurunuzda okunup hep birlikte ve hararetle alkışlanmıştı) Afganistan’la Türkiye arasında var olan dostluk ilişkilerini bir kat daha sağlamlaştırmıştır.



İran İslâm Hükûmeti ile de yerleşmiş bulunan ilişkilerimiz bölge barışı ile pekiştirmek en büyük amacımızdır. İran Devleti Şahı tarafından Ankara’ya bir elçi gönderilmiş olduğunu haber aldık. Elçinin gelişi ile ilişkilerin sağlamlaştırılması için bütün önlemlerin tarafımızdan alınacağı şüphesizdir. (İnşallah sesleri).



Sonuç olarak, Rusya ve Doğu devletleriyle ilişkilerimizin bugünkü durumu iktisadî ve siyasî durumundan doğan değişmesi mümkün olmayan birtakım doğal nedenlerin etkisinde hepimizin yararına, emeline uygun bir biçimde gelişmekte ve sağlamlık kazanmaktadır. (Sürekli alkışlar)



Bu yıl doğu devletleriyle olan ilişkilerimizde daha önceki yıla göre, daha iyi gelişmeler bekliyoruz.



Efendiler! Memleketimizin gerek siyasî, gerek iktisadî ölüm hükmünü ilân eden Sevr Antlaşmasının uygulanmasına engel olmak üzere, milletimizin girişmek zorunda kaldığı kararlı mücadelesi karşısında, o antlaşmanın bize zorla kabul ettirilemeyeceğini birçok kanlı mücadelelerden sonra anlayan İtilâf Devletleri, bizi Londra’ya davet etmişlerdi. Pek az süre önce isyancı sayılan Hükûmetimizin böyle bir konferansa resmen davet edilmesi, milletimiz adına önemli bir siyasal başarıdır. Bu davet Sevr Antlaşması’nın fiilen ve hükmen yok olduğunu göstermesi dolayısıyla da, giriştiğimiz bu mücadele yolunda, başarılı bir aşamadır. Misak-ı Millîmiz içinde yapılabilecek bir barışı imzalamaya hazır olduğumuzu bütün dünyaya göstermek amacıyla katıldığımız bu konferanstan hiçbir sonuç çıkmadı. Londra Konferansı görüşmeleri sırasında ne kadar anlaşmaya yatkın hareket ettiğimiz hepinizce biliniyor. Belki, olayı silâh kuvvetiyle çözümleyebileceğini zanneden Yunanistan anlaşmaya yanaşmadı. (Kahrolsun sesleri).

Geçen yıl Fransızlarla esirlerin değiştirilmesi hakkında başlatılan ve iyi bir şekilde sonuçlandırılan görüşmeler, Ankara’da imzalanan Türkiye – Fransa anlaşması ile sona erdi.



Efendiler! Bu anlaşmanın genel ve temel bir önemi vardır ki, o da bununla Sevr Antlaşması’nı sağlayan İtilâf Devletleri’nin önemli bir taraftarı olan Fransa’nın adı geçen antlaşmanın uygulanmasının mümkün olmadığını fiilen ve hukuken kabul etmiş olmasıdır. (Alkışlar) Bu anlaşma ile yüksek manevî değer taşıyan bazı haklarımızı kazanmış olmakla birlikte, vatanın değerli bir parçasını da kurtarmış olduk. Üç yıldan fazla süren bir ayrılıktan sonra, ana vatana kavuşan bu bölgenin, gerçek sahibine geri verilmesini kabul edemeyen bazı düşmanlarımız oralarda karışıklık çıkarmaya uğraştılar, fakat harcadıkları çabalar tamamen boşa çıkmıştır. Teslim etme ve teslim alma, tam bir düzen içinde yapılmış ve sonuçlandırılmıştır. Ankara Anlaşması’nın ardından Fransa Cumhuriyeti ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti arasında siyasal ilişkiler kuruldu ve hükûmetimizin temsilcisi Paris’e gönderildi.

İngilizlerle bugüne kadar aramızda yaşanan tek olumlu olay kendileri tarafından tutuklanıp Malta’ya gönderilmiş bulunan vatandaşlarımızı kurtarmak olmuştur.



İtalya hükûmeti her ne kadar Ankara’ya bir görevli memur göndermiş ise de, ilgili kişi resmî görüşmelerde bulunmak yetkisine sahip değildi.



Efendiler,

Geçen yılın olaylarını açıklarken dış siyasetimizin ana hatlarını da bir dereceye kadar açıklamış olduğumu sanıyorum. Bu hatlar basit, doğru ve açıktır.



İç siyasetimizde olduğu gibi, dış siyasetimizde da ana maddemiz Misak-ı Millî hükümlerinden ibarettir. (Alkışlar) Ve Misak-ı Millî’yi kabul ederek, maddî ve manevî alanda tam bağımsızlığımızı kabul edenleri derhal dost kabul ederiz. Tam ve gerçek bağımsızlığımızı açık ve içten şekilde ilk önce kabul ederek, bize barış elini uzatan Rus Şûralar Cumhuriyeti ile dostluk bağlarımızın kuvvetlendirilmesi dış siyasetimizin temelidir.



Bu temel tam bağımsızlığımızı kabul edecek herhangi bir devletle ilişki kurmamıza elbette engel olamaz.

Efendiler! Dış siyasetimizde dost bir devletin hukukuna saldırı yoktur. Ancak hakkımızı, hayatımızı, memleketimizi, namusumuzu koruyoruz ve koruyacağız. (Evet sesleri ve şiddetli alkışlar)



Medenî dünyanın milletlerarası ilişkilerde de ortaya attığı yüce, asıl düşünce ve arzunun bir özeti demek olan “Her milletin kendi geleceğine kendisinin hakim olması” hakkını biz yer yüzünde yaşayan milletlerin hepsi için tanıyoruz. Bizim de bu hakkımızın kayıtsız şartsız tanınmasını istiyoruz.



Bu kanunî ve haklı isteğimizi tanımamak yüzünden akan ve akacak olan kanların sorumluluğu şüphesiz neden olanlara ait olacaktır. (Kahrolsun neden olanlar sesleri) Bizi millî davamızı izlemekten yıldıracak hiçbir araç, hiçbir kuvvet düşünülemez. (Alkışlar) Millî davamız bizim hayatımızdır. Hayatına son verilmek istenen en zayıf yaratığın bile bu harekete karşı isyan ve nefretle, son nefesine kadar kendisini korumaya çalışmasından daha doğal bir şey yoktur. (Bravo sesleri) Kaldı ki, bizim milletimizin kararlılık ve inancında, mücadele yeteneğinde ve kudretinde en küçük bir zayıflama yoktur. (Yoktur sesleri) Tam tersine, her geçen gün sağlamlık derecesini artırmaktadır. (Şüphesiz sesleri) Ülkemizin iktisadî kaynakları bütün dünyanın dikkatini çekecek verime ve zenginliğe sahiptir. Halkımızın çiftçi olması, topraklarımızın dünyanın en bereketli topraklarından bulunması, maddî hayat için korku duyulacak hiçbir endişeye mahal bırakmamaktadır.



Ordumuz her gün bir kat daha gelişmekte, varlığımızı, millî bağımsızlığımızı ve ülkemizi güvenle korumayı üstlenmektedir. (Alkışlar)

Düşmanlarımız bizi, zorlayıcı önlemler uygulayacakları tehdidi ile bağımsızlığımızı güvenceye almayan şartlar içinde barış yaptırmaya zorlayabileceklerini sanıyorlarsa bunda çok aldanıyorlar. (Alkışlar) Düşmanlarımız, Türk halkını kutsal varlığını korumak için giriştiği savaşta yorgun düştü sanıyorlarsa, bunda çok aldanıyorlar. (Alkışlar, asla sesleri)



Düşmanlarımız, bizim şimdi ve sonra esir düşmemize neden olacak şartları reddetmede tereddüt gösterdiğimizi sanıyorlarsa bunda daha da çok aldanıyorlar. (Sürekli alkışlar) Düşmanlarımızın bu gizli arzularından henüz kurtulamamaları hâlâ çevrelerindeki gerçekleri görmemelerinden kaynaklanıyor.



Efendiler! Bilirsiniz ki, gerçek sınırı bütün dünyaca bilinen millî davamızı Avrupa’da savunmak ve insanlıkla karşı karşıya bu davayı bir daha doğrulamak ve kabul ettirmek üzere Hariciye Nazırı İstanbul üzerinden Avrupa’ya gönderilmiştir.



Efendiler! İstanbul, büyük Peygamberimizin özel ilgi gösterdiği, Eba Eyyüb El-Ensarî Hâlid’in (Eyüp Sultan) on dört yüzyıldan beri mezarının bulunduğu ve manevî gözetimi altında tuttuğu bir şehirdir. Beş yüzyıl boyunca Türkiye’nin başkenti olmuş bir şehirdir. (Yine olacaktır sesleri). Milletimiz bu gönül alan şehirde beş yüzyıl yüce hilâfet makamını korumaktadır. İstanbul şehri, milletimizin sonsuz çalışma özverisi sonucu olarak elde edilen Allah’ın bir hediyesidir. Doğrusu milletimizin maddî ve manevî varlığını yücelten anıtlar ve kuruluşlar ve medeniyet eserleri İstanbul’da yoğunlaşmıştır.



Milletimiz memleketin tümünün zararına olarak, bütün varını yoğunu, en büyük gayret ve yardımlarını can evi kabul ettiği bu şehre kullanmış ve hatta gereksiz yere harcamıştır. Bundan dolayı İstanbul bizce çok değerlidir, çok önemlidir. Bunun içindir ki İstanbul şehrinin güvenliğinin bozulmadan korunması ile ilgili ilke, Misak-ı Millîmiz’in dördüncü maddesinde en kuvvetli amaçlarımızdan birini oluşturmaktadır. (Alkışlar). Bugün düşman işgali altında bulunmak felâketiyle ağlayan bu talihsiz şehir halkının, bu bizim aziz kardeşlerimizin, millî davamıza olan ilgi ve ilişkilerini ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetine gönülden bağlılıklarını, hiçbir kuvvetten yılmayarak açığa vurmakta ve kabul ettirmekte gösterdikleri maddî ve özellikle manevî özveriyi övgüyle anarım. (Alkışlar) Bu değerli kardeşlere içinde bulundukları talihsiz günlerin, uzak olmayan kurtulma günleri karşısında sonsuzluğa dek ölüme mahkûm olacağını hatırlatırım. (İnşallah sesleri). Bu noktada bir an durmak zorundayım. Zira bütün millete, bütün dünyaya gerçek olan bir durumu bildirmek gereğini hissettim.



Efendiler! Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, Türkiye’nin ve Türk halkının geleceğini ve bağımsızlığını sağlamaya çalışıyor. Çünkü Türkiye’nin asıl sahibi ve gerçek sahibi olan Türk halkının arzu ve kesin irâdesi bu yoldadır. (Evet, evet sesleri). Bu yüce millî irâdenin karşısında harekete cesaret gösterenler ve girişimde bulunanlar, millete karşı asi, serkeş ve haindirler. (Bravo sesleri ve alkışlar). Bu gibi günahkârlar, şimdi ve sonra millî irâdenin adaletinden kendilerini kurtulamazlar. Bunun için, İstanbul’da bazı devlet adamlarının ve sarayın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin durumuna ve çalışmalarına zarar verici ve engelleyici tutumlardan sakınmalarını beklemekteyim.



Efendiler! Millî davamızla ilgili olması nedeniyle bugünkü durumumuzla ilgili bulunan Balkan hükûmetlerinden de biraz söz etmek istiyorum. Bugünkü dünyanın genel siyasî durumunun etkisi altında, Bulgaristan hükûmetinin suskun ve hareketsiz kaldığı görülüyor. Fakat Bulgar halkının hayatî çıkarlarının Türkiye ile ortak olduğunun bilincinde bulunduğuna eminim. Bulgaristan’ın şimdi veya sonra bu yakınlığının gereğini yapacağına da inanıyorum. Türkiye dostluğunun kendilerine sağlayacağı büyük yararlardan Bulgaristan’ın uzak kalacakları beklenemez.



Arnavutluk hükûmetine gelince, bu İslâm Hükûmeti halkı ile yüzyıllarca beraber yaşadık. Uzun zamanlar kendileriyle hayatımızı birleştirdik ve alın yazılarımız bir idi. Aynı dinden olan bu halk ve hükûmetin, varlığını koruması ve mutluluğunu sağlaması için bize bağlı olduğu gerçeğini anlaması gereklidir. Bugünkü güç durumlarının doğuracağı acıklı zorunlu hallerden kurtulmaları için önlemler alınacaktır. Bunu kuvvetle ümit ederim.

I. Dünya Savaşı’ndan sonra Yugoslavya devleti şekline dönüşen eski Sırbistan’da önemli bir İslâm çoğunluğu bulunmaktadır. Bundan başka, bu devletin hayatî yararları ile ilgili amaçlar vardır ki, bu amaçlar, bugün bize saldıran düşmanın elindedir. İşte bu noktaların incelenmesi gerekmektedir. Bu hükûmet içinde bulunan dindaşlarımızın bugünkü durumumuza ilgisiz ve seyirci kalmaya devam edecekleri düşünülemez.

Efendiler! Dış faaliyetler konusundaki konuşmamı tamamlamak için hepinizce duyulan ve nitelikleri az çok bilinen birkaç genel siyasî olayı yalnız hatırlatmakla yetineceğim.

Deniz kuvvetlerinin silâhlandırılmasının sınırlanması, İngiltere-Japonya antlaşmasının feshi, Çin’de açık Pazar siyasetini görüşmek üzere yapılan Washington konferansı, Amerika-İngiltere-Japonya ve Fransa arasında dörtler anlaşmasına dönüştü.

Çin’de bütün devletlerin serbest ticaret yapabileceklerinin ilânı, çok önemli bir noktadır. Bununla Avrupa devletlerinin Uzak Doğu’da şimdiye kadar uyguladıkları etki bölgeleri ve memleketleri ele geçirme siyasetlerinden vazgeçtikleri anlaşılıyor. Yakın Doğu’dada aynı siyaseti uygulamaya karar vermekten daha doğru bir yol olamaz.



Cannes’da yapılan konferans Avrupa’nın onarımı ve canlandırılması adını verdikleri meselenin çözümlenmesini ve İngiltere ile Fransa arasında bulunan bazı meselelerin giderilmesini amaçlıyordu. Fakat, Fransa Cumhuriyeti Başbakanı Mösyö Brian’ın istifaya mecbur olmasıyla konferans sonuçlanmadan dağıldı. Bu onarım ve canlandırma sorununun ortaya atılmasında İngiltere’de bulunan milyonlarca işsizin büyük etkisi olmuştur. Bu işsizliğin doğuracağı bunalım nedeniyle İngiltere açık pazarlar bulmak zorundadır. Bunun için İngiltere’nin ilk düşüncesi Almanya ve Rusya olmuştur. Bunun için Almanya ve Rusya’nın iktisadî durumları ve bu durumlarla İngiltere’nin kuracağı ilgilerin doğuracağı siyasî ilişkiler başlı başına görüşülmeye değer meselelerdir.



İngiltere’nin Almanya’dan yararlanma mecburiyeti, Almanlar yararına borçların ertelenmesi meselesini doğurdu. Bundan da İngiliz, Fransız güvence antlaşmasının yapılması gereği ortaya çıktı. Borçların ertelenmesi meselesi, tamamen kesin sonuca erişmiş sayılamayacağından Cenova Konferansı’na ertelenmiştir. Cenova Konferansı’na zaten Cannes Konferansı neden olmuştur.

Mart başlarında toplanmak üzere davet olunacağı söylenmiş olan bu konferansa (Türkiye dışta bırakılmak üzere) bütün Avrupa devletleri davet olunmuştur… Türkiye’nin katılmasını sağlamak için Paris temsilcimiz aracılığı ile girişimde bulunduğumuz gibi, dostumuz Rus Şûralar Cumhuriyeti’nin de bu konuda girişimleri olmuştur. Amerikalılar katılmayı kabul etmemişler. Alabildiğimiz bilgilere göre İngiltere-Fransa güvence antlaşması, Almanya tarafından Fransa topraklarına kışkırtma olmadan bir saldırı olursa, İngiltere’nin deniz ve kara kuvvetleri ile Fransa’ya yardım etmesinden ibarettir.

Efendiler! Bu anlaşma belgesindeki (kışkırtma olmadan) kaydı gerçekten varsa önemle araştırılması, incelenmesi gerekir. Çünkü dünyada, gereklilik ve kışkırtmanın tarifi, sınırlandırılması ve nitelendirilmesi yapılmamıştır. Herhangi bir işlem, düşünceye göre olumlu veya olumsuz yorumlanabilir.



Efendiler! son zamanlarda bir Doğu meselesi konferansı da konu edildi ve edilmektedir. Bu konferansın ne dereceye kadar ciddî amaçlarla ve ne zaman toplanacağı hakkında henüz güvenilir bir belirti yoktur. Doğu meselesi konferansının toplanması için, ordularımızın harekete geçmesinin beklenmekte olduğunu kabul etmek en ihtiyatlı düşünce olur. (Bravo sesleri). “Hazır ol cenge eğer istersen sulh-ı salah” eğer barışın rahatlığını hayatta istiyorsan her an savaşacakmış gibi hazırlıklı ol gerçeğini bir an akıldan çıkarmamak millî davamızın arzuladığı düşüncedir. Bu görüşe dayanarak uyanık olmak ve hazır bulunmak olan prensibimize uymaya devam edeceğiz arkadaşlar.



Bütün bu ayrıntılardan sonra millî tarihimizin en fedakâr yüce unsuru olan kahraman ordumuzdan söz edeceğim. (Sürekli alkışlar). Doğu cephesindeki ordumuz, birinci toplanma yılı içinde vatanın kendisine verdiği görevi fedakârlıkla yerine getirmiş ve gerçekleştirmiştir.



Komşu hükûmetlerle de istenen dostça ilişkiler kurulmuş olduğundan olgun ve sakin bir biçimde savaş dışı görevini yerine getirmeyi, talim ve eğitim ile uğraşarak sürdürmektedir. (Var olsun sesleri).



Elcezire cephesiyle merkezde ve ülkenin diğer bölgelerinde birliklerimiz, verilen görevleri sessizce yerine getirmektedirler. Batı cephesine gelince, geçen yıl başlarında Birinci İnönü Savaşı’ndan yeni çıkmış bir durumda bulunan ordumuz, aslında düşmanlarımızdan gizli olarak kuruluşunu genişletme ve tamamlama çalışmaları yapıyordu. Bu sırada Yunanlılar, Londra Konferansı’nı zaman kazanacak ve Türkleri kandıracak bir araç olarak düşünüyor, harekete geçme mevsimini bekliyordu. Mart ortasında harekete geçme mevsimi geldi ve Yunan ordusunun hazırlığı bitti, artık zamana ihtiyaçları kalmamıştı. Büyüklük taslayan bir biçimde Londra Konferansı’nı bir yana bıraktılar. Martın yirmi üçünde her yandan saldırıya geçerek emperyalistlerin bir büyük sömürge içindeki harekâtına benzer biçimde vatanımızı ele geçirmeye başladılar. (Kahrolsun sesleri).



Gösterişli duyurular ile geçen ilk günlerden sonra çetin savaşlara girişildi. Sonuç olarak tarihin İkinci İnönü Savaşı dediği bir büyük olay meydana geldi. Bu büyük olayı Dumlupınar’daki taaruz harekâtımız ve başarılarımız izledi. İkinci İnönü Savaşı, milletimizin davasındaki gerekliliği ve kutsallığı bütün dünyaya duyurdu. Yunan tezindeki gerçek olmayan durum da bütün dünyaca anlaşılmış oldu. Yine İkinci İnönü’den sonra Yunanlılar ülkemizi yakmakla, silâhsız ve silâh kullanamayan evlâtlarımızı öldürmekle yaradılışlarındaki vahşiliği bütün dünyaya kanıtlamış oldular. Bilecik, Bozüyük, Söğüt, Yenişehir yangınlarını ve saymakla bitmeyen namusa saldırıları ve öldürmeleri, Yunan komutanlarının emriyle ve özel olarak kurulan birliklere tümüyle yaptırdıkları, incelememiz sonucunda ortaya çıkmış ve anlaşılmıştır.



Yunanlılar, olayın zannettikleri kadar basit olmadığını İkinci İnönü Savaşında anladılar. Bunun üzerine genel seferberlik görüntüsünde önlemlere başvurdular. Bütün orduyla ciddî bir sefere karar verdiler. Bir yandan bu hazırlığı sürdürürken, diğer yandan siyasî olarak bizi kandıracak ve gevşekliğe itecek siyasal propagandalara giriştiler. Yunan kralı Anadolu’ya geldi. Köylerde kan dökme ve namusa saldırı için emir veren generallerini yakından yönetti. (Barbar sesleri) Yunan seferberlik hazırlığı Temmuz başlarında bitmiş ve saldırı harekâtı başlamıştı. Temmuz başlarında bizim hazırlıklarımız henüz bitmemişti. Bunun için askerî eylemlerimizi ona göre yönetmek gerekiyordu.



Yunanlılar askerî eylemlerine başlangıç olarak, Afyon, Kütahya ve Eskişehir’i işgal ettiler. Ve bütün dünyaya yayımladıkları duyurularla Türkiye ordularını yok ettiklerini iddia ettiler. Akıl sahibi ve mantıklı olanların inanmadığı bu düşman propagandalarına bizzat düşman tarafının inanmış olduğu anlaşılmaktadır. Bu düşünce ile süren askerî eylemler, Sakarya ordusuyla kesin yenilgiye uğradı ve sonucu bugün bütün dünya öğrenmiş oldu. Büyük yenilgiden sonra kral ve prensler tarafından verilen emirlerle Yunan ordusu tekrar vahşi olaylara başvurdular. Bugün bütün dünya, yakılan köylerimizi, saldırıya uğrayan kadın ve çocuklarımızı ziyaret edebilir. Yunan prensleriyle generalleri özellikle ırza tecavüz ettirmekten zevk almaktadırlar. (Kahrolsun sesleri). Halbuki bizim milletimizde olduğu gibi, bütün milletlerce de ırza saygı kutsaldır.



Düşman, insanlık dışı olan yıkma ve yakmaları ile namusa saldırılarını dünya karşısında gizlemesi ve kabul etmemesinin imkânsız olduğunu görünce bunları galibin izlemesi gerekli zorlaştırıcı askerî önlemler olarak ilân etti. Bu duyurunun kimse için inandırıcı olmadığı kesindir.



İşte efendiler, geçen Mart başında durumu bilinmeyen ordumuz, bir yıl içinde sürekli olarak gelişip ilerleyerek ve birbiri ardından çetin savaşlarla düşmanı sürekli olarak yenerek bugünkü büyük ve değerli duruma yükselmiştir. (Alkışlar) Bugünkü kuvvetinin derecesini gelecek olaylar açıklayacaktır. (İnşallah sesleri) (Alkışlar).



Efendiler! Ordumuzu anarken, savaş gücümüzün kuruluşu ve hazırlanması, noksanların tamamlanması ile ilgili çalışmaları da kısa bir şekilde anlatmak isterim. Özellikle, savaş sanayii üretimi yapan fabrikaların çalışmalarını özel bir övgüyle anmayı değerbilirliğin gereği olarak kabul ederim. Bu son yıl içinde bu fabrikaların eksiklikleri yavaş yavaş tamamlanmıştır. Bugün her türlü ihtiyaç üretilebilir. Yeni kurulan mermi ve fişek fabrikalarında çok miktarda topçu ve piyade cephanesi ile bombaların hazırlanması ve yapımı sağlanmıştır. Ordu saflarına, telsiz telgraflarla diğer modern haberleşme gereçleri ve istihkâm araçları gibi birçok araç ve gereç eklenmiştir. Elbise ve kunduranın ülke içinde yapılması ile ilgili çalışmalarımız sürdürülmektedir. Bu yıl Anadolu’da bazı önemli tesislerin kurulmasına karar verilmiştir.



İkinci toplanma yılı içinde ordunun sağlık durumu sevindirici bir durum göstermiştir. Ordu içindeki hastalık durumu normal zamanlarda meydana gelen oranı geçmemiştir. Hele sarî (bulaşıcı) hastalıklar ve bununla ilgili olanlara ordumuzda rastlanmamıştır. Yapılan görüşmelerde kırsal sağlık hizmetleri memnuniyet verici bir biçimde yürütülmektedir. Millî ordumuzun kuruluş döneminde yapılan Birinci İnönü Savaşı’nda ordunun sıhhî araçları dört araba, dört sedyeden kurulu küçük sağlık birliklerinden oluşurken, bugünkü ordumuzun hastahaneler ve yaralı taşıma birlikleri kurularak, sağlık kuruluşları tamamlanmıştır. Bu arada Kızılay Derneği ilgililerinin yaralı gazilerimiz için yaptıkları seçkin hizmetlerini özel olarak övgü ile anlatmayı gerekli görürüm. (Alkışlar).



Millî Savunma Bakanlığı’nda çalışmaya başlayan harita dairesi, ordunun tüm harita ihtiyaçlarını karşılamayı başarmıştır. Bundan sonraki çalışmaları ile ülkenin daha kapsamlı ve ayrıntılı haritalarını hazırlayacaktır. Kıyılarımızın genişliğine ve deniz araçlarımızın az olmasına karşılık gayretli deniz subaylarımız anılmaya değer hizmetler yapmaktadırlar. Orduya dair açıklamalarımı bitirmeden önce savaşa hazırlanmada güvenilir kaynak olan millî vergiyle karşılama konusunda bütün halkın ve milletin gösterdiği heyecan ve özveriyi şükranla anmayı görevim sayarım. Tarihî mücadelemizin olumlu bir çalışma yeri olan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin bu yıl içindeki millî hizmetlerini de övgü ile anmayı bir görev sayarım. Bu kuruluşun dünkü ve bugünkü çalışmalarında olduğu gibi, bundan böyle de yeniliklerde ve millî gelişmeler konusunda en önemli önder görevini yaparak millî hayatımızda yüce yerine uygun görevleri başaracağına inancım tamdır.



Efendiler! Meclisimiz’in ikinci toplanma yılı içindeki çalışmalarını da özet olarak millete arz eylerim. Bugün yüce üyelere dağıtılan yıllık çalışma cetvelinde bu maruzatımın ayrıntıları yer almaktadır. Yüce Meclis’in bir yılda yaptığı birleşim 167’dir. Bu birleşimlerde 271’i açık ve 69’u gizli ve 19’u kısmen gizli, kısmen açık olmak üzere toplam 359 oturum yapılmıştır. Yüce Meclis, bu geçen yıl içinde 177 kanun tasarı ve önerisinini birinci toplanma yılından devir almıştır. İkinci toplanma yılında da 355 kanun tasarı ve önerisi geldi. 10 tane de tezkere ve önerge olarak geldikten sonra kanun işlemine tâbi tutuldu. Böylece 542 kanun tasarı ve öneriden bu yıl içinde 94’ü kanunlaştı. 65’i reddedildi. 30’u Bakanlar Kurulu’na gönderildi. 15’i Bakanlar Kurulu veya sahipleri tarafından geri alındı. 18 kadarı ilgili kanunlarla birleştirildi. 6 adedi karar şeklinde kabul edildi ki, toplam 228 eder, 1922 yılında Yüce Meclis’çe işlemleri tamamlanan kanun tasarı ve önerilerinin toplamı budur. 106 tasarının da komisyonlarca işlemi tamamlanmış ve Genel Kurul’a gönderilmiştir. Geri kalan 208 tasarı ve öneri komisyonlarda bulunmaktadır ki, bu yıl tamamlanacaktır.



Birinci toplanma yılında olduğu gibi, ikinci toplanma yılı içinde de Meclis üyesi bulunan bazı arkadaşlarımız Meclis dışında birtakım hizmetler ve önemli görevler yapmışlardır. Bu özetle sayın arkadaşlarımızdan bir kısmı halen orduların ve birliklerin başında ve düşman karşısında savaşma görevini yürütmektedirler. Bugün Meclis’te bulunan bazı arkadaşlar bile bu yıl içinde yapılan savaşlara fiilen katılmışlardır. Arkadaşlardan bir kısmı önemli siyasî dış görevler yapmak üzere Doğuya ve Batıya gönderilmişlerdir. Bunlardan bir kısmı görevlerini yaparak dönmüşler, bir kısmı yeni gittikleri yerlerde bir kısmı da henüz bulundukları yerlerde çalışmaktadırlar. İnceleme ve araştırma yapmak üzere bir kısım arkadaşlarımız Meclis tarafından doğu bölgelerine gönderilmişlerdir. Ve birçok arkadaş, savaşlardan sonra Meclis ile ordu arasında ilişki kurmak için uğraşmışlardır. Ordunun durumu hakkında Meclis’e bilgi vermişlerdir. Yine bazı arkadaşlarımız önemli olayları incelemekle görevlendirilmişlerdir. Üyelerden bazıları da, yayınlarla kamuoyunu zararlı dış propagandaların etkisinden kurtarmak için halkı aydınlatma ve yol gösterme amacı ile ülkede dolaşmışlardır. Ordunun geri hizmetlerini gözetme ve yardım görevleri ile de bir kısım arkadaş çeşitli bölgelere gitmişlerdir. Bunlardan başka, iç tüzük dışında kurulan heyetler ve komisyonlar da Meclis görevlerinden artan zamanda çalışmışlardır. Birçok arkadaşımız çeşitli bölgelerde İstiklâl Mahkemeleri’ni kurarak büyük bir çaba ve uğraş vererek; gerek vatan yararına gerek halkın hukukunu korumak için elinden gelenden fazla çalışma göstermişlerdir.



Arkadaşlar, geçen yıl başında 350 üye ile işe başlamıştık. Bunlardan dört kişi, görülen lüzum üzerine istifa ederek Meclis’ten ayrıldılar. Var olan açıklar nedeni ile usulüne uygun olarak yapılan seçimler sonucunda yıl içinde aramıza dokuz yeni arkadaş katıldı. Yine yıl içinde sayın arkadaşlarımızdan sekiz kişi hayatlarını kaybederek (Allah rahmet eylesin sesleri) bu kutsal mücadele sırasında kutsal savaş cennetliği oldular, bu şekilde üçüncü toplanma yılına 347 üye ile başlıyoruz. Geçen yıl Malta’da bulunan arkadaşlarımızın da bu yıl başında aramızda olduklarını, bu arada özel olarak vurgulamak isterim. Yıl içinde vefat eden merhum kardeşlerimizin adlarını da burada saygı ile anıyorum. İsmail Fazıl Paşa (Yozgat), Hamza Hayatî Bey (Menteşe), Hasan Tahsin Bey (Mardin), Cemaleddin Çelebi Efendi (Kırşehir), Murad Bey (Kastamonu), Fuad Bey (Çorum), Salâhaddin Bey (İstanbul), Hacı Hayalî Efendi (Urfa). Bu yüce arkadaşlarımızla birlikte bağımsızlık uğrunda cephelerde şehit olan bütün arkadaşlarımızın ruhlarına ayakta fatihalar armağan edelim. (Hep birlikte ayağa kalkarak fatiha okundu)



Saygıdeğer ve aziz arkadaşlarım,

Meclis’in ve milletin dayanışması için yeni işlerin ve olayların yükleyeceği özverileri kabulde göstereceğimiz istek ve heyecan son başarı için en kuvvetli bağdır.



Efendiler! Geçen iki yılın yavaş yavaş; fakat güvenilir sonuçlarını önümüzdeki çalışma dönemi için ölçek yaparsak kurtuluş günlerinden uzakta bulunmadığımızı görürüz. Bu yeni yıla her zamandan çok daha emin, her zamandan çok rahatlamış, ağır başlı, dikkatli ve hazırlıklı olarak giriyoruz (İnşallah sesleri). Bezginlik ve uyuşukluktan arınmış olarak giriyoruz. Sonsuz bir kararsızlıkla ve imanla dolu olarak giriyoruz. Bizim için hayat ateşi gelecek nesiller için kurtuluş ümidi olan kutsal amacımıza boyun eğmeden yürüyeceğiz ve Allah’ın yardımı ile ne yapıp mutlaka başaracağız… (Sürekli alkışlar) (Bravo sesleri).



Ölmez bu vatan farz-ı mahal ölse de hattâ

Çekmez kürenin sırtı tabut-ı cesîmi1

(Yaşa sesleri ve sürekli alkışlar).