Az konuş.
Hatta mümkünse hiç konuşma. Çünkü konuştukça batıyorsun ey Hâce. Battıkça yanıyorsun. Yandıkça yakıyorsun.
Biliyorsun değil mi?
Bak sana ne diyeceğim. Alegoriye, metafora ihtiyaç duymadan direkt söyleyeyim. En iyisi bu. Eh az çok sen de Hâce'sin ve az ile çoğu anlayabilirsin. İmdi Hayali üstadımıza kulak ver hele:

Hakkı biz bulduk diyü zann itmesün ashâb-ı kâl
Cûylar çün irdiler deryâya hâmûş oldılar (Hayâlî)

“Çok konuşanlar, doğruyu, Hakk’ı kendilerinin bulduklarını zannetmesinler. Zira dereler, deryaya ulaştıklarında sessizleşirler.”

Şimdi kalkıp da sana burada tasvir edilen imaj, dağların eteklerinden çağlayarak akıp gelen kıvrım kıvrım derelerin, denize ulaştıklarında sessizleşmeleridir. Taşlara çarparak ses çıkaran dere veya ırmaklar, devamlı konuşan insanlara benzetilmiştir filan diyecek halimiz yoktur.

Yok illa deyiver hele dersen:

"Hakk ile deryâ, ashâb-ı kâl ile cûy arasında ilişki kurulmuştur. “Hak” hem hakkı (gerçeği, doğruyu, hakiki bilgiyi) hem de Cenâb-ı Hakk’ı temsil eder. “Deryâ” Allah bilgisini (marifetullah, ledün ilmini) elde etme makamını temsil eder. Bu makamda bulunan kişiye veli, arif, pir veya rint denebilir. Bu makama ulaşılınca, tartışma lâkırdıları sona erer. Beyitte rint- zahit karşıtlığına dayanan bir nükte vardır."

Der ve şunu da eklerim ki,

"Az konuşma, dervişliğin en önemli düsturlarındandır. Senin ukalâ ukalâ konuşup durman, doğruyu, Hakk’ı bulduğunu göstermez. Sen daha yoldasın, ırmaklar gibi çağıldayıp duruyorsun.

Biz de o yollardan geçtik, yani bir zamanlar biz de aynı konuları, sözlü olarak anlattık, tartışıp durduk. Şimdi sessizsek, bu, tartışmaya son noktayı koyup, deryaya / doğruya / Hakk’a ulaştığımızdandır. Sen de bu mertebeye ulaştığın zaman sessizleşir ve hâl lisanı ile konuşmaya başlarsın.

Hâce.
Ey Hâce.
Sus.


İbrahim Talha