Günün Sözü DamlaPenia.
Her şey neye layıksa ona dönüşür. -Mevlana
Etiket Listesi

Seçenekler
Seçenekler
Stil
Avatar Seçilmemiş
Üyelik tarihi
28 Kasım 2018
Yaş
31
Mesajlar
25
Seslenildi
1 Mesaj
Etiketlendi
0 Konu

Standart Gerçek Bilim Ve “Nöro-Sömürü”

30 Kasım 2018
1



Beyin bilimlerinin tartışmasız önderliği elinde tuttuğu popüler bir bilgi dünyasının içinde yaşıyoruz. Son yılların en fazla harcama yapılan ve en hızlı gelişen alanı şüphesiz “sinirbilimleri” yahut “nörobilim” olarak bilinen alan. İnsan davranışlarına yönelik en önemli bilgi kaynağımız olan beyin bilimleri, binlerce yıldır davranışlarımızı yönlendiren biyolojik kodları çözmeye bizi çok yaklaştırmış gibi görünüyor. Sadece bilim insanları bu konuda gittikçe daha büyük bir iştah ve merakla çalışmalarını derinleştirmekle kalmıyor, yeni şeyler öğrenmeye meraklı ve profesyonel olarak bilimle uğraşmayan bir çok insan da daha fazla öğrenmek için gün geçtikçe daha talepkar oluyor.
Her devirde olduğu gibi bilimsel bilginin tüm dertlerimize çare olacağı beklentisi hala çok büyük. Fakat bilimin kırılgan ve yanılabilir bir faaliyet alanı olduğunu sıklıkla unutuyoruz. Özellikle karşımızda insan beyni ve davranışları gibi esaslı bir sorun varken, bilimin sorun çözme yöntemleri çok hızlı ilerlememize izin vermiyor. Bulduğumuz cevaplar binlerce yeni soru üretiyor ve her adımda karşımızdaki gizemin karmaşıklığı karşısında gittikçe daha da fazla hayret ediyoruz. En azından bu alanda aktif olarak çalışan bilim insanlarının hissiyatı genelde bu yönde.

Tabii her zaman olduğu gibi madalyonun bir de diğer yüzü var. Sinirbilim alanında üretilen bilgiler günlük yaşantımızdan eğitimimize, sosyal ilişkilerimizden kişisel başarımıza kadar bir çok alanda yeni fikirler üretmemize imkan verirken, bilimsel bilgi ve diplomaların amacı dışında kullanılması da her zaman olduğu gibi gündemimizde. Günümüzde sadece bilgi üretenlerin değil, şarlatan ve dolandırıcıların da en fazla başvurduğu bilgi, şüphesiz beyin bilimleri alanından geliyor.
İçinde yaşadığımız dönem bazıları tarafından “nöromanya” dönemi olarak da adlandırılıyor. Zira bu gün hangi konuyu ele alsanız, başına “nöro” ekletilerek türetilen yeni bir versiyonuna rastlayabiliyorsunuz. Nöroekonomi, nöropazarlama, nöroeğitim, nörohukuk, nöroergonomi, nöromimari, nöroestetik ve daha niceleri adeta her gün pıtırak gibi çoğalmakta. Bunların bir kımı önemli ve derinlikli araştırmaların yürütüldüğü bilim alanlarına dönüşse de diğerleri sadece havalı ve altı boş birer terime dönüşüyor. Bunun en büyük sakıncası ise “nöro-sömürücülere” yani kulaktan dolma ve konuyla uzaktan ilgili insanların gözünü boyamaya uygun bölük-pörçük bilgilerle çıkar sağlamaya çalışan fırsatçılara uygun bir çatı sağlaması.
Nöro-sömürücülerin çeşitleri

Kişisel gelişimcilerden yaşam danışmanlarına, koçlardan kişisel yahut kurumsal danışmanlara kadar tahsil geçmişi çeşitli bir çok insanın “Beyin ve…” diye başlayan başlıklar altında eğitimler, uygulamalar, konuşmalar ve danışma programları düzenlediğini görmeye başladık. Özellikle gençlerimizi bilimsel bilginin üretimi ve kapsamı hakkında maalesef oldukça zayıf bir kültürle yetiştirdiğimiz ülkemizde, bu tip kötüye kullanımlara çok uygun bir zihinsel ortam da mevcut.
Nöro-şifacılar!

Bırakınız biyoloji yahut tıp eğitimini, yaşam bilimlerinin herhangi bir alanında eğitim almamış bir çok insan günümüzde “beyin” ve sinirbilimlerine ait kavramları-bilgileri kullanarak insanların yaşamlarını iyileştirebilecek uygulamalar sattıklarını iddia edebiliyorlar. Adına yaşam koçluğu, nöro-danışmanlık, mentorluk ve benzeri havalı isimler konarak piyasada arz-ı endam eden insanların sayısını takip etmek mümkün değil. Ben aslen bir biyolog olmama, yüksek lisans ve doktoramı tıp fakültesinde yapmama, 25 yılı aşkın akademik hayatımı neredeyse tamamen sinirbilimleri üzerine farklı alanda araştırma ve eğitimlerle geçirmeme, klinik hiç bir alanda eğitim ve pratiğim olmamasına rağmen, her hafta onlarca “klinik görüşme” talebi alıyorum. Nedeni, insanların televizyonlarda ve halka açık eğitimlerde anlaşılır bir “hoca” olarak dinledikleri bir insandan “şifa” bulabileceklerini düşünmeleri. Eğer bu inancı kullanacak suistimal edecek olursanız, gayet büyük paralar kazanmanız işten bile değildir. Ne yazık ki ülkemizde bu tip uygulama ve iddiaları denetlemek, takip etmek ve önlemek konusundaki yasal önlemler çok yavaş ve geriden geliyor. Bu sırada da kötü niyetli ve insan sağlığını ticaret konusu yapan bir çok fırsatçıya çok cazip bir ortam sunulmuş oluyor.
Biofeedback ve neurofeedback’in başına gelenler

Aletli beyin eğitim teknolojileri 1980’lerden beri özellikle ABD kaynaklı araştırma gruplarının çalışmaları sonucunda tüm dünyada kullanılmakta. Bir çok farklı tipi ve yaklaşım tarzı olan çeşitli yöntemlerle, bedenden kaydedilen biyolojik sinyaller, çeşitli bozuklukları düzeltmek ve performansı artırmak amacıyla sıklıkla kullanılıyor. Temelde bedenden alınan sinyallerin görselleştirilerek çeşitli biçimlerde verilerin alındığı kişiye geri verilmesi ve bu sayede kişinin “aynaya bakar gibi” kendi fizyolojik parametrelerinde çeşitli düzelmeler sağlaması amacını güden yöntemlere “biofeedback” yahut “biyolojik geri-bildirim” diyoruz. Mesela normalde aletsiz olarak duyamadığımız kalp ritmimizi yahut bu ritimdeki değişiklikleri (HRV) kişiye görsel olarak geri-bildirerek, insanların stres düzeylerini azaltmayı amaçlayan terapiler, böyle biyolojik geri-bildirim yöntemlerinden birisi. Eğer kişiye gösterdiğiniz ve düzeltmek üzere baz aldığınız değişiklikler beyin dalgaları ise, bu yöntem bu kez “nörofeedback” yahut “sinirsel geri-bildirim” olarak adlandırılıyor (Konuyla ilgili daha detaylı bilgi için tıklayınız).
Beyindeki elektriksel faaliyetleri kafa derisi üzerinden yazdırmayı mümkün kılan elektro-ensefalo-grafi (EEG) tekniği yirminci yüzyılın başlarında keşfedilmiş çok eski bir tekniktir. Bu teknikle kayıt cihazlarınız ne kadar iyi olursa olsun, beyinden alınan elektriksel sinyaller tek başına çok fazla bir bilgi vermez. Bu nedenle özellikle kişisel bilgisayarların yaygınlaşmaya başladığı 1980’li yıllardan itibaren, bu karmaşık sinyalleri analiz edebilecek yeni yazılım ve analiz teknolojilerinin gelişmesiyle, EEG kayıtlarından elde edebileceğimiz bilgi inanılmaz ölçüde arttı. Bu yöntemler sayesinde, kişilerin çeşitli zihinsel durumları, depresyon, endişe, takıntılar, dikkat ve yoğunlaşma gibi bir çok farklı duruma dair belirleyici ve ayırt edici ipuçları elde edebiliyoruz. Bu analiz sonuçlarını çeşitli biçimlerde görselleştirdiğimizde ve kişinin kendisine uygun bir yazılımla gösterdiğimizde ise, özellikle zihinsel performansı azaltan bir çok durumu tekrarlayan seanslar boyunca değişik oranlarda iyileştirmek ve zihinsel keskinliği artırmak mümkün oluyor.
ABD’de NASA astronot eğitim programından askerlerin yetiştirilmesine kadar bir çok alanda sinirsel geri-bildirim yıllardır standart eğitimin bir parçası olarak kullanılıyor. Dünyada da bir çok alanda, özellikle spor performansını artırmak, dikkat eksikliği ve depresyon gibi konularda yıllardır başarıyla uygulanıyor.
Fakat her işe yarar teknikte olduğu gibi maalesef bu incelikli yöntemlerin de kötüye kullanımından kar elde etmeye çalışanlar, en başından beri mevcut. Ülkemize 90’lı yıllarda giriş yapan sinirsel geri-bildirim uygulamaları maalesef çoğu kez ehil olmayan ellerde merdiven altı bir umut tacirliğine araç olarak kullanılmaya başlandı. Özellikle bu tip denetimsiz uygulamalar nedeniyle çeşitli sağlık meslek birliklerinin tepkisi gecikmedi ve oldukça işe yarar ve potansiyeli yüksek bir yardımcı tedavi tekniği olabilecek sinirsel geri-bildirim, maalesef hızla kötü bir şöhrete sahip oldu. Son yıllarda bu alanda yayınlanan akademik çalışmalardaki hızlı artış, konuyu tekrar araştırmacıların ve sağlık alanında çalışanların dikkatine sokmakta gecikmedi. Fakat yine maalesef, her zamanki gibi bu eğilimden de kar elde etmek isteyen uyanıklar etrafta bitmeye başladı.
Sinirsel geri-bildirim gibi yöntemler, bir çok rahatsızlıkta ve zihinsel performans sorunlarında oldukça faydalı olmasına rağmen, her derde deva mucize tedaviler değildir. Özellikle tanılı ve tedavi protokolleri belli durumlarda en fazla destekleyici olarak kullanılabilir. Kaldı ki sinirsel geri-bildirim gibi bir yöntemi uygulayabilmek ciddi teorik altyapı ve deneyim gerektirir. Yöntemin uygulanması sırasında her danışanın yahut hastanın benzersiz özellikleri göz önüne alınıp, uygulamalar sırasında kişilerin sürekli izlenmesi ve tedavi protokollerinin kişiye göre sürekli ayarlanması en önemli gerekliliktir. Nasıl ki her ilaç her hastaya iyi gelmezse, standart bir beyin eğitim prosedürü de ancak çok sınırlı sayıda insanda işe yarayabilir. Hatta birçok durumda, eğer kişiye has (psikoz, anksiyete vb) olası özel durumlar göz önüne alınmazsa, sinirsel geri-bildirim faydadan çok zarar bile verebilir.
Doktor olmak “nöro” uzmanı olmaya yeter mi?

Ülkemizde tıp fakültesi mezuniyeti, bu konuda ayrıca tartışılması gereken bir başlık. Adının başında “doktor” ibaresi olan hemen herkes, beyin ve davranış üzerine uzman gibi konuşma hakkına neredeyse otomatik olarak sahip olabiliyor. Tıp eğitiminin uzmanlık gerektiren teknik bir alan olduğunu unuttuğumuzda bu bize doğal gibi gelebiliyor ama normalde bir kalp yahut sindirim sistemi uzmanının beyin hakkında tıbbi teşhisler koyması ve tedavilere girişmesi ne kadar tuhafsa, psikiyatri, psikoloji yahut klinik sinirbilimleri gibi alanlarda eğitimi olmayan insanların sadece “hekimlik diploması” olduğu için beyin ve zihin sağlığı gibi meselelerde (herhangi bir ilave çalışması olmadan) ahkam kesmesi de aynı derecede tuhaftır. Tabii ki sadece hekimler değil, bana sorarsanız her meslek dalından insan yeterli bir süre ciddi bir çalışmayla sinirbilim konularında insanların sorularına cevap verecek düzeyde bir bilgi birikimi elde edip bunu paylaşabilir (hatta keşke herkes böyle yapsa!). Fakat insanların doğrudan sağlığını ilgilendiren meselelerde “nöro-ahkam” kesmek, maalesef gittikçe daha sık gördüğümüz bir davranış bozukluğu ve suistimal haline gelmeye başladı.
Nöro-sömürücüleri nasıl tanırsınız?

Bu kadar anlattıktan sonra bu tip fırsatçıları gerçek şifacı ve bilim insanlarından ayırabilmeniz için sizlere bazı kısa ipuçları sunmak isterim:

Bir nöro-sömürücü, kendi tahsil alanı ile ilgili pek fazla konuşmaz. Genellikle her konuyu beyin bilimlerine ait kavram ve terimlerle süslemeyi sever.
Nöro-sömürücüler, insanların en fazla sıkıntı çektikleri beylik konularda yepyeni bir şeyler yapıyorlarmış havasında konuşmaya bayılırlar. İlişkiler, çocukluk çağı sorunları, aile içi iletişim, cinsel işlevler, sosyal iletişim problemleri, kadın-erkek ilişkileri, sağlıklı yaşam, dikkat ve konsantrasyon gibi konularda sanki ellerinde sihirli bir değnek varmışçasına vaatlerde bulunmayı severler. Nöroiletişim, nörodanışmanlık, nöro-koçluk gibi tuhaf ses veren kavramları duyduğunuzda bunları kimin söylediğine ilave bir dikkat göstermek ekstra fayda sağlayacaktır.
Nöro-sömrücüler genellikle her fırsatta “danışanlarından”, “hastalarından”, “danışmanlık verdiği insanlardan” bahsetmeyi görev gibi benimserler. Standart kişisel gelişim kitaplarında bolca bulabileceğiniz ve artık kabak tadı vermiş olması gereken “hipnotik dil kalıpları” olarak bildiğimiz (ve genellikle faydasız olduğu gösterilmiş) dil kalıplarına çokça başvururlar. Amaç ise açıktır: Gizli veya aşikar reklam.
Nöro-sömürücüler uyguladıkları yöntemlerin detaylarıyla ilgili genellikle bilgi vermezler. Çünkü bunlar “ticari sırlar”dır. Açıklarlarsa fikirlerinin çalınacağını da söyleyenleri vardır; doğrudur da; zira iki satır kitap okuyan hemen herkesin uygulayabileceği basit görüşme ve yönlendirme tekniklerini yeni bir şeyler gibi satmayı başarabilmelerinin tek yolu budur.
Nöro-sömürücüleri, içinde sağlık, danışmanlık yahut koçluk gibi terimler içeren şirketlerle birlikte çalışmaya yahut her fırsatta böyle şirketler kurmaya çok meraklıdırlar. Zira arka planda kurumsal bir yapı, uygun bir internet sitesi ve beylik bir kaç cümle, size yeterince müşteri getirecektir.
Nöro-sömürücüler en çok insanların şifa umutlarını sömürürler. Bunun için de ağır patolojik durumlardan ziyade, zaten çoğu gayet normal sınırlar içinde ceryan eden, basit tekniklerle veya kendi kendine geçebilecek hiperaktivite, dikkat eksikliği, depresyon, özgüven ve anksiyete gibi konularda vaatler vermeyi severler. Sinirbilimlerinde bu kadar “uzman” olan bu kişilerin ciddi patolojik durumlardan; mesela Alzheimer, Parkinson, ağır depresyon, uyku bozuklukları veya gelişimsel bozukluklar gibi konulardan neden uzak durdukları da sorulmalıdır.
Sinirbilim bilgisinin en önemli sonuçlarından birisi, beyin ve zihinle ilgili günlük sorunların bir çoğunun aslında her bir insanın kendi başına uygulayabileceği nisbeten basit, masrafsız ve uzman bir rehber gerektirmeyen uygulamalarla düzelebileceğini göstermesidir. Habuki nöro-sömürücülerin “sırada fanilere” böyle bir bilgi ulaştırmak gibi bir dertleri yoktur. Onlar havalı sunumlarında ve eğitimlerinde yalnızca sonradan para alabilecekleri mucizevi(!) uygulamalarının reklamlarını yaparak insanları boş vaatleriyle oyalamayı tercih ederler.
Nöro-sömürücülerin verdikleri bilgi ve sundukları iddiaların bilimsel kaynaklarına genellikle ulaşamazsınız. İnternetten derlenmiş gerçek-yalan bir çok öykü ve sansasyonel iddiayı biraz makyajlayıp hitabet sanatının incelikleriyle bezeyerek, bilimsel görünümlü reklam nutukları atıp yazılar yazmayı severler. İnsanlara öykü anlatmak, ders vermek, bilimsel bilgiye ilgi çekmek için bu tip yöntemler gayet kabul edilebilir olsa da, iş insanlara “para karşılığı şifa dağıtmaya” dönüştüğünde, bilimsel görünümlü anlatıcılık görüp görebileceğiniz en etkili dolandırıcılık araçlarından birisine dönüşebilir.
Nöro-sömürücülerin önemli bir kısmı hayatlarının daha önceki dönemlerini bambaşka işler yaparak geçirmiş, çoğunda dikiş tutturamamamış, yahut kendi yarattığı sanal fırsatları tüketmiş ve en son perde olarak “nöro-sömürü” işine girmiş insanlardır. Beyin ve zihin sağlığıyla ilgili vaatlerini duyduğunuz insanların geçmişlerini internetten biraz araştırmak ve iddia ettikleri “başarılı yöntemlerini” ne kadar süredir insanlara uygulamakta olduklarını araştırmak, gerçekleri görmek için iyi bir başlangıç noktası olabilir.
Hele hele özel konuşmalarında hasta veya danışanlarından “müşteri”; işyerleri yahut kliniklerinden “dükkan”; çalışma arkadaşlarından “ortak” diye bahsetmelerine şahit olursanız, bir nöro-sömürücü ile karşı karşıya olma ihtimaliniz oldukça yüksektir.

Avatar Seçilmemiş
Üyelik tarihi
23 Ocak 2019
Yaş
36
Mesajlar
50
Seslenildi
4 Mesaj
Etiketlendi
5 Konu
Standart Cevap: Gerçek Bilim Ve “Nöro-Sömürü”
23 Ocak 2019
2
beyini tam anlamıyla çözmemiz 100 yıl sürer
Konuyu 1 kişi okuyor. (0 üye ve 1 ziyaretçi)
 
Benzer Konular
Konu
Konuyu Başlatan
Forum
Cevaplar
Son Mesaj