“Baylar, yemin ederim, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; hem de tam anlamıyla, gerçek bir hastalık. Normal bir insanın anlayış gücü çok olmamalıdır”
Dostoyevski’nin (1821-1881) 1864’te kaleme aldığı Yeraltından Notlar, sürgün hayatına ilişkin izler taşır. Edebiyat çevrelerince kendi tarzını yakaladığı ilk roman olarak değerlendirilen Yeraltından Notlar, Dostoyevski’yi yakından tanımamıza imkân veren başyapıtlarından biridir.
Romanı iki bölümde incelemek mümkündür. İlk bölüm daha çok monolog şeklindeyken, ikinci bölümde karakterler devreye girer. Birinci bölümde insanlardan kaçan, içine kapanık bir “Yeraltı Adamı”nın iç dünyası, yalnızlığı, huzursuzluğu, öfkesi ve kargaşası anlatılır.
“Ben, içi öfkeyle dolu, hasta ve çekilmez bir adamım.” cümlesiyle başlayan romanda Dostoyevski, insanların en karanlık yönlerine değinmiş; yeraltındaki dünyalarına ışık tutmuştur.
“Ben yazdıklarımı yalnız kendim için yazıyorum. Okuyuculara niçin mi sesleniyorum? Bunun daha kolay olduğunu düşündüğüm için böyle yazıyorum. Yazılarımın düzenine hiç aldırmayacağım. Bunun daha kolay olduğunu düşündüğüm için böyle yazıyorum.”

“Geceleri yalnız başıma, gizli gizli, korkarak, kirli yollarda işi hovardalığa vururdum; sonra, yaptığım iğrenç hareketten utanır, utancımdan lanet üstüne lanet okurdum. O zamanlar bile ruhumda bir yeraltı vardı. Beni görecekler, üstüme varacaklar, tanıyacaklar diye ödüm patlardı. Bundan dolayı gittiğim karanlık köşeleri sık sık değiştirirdim.”
Dostoyevski, 40 yaşında kaleme aldığı bu eserde Yeraltı Adamı aracılığıyla geçmişini ve değişen yargılarını kıyaslar. Aynısını okuyuculardan da ister. Roman birinci tekil şahısla yazıldığı ve Yeraltı Adamı’nın adı anılmadığı için otobiyografik bir roman olduğu düşünülebilir. Ancak romanın ikinci bölümünde geçen kahramanın gençlik anılarının Dostoyevski’ye ait olup olmadığı konusunda net bir bilgi yoktur.
Dostoyevski, Yeraltı Adamı karakteri aracılığıyla “modernizm, Fransız-Alman ve Rus romantiklerinin kıyaslanması, Rusya’daki Batılılaşma merakı ve dönemindeki Rus aydınlarının toplumdaki yeri” gibi konuları işler.
Kitap, özellikle de Rus aydınına yöneltilmiş eleştiri niteliğindedir.
“Varoluşçuluk” akımından izler bulunan kitap, daha sonraları Franz Kafka’yı, Nietzsche’yi ve Albert Camus’u etkilemiştir.
“Değerli okuyucularım, şu an siz dinlemek isteseniz de istemeseniz de ben sizlere niçin bir şey bile olamadığımı anlatmak istiyorum. Tüm içtenliğim ve ciddiliğimle söyleyeyim, böcek olmayı bile şiddetle istedim. Ama ne yazık ki buna bile ulaşamadım.”
(Bu cümleler okura Franz Kafka’nın Gregor Samsa karakterini anımsatır.)
“Değerli okuyucularım, ant içerim ki, her şeyi tam anlamıyla algılamak bir hastalıktır. İnsanın günlük yaşamı için çok daha yakın bir anlama gücünün, şu kadersiz 19.yüzyıl aydınının payına düşen anlayış gücünün yarısı, hatta dörtte biri bile yeterlidir. Hele bu insanlar yeryüzünün en duyarsız, en fırsatçı kentlerinden biri olan St.Petersburg’da oturmak gibi bir felakete uğramışlarsa daha azı bile yeter. Zamanın da kentlerin de fırsatçı olanları ve olmayanları vardır. Yani insanlar, sıradan kişilerin ve işini bilenlerin anlayışıyla yetinmeliydiler.”
Kitabın ilk bölümünde değinilen konular 19. Yüzyılda Rusya ve aydın kesim merkezli olmak üzere insan iradesi, haz-acı bağıntısı, arzularla özgür iradenin ilişkisi, toplumun uygarlaşmasının bireye olan etkisi, çıkar-intikam ilişkisi ve bireyin yalnızlaşması ve insan düşüncesindeki gelgitlerdir.
“İki kere iki dört çekilmez bir şey. İki kere iki dört, bana sorarsanız, bir küstahlıktır. İki kere iki dört ellerini böğrüne dayayarak yolumuzu kesen, sağa sola tükürük atan bir külhanbeyinin ta kendisidir. İki kere iki dördün yetkinliğine inanırım, ama en çok övülmeye değer bir şey varsa, o da iki kere ikinin beş etmesidir.”
“Ben yaşadığımı anlamak için kendi kendime bir yaşama oyunu oynar, serüvenler uydururdum. Çoğu kez, bir hiç yüzünden gücenmeyi bile denemişimdir. Gücenecek hiçbir şey olmadığı halde, kendimi kandırdığımı bildiğim halde, işi öylesine büyütürdüm ve öyle bir noktaya getirirdim ki sonunda gerçekten gücenirdim! Bu oyun artık kendime egemen olamayacak duruma gelecek kadar hoşuma gitmişti. İnanır mısınız, iki kez de böyle aşık olmayı denedim ve bu yüzden olmadık acılar da çektim. Kalbimin bir köşesinde bu acıya inanmamazlık ve hem de bu acıyla alay etmek yeşerirken, yine de acı çekmeyi sürdürürdüm. Üstelik sırılsıklam bir aşık gibi kıskanıyor ve kendimi kaybediyordum.”

Kitabın ikinci bölümü Yeraltı Adamı’nın yeryüzüne çıkma isteğini kendisinin bile anlam veremediği bir şekilde bastıramamasından dolayı insan içine karışmasını konu edinir. İlk önce kendisini gittiği meyhanede itip aşağılayan subaydan öç almasına, sonra geçmişinde kendisini adam yerine koymamış okul arkadaşları Simonov, Zkerkov, Trudolyubov ve Ferfiçkin’le hesaplaşmasına tanık oluruz.
“Her kim olursa olsun; insan her zaman ve her yerde çıkar ve aklın emrettiği gibi, canının istediği gibi davranmayı sever, bunu ister. Kendi isteklerimizin ve kişisel çıkarlarımızın tümüyle ters yönde olması da mümkündür. Hatta bazen kesinlikle böyle olmalıdır. (Bu benim kişisel görüşüm.) Sınırsız, özgür bir irade, anlamsız da olsa kendine özgü bir kapris, bazen bir kışkırtmayla çılgınlığa götüren ama yine de yalnızca kendi sahibinin emrinde olan bir düş gücü… Hiçbir derecelendirmeye girmeyen, çeşitli sistemleri ve kurumları cehenneme yollayan, hep gözden kaçtığı halde çıkar formüllerinin en yararlı, en önemli unsuru budur işte.”
“Siz, aydın ve kültürlü, sözün kısası; geleceği parlak bir insanın kişisel çıkarlarının tersine istekleri bile duymayacağı gerçeğinin matematik bir kesinlik taşıdığını yineliyorsunuz. Belki haklısınızdır, ben size hak veriyorum. Fakat yüzüncü kez söylüyorum, insanın kasıtlı olarak, bilinçli olarak zararlı, anlamsız hatta son derece ahmakça bir isteğe kapıldığı yalnızca tek bir durum vardır. Bu, ne kadar anlamsız olursa olsun, istemek hakkına sahip olmak, yalnızca akla uygun olan şeyleri istemek zorunda olmamak isteğidir. Değerli okuyucularım, bu yüksek değerdeki istek, bazı hallerde bizim için dünyanın tüm nimetlerinin üzerinde bir değer kazanabilir. Bazen bize açık açık zarar verdiği halde ve kişisel çıkarlarımızla ilgili olarak akla en uygun düşüncelerimizle tümüyle karşıt olmasına karşın, tüm öteki çıkarlardan daha çok yarar sağlayabilir. Çünkü bizim için en önemli, en değerli varlık olan kişiliğimizi, bize özgü olanı korumaktadır.”
Dostoyevski, kitabın ikinci bölümünde Yeraltı Adamı aracılığı ile evlilik kurumunun önemine, dostluğa, kadın-erkek-aşk kavramlarına değinirken; Liza karakteri üzerinden de fuhuşla ilgili düşüncelerini aktarır.
“En ustalıklı en incelikli cinayetlerin çoğu kez kültürlü ve aydın insanlar tarafından yapıldığına hiç dikkat ettiniz mi? Atillaların, Stenka Razinlerin bile onlardan geride kaldığı durumlar söz konusudur. Atilla ve Stenka Razin kadar göze çarpmıyorlarsa eğer, bu yalnızca sayıca çok olmalarından ve çok görüldükleri için artık bir özellikleri kalmamasından ileri gelmektedir. Kişi, belki de uygarlığa bulaştıkça eskisinden daha iğrenç, daha kan dökücü olmadıysa bile daha kötü cana kıyıcı olduğu bir gerçektir. Eskiden insanlar hak için kan dökerler, bu yüzden rahatça birbirlerini öldürürlerdi. Çağımızda ise insan öldürmek suç sayıldığı halde yine de cinayetlerin ardı arkası kesilmiyor. Hatta iş eskisinden de beter oldu. Bu iki biçimden hangisinin daha kötü olduğuna siz karar verin. Roma tarihinden bir örnek vereceğim için beni bağışlayın. Kleopatra, cariyelerinin göğüslerine altın iğneler batırmayı sever, onların attığı çığlıklardan, onların acı içinde kıvranmalarından zevk alırmış. Siz şimdi bana, bunların çok eski barbarlık dönemlerinde olduğunu söyleyeceksiniz. Öyleyse (Mecazi anlamda söylüyorum.) şimdi günümüzde batırılan iğneler; bize çağımızın da bir barbarlık içinde olduğunu gösteriyor. Bugünün insanı pek çok bakımdan barbarlık dönemlerindeki kişilerden üstün olduğu halde, aklın ve bilginin gösterdiği yoldan gitmeye bir türlü alışamamış, aklın yolunu kullanmayı öğrenememiştir.”

Ayrıca Zeki Demirkubuz, 2012’de Yeraltından Notlar’ı ‘Yeraltı’ adıyla bir sinema filmine uyarlamış, filmin başrolünde de Engin Günaydın rol almıştır.
Dostoyevski’yle ve yeraltındaki dünyasıyla en kısa zamanda buluşmanız dileğiyle!