Günün Sözü DamlaPenia.
Her şey neye layıksa ona dönüşür. -Mevlana
Etiket Listesi

Seçenekler
Seçenekler
Stil
Avatar Seçilmemiş
Üyelik tarihi
01 Nisan 2015
Mesajlar
5.764
Seslenildi
643 Mesaj
Etiketlendi
84 Konu
Ruh Hali
Ruhsuz

Standart Fıkıh mezhepleri

01 Eylül 2015
1

FIKIH MEZHEPLERİ



FIKIH MEZHEPLERİ
a) Kavram ve Tarihçe
Fıkıh kelimesi sözlükte "bir şeyi bilmek, iyi ve tam anlamak, içyüzünü
ve inceliklerini kavramak" anlamına gelir. Terim olarak fıkıh hicrî ilk asırlarda
zihnî çaba ile elde edilen dinî bilgilerin tamamını ifade etmişken, iman
ve itikad konularının ayrı bir ilim dalı olarak teşekkül etmesine paralel olarak,
ileri dönemlerde İslâm'ın fert ve toplum hayatının değişik yönleriyle
ilgili şer‘î-amelî hükümlerini bilmenin ve bu konuyu inceleyen ilim dalının
özel adı olmuştur. Fıkıh ilminde uzman olan kimselere de fakih (çoğulu
fukahâ) denir. Öte yandan fıkıh, ilk dönem literatüründe, şer‘î delillerden
hüküm elde etme faaliyeti olan ictihad anlamında kullanılmış, fakih ve
müctehid eş anlamlı kabul edilmişken, ileri dönemlerde ictihad yetkinliğine
ulaşamamış fakat fıkhî hükümleri delilleriyle birlikte bilen veya fıkıh ilmi ile
meşgul olan kimselere de fakih denmeye başlanmıştır.
Bir bakıma müslümanın davranış bilgisi demek olan fıkhın iki ana kaynağı,
Kur'an ve Sünnet’tir. Kur'an'ın nüzûlü ve Hz. Peygamber'in bu dini insanlığa
tebliği milâdî 610-632 yılları arasına rastlayan yirmi üç yıla yakın bir zaman
dilimine yayılmıştı. İslâmî öğretilerin doğru anlaşılabilmesi ve sağlıklı biçimde
uygulanabilmesi için kuşkusuz İslâm tebliğinin bir bütün olarak düşünülmesi
gerekir. Ancak, bu kapsamdaki hükümlerin tebliğinde izlenen metodun ve esas
alınan öncelikler sıralamasının dikkate alınması da, bütünün iyi kavranması
açısından önemlidir. Konuya bu açıdan bakıldığında İslâm tebliğinin farklı özellikler
taşıyan biri Mekke dönemi diğeri Medine dönemi olmak üzere iki ana
döneme yayıldığı görülür.
32 İLMİHAL
Gerçekten Hz. Peygamber, hicrete kadar geçen on iki yılı aşkın süre
içinde (Mekke döneminde) şirk ve sapıklıkla mücadele etmiş, insanların İslâm'ın
inanç ve ahlâk esaslarına gönülden bağlanmaları için çaba harcamıştır.
Bu dönemde inen Kur'ân-ı Kerîm âyetleri, kalplere tevhid inancını, yardımlaşma
ve fazilet duygusunu yerleştirmeyi hedef alıyor, evrendeki varlık
ve olaylar üzerinde düşünmeye yönlendiriyor, yer yer somut anlatımlarla
hemen bu hayatın peşi sıra bir âhiret hayatının bulunduğunu vurguluyor,
geçmiş toplumların tarihinden ibret levhaları gösteriyor; böylece daha sonra
tebliğ edilecek hükümler sisteminin ruhunu ve küllî esaslarını hazırlıyordu.
Bu dönemde inen âyetlerde amelî hükümler pek nâdirdi.
Hz. Peygamber Medine'ye geldikten sonra, örgütlediği toplumun barış
içinde yaşayabilmesini sağlayacak bir ahidnâme (antlaşma metni) düzenleme
işine öncelik verdi. Resûlullah'ın bu girişimi, onun bu dönemde, ashabına ve
tüm insanlığa hayatın dinî, siyasî ve medenî bütün yönlerine ait uygulamalı
bir model ortaya koymayı planladığını gösteriyordu. Sıra, Mekke döneminde
oluşturulan sağlam inanç ve ahlâk temellerinin üzerine, dünyevî hayatı âhiret
hayatı ile dengeli biçimde düzenleyecek bir sistemin sütunlarını oturtmaya
gelmişti. İşte böyle bir süreç içinde ortaya konan fıkhî esaslar ve hükümler,
daha sonra müstakil bir ilmin ve zengin bir hukuk hazinesinin ana malzemesini
oluşturmuştur.
Hz. Peygamber hayatta iken vahiy devam ettiğinden, karşılaşılan meseleler
doğrudan doğruya Resûlullah'a arzedilir, konu hakkında ya âyet iner veya
Hz. Peygamber onu doğrudan kendisi çözümlerdi. Bu ikinci yol, Hz. Peygamber'in
kendi ictihadına göre hükmetmesiydi. Esasen Resûlullah'ın ictihadı vahyin
kontrolünde olduğundan, onun ulaştığı sonuçların isabetsiz olması halinde,
o şekli ile kalması düşünülemez ve -son tahlilde- bu hükümler de sünnet
kapsamında sayılır. Resûlullah'ın bu yola başvurmasının asıl önemli yönü
ise, sahâbeyi ictihada alıştırması ve özendirmiş olmasıydı. Nitekim Hz. Peygamber'in
Muâz b. Cebel'i Yemen'e kadı olarak gönderirken ona, önüne getirilen
uyuşmazlıkla ilgili Allah'ın kitabında ve Peygamber'in sünnetinde bir hüküm
bulunmadığında ne yapacağını sorması üzerine Muâz'ın "Kendim ictihad
ederim" cevabını vermesi Hz. Peygamber'i ziyadesiyle memnun etmişti
(Tirmizî, “Ahkâm”, 3).
Hz. Peygamber'in vefatından sonra sahâbenin hem Kur'an ve Sünnet'in
çizdiği istikametten ayrılmama hem de karşılaştıkları yeni meseleleri bu çerçevede
çözüme kavuşturma zaruretiyle karşı karşıya kaldığı, bu sebeple de dinî
çözüm üretme (fetva) ve ictihad faaliyetini yoğun olarak sürdürdüğü, bilhassa
İSLÂM DİNİ 33
Hz. Ömer'in devlet başkanı sıfatıyla birçok farklı görüş ve uygulamayı gündeme
getirdiği bilinmektedir. Sahâbe dönemini takip eden tâbiîn ve tebeu’ttâbiîn
döneminde sosyal şartlardaki ve siyasal yapıdaki değişim, normatif
ilimlerin oluşum seyrine uygun olarak, fıkhın da gitgide nazarî bir renk kazanmasına
zemin hazırladı. Sahâbîlerin, o günkü İslâm coğrafyasının değişik
yerleşim merkezlerine dağılarak başlattığı tebliğ, eğitim ve öğretim faaliyeti
daha sonraki nesillerde meyvesini vermeye başladı, üstat ve muhit farklılığının
yanı sıra önceki nesilden intikal eden sünnet malzemesi ve re’y ictihadı
karşısında tavır farklılığı da hadis ekolü (ehl-i hadîs) ve re’y ekolü (ehl-i re’y)
adıyla iki ana temayülün ve gruplaşmanın sebebini teşkil etti.
Emevîler'in sonu ile Abbâsîler devrinin başlarında Hicaz (veya Medine)
merkezli olarak oluşan fıkıh ekolü ehl-i hadîs (veya ehl-i eser), Irak merkezli
olarak oluşan fıkıh ekolü de ehl-i re’y adıyla anılmaya başlanmıştı. Her iki
ekol de kitap, sünnet ve sahâbe icmâını hüküm kaynağı olarak kullanmakla
birlikte, Hicazlılar Medine halkının örfüne Hz. Peygamber'in yaşayan sünneti
diyerek ayrı bir değer verdiler ve muhitleri gereği ellerinde bulunan zengin
hadis malzemesiyle yetinmeye çalıştılar. Hayat tarzının ve karşılaşılan
meselelerin oldukça sade olması sebebiyle bölgede re’y faaliyetine ciddi bir
ihtiyacın bulunmadığı, ayrıca bu fakihlerin de hadisten cevabını bulamadıkları
yeni fıkhî meselelerde ictihad etme konusunda hayli çekingen davrandıkları
bilinmektedir. Iraklı fakihler ise, bölgede hâkim olan fikrî ve siyasî
kargaşanın, sosyal şartların Hicaz'a nisbetle hayli farklı oluşunun tabii sonucu
olarak, karşılaştıkları yeni meselelerin dinî hükmünü ictihad ederek
belirleme ve inisiyatifi kaçırmama, rivayet edilen hadisleri de titizlikle inceleyerek
daha ihtiyatlı karşılama yolunu seçtiler. Bu iki ekol bir bakıma,
Kur'an ve Sünnet metinlerini anlamada ve yorumlamada lafızla yani söylenenle
yetinme ile lafzın yanı sıra maksadı yani söylenmek isteneni de göz
önünde bulundurma ve rivayetlerin içerik tenkidine de yer verme şeklinde
özetlenebilecek ve her dönemde İslâm bilginleri arasında varlığını koruyacak
olan iki farklı temayülü bünyesinde barındırmakta veya kısmen temsil etmekteydi.
Tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn dönemlerinde başta Hicaz ve Irak olmak üzere
çeşitli bölgelerde ve merkezlerde devam eden re’y, fetva ve tedrîs faaliyetinin
hicrî II. yüzyılın ortalarından itibaren daha sistemli ve doktriner hale
geldiği, önce Kûfe'de Ebû Hanîfe ve öğrencilerinin ehl-i re’y fıkhını, sonra da
Medine'de İmam Mâlik'in ve öğrencilerinin ehl-i hadîs fıkhını zenginleştirerek
ekolleştirdiği, bu ilim halkalarında doktriner bir fıkıh eğitim ve tartışma
ortamının kurulduğu ve bunu verimli tedvîn faaliyetinin izlediği görülür.
34 İLMİHAL
Bunu tepkici veya sentezci diğer fıkhî ekolleşmeler takip etmiş ve neticede
hürriyetçi ve hoşgörülü bir ictihad ortamında zengin doktriner tartışmaların
yapılmasına ve ileride mezhep olarak şekillenecek yeni fıkhî oluşumların
ortaya çıkmasına imkân hazırlanmıştır.

Avatar Seçilmemiş
Üyelik tarihi
01 Nisan 2015
Mesajlar
5.764
Seslenildi
643 Mesaj
Etiketlendi
84 Konu
Ruh Hali
Ruhsuz
Standart Cevap: Fıkıh mezhepleri
01 Eylül 2015
2
İctihadî görüşler ve fıkhî ekolleşmeler hakkında iyi niyetle yapılan hatalı
ictihad için bile ecir olduğu ilkesinden hareketle, hak-bâtıl, sünnet-bid‘at
ayırımı ve nitelendirmesi doğru olmayıp en fazla isabetli-isabetsiz, yanlışdoğru
gibi nitelendirmeler yapılabilir. Siyasî ve itikadî bir hareket olan Şîa'-
nın aynı zamanda kendine özgü fıkhî doktrin ve çözüm de ürettiğini, ancak
Şîa'nın Ehl-i sünnet dışında tutulmasının sebebinin mezhebin fıkhî görüşleri
değil siyasî tutumu ve itikadî görüşleri olduğunu burada tekrar hatırlatmak
gerekir. Şîa kısmının ayrı bir blok oluşturması ve hicrî ilk asırlarda münferit
görüş ve ekollerin çoğunun da zamanla unutulması veya taraftarlarının
kalmaması sonucu, Sünnî dünyada Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezhepleri
kalmış, Şîa kesiminde de Ca‘feriyye ve Zeydiyye mezhepleri kayda
değer ölçüde yaygınlık kazanmış ve günümüze kadar belirli yoğunlukta
yaşama imkânı bulmuştur.
Avatar Seçilmemiş
Üyelik tarihi
01 Nisan 2015
Mesajlar
5.764
Seslenildi
643 Mesaj
Etiketlendi
84 Konu
Ruh Hali
Ruhsuz
Standart Cevap: Fıkıh mezhepleri
01 Eylül 2015
3
b) Fıkıh Mezhepleri
İtikadî fırkalar gibi fıkıh mezheplerinin de büyük kısmı kurucusu sayılan
müctehidlerin isimlerine nisbetle anılırlar. Burada "dört mezhep" adıyla şöhret
bulmuş Sünnî fıkıh ekolleri olan Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezhepleri
ile diğer fıkıh ekolleri hakkında özet bilgi verilmekle yetinilecektir.
Hanefî mezhebi Sünnî fıkıh ekollerinin kronolojik sıra itibariyle ilki
olup, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe'ye nisbet edildiği için bu isimle anılmıştır.
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin asıl adı Nu‘mân b. Sâbit'tir. 80 (699) yılında
Kûfe'de doğmuş, 150 (767) yılında Baðdat'ta vefat etmiştir. Aslen Türk
veya Fârisî olduğu yönünde görüşler vardır. Nu‘mân b. Sâbit, Hanefî mezhebi
muhitinde "İmâm-ı Âzam" (büyük imam) lakabı ile anılır. Dindar ve
varlıklı bir aileden gelen Nu‘mân b. Sâbit önce Kûfe'de Kur'ân-ı Kerîm'i hıfzedip,
sarf, nahiv, şiir ve edebiyat, cedel ve kelâm öğrendi. Kûfe, Basra ve
Irak'ın ileri gelen üstatlarından hadis dinledi.
Yirmi yaşının biraz üzerindeyken Irak'ın en ünlü fakihi ve Irak fıkhının üstadı
Hammâd b. Ebû Süleyman'ın (ö. 119/738) ilim halkasına katıldı ve uzun
zaman bu ders halkasına devam etti. Bu arada Ca‘fer es-Sâdık, Muhammed el-
Bâkır da dahil olmak üzere pek çok âlimden istifade etti.
Avatar Seçilmemiş
Üyelik tarihi
01 Nisan 2015
Mesajlar
5.764
Seslenildi
643 Mesaj
Etiketlendi
84 Konu
Ruh Hali
Ruhsuz
Standart Cevap: Fıkıh mezhepleri
01 Eylül 2015
4
Ebû Hanîfe, Hammâd b. Ebû Süleyman'ın vefatı üzerine onun kürsüsüne
geçti ve ders vermeye başladı. Takvâ sahibi, zeki, konulara hâkim ve
bildiklerini tatlı dil, güleryüz ve özlü ifadelerle anlatan iyi bir üstat olduğu
kısa zamanda duyuldu ve çok geçmeden ders halkası dönemin ileri gelen
ilim erbabının katıldığı ve fıkhî meselelerin ve çözümlerinin derinlemesine
tartışıldığı ileri düzey bir fıkıh akademisine dönüştü. Kırk yaşlarında başlamış
olduğu bu öğretim hayatına otuz sene kadar devam etti. Onun ders
halkalarında yetişen talebelerin sayısının 4000’i aştığı ve bunlardan kırk
kadarının ictihad derecesine vardığı nakledilir.
Ebû Hanîfe’nin ticarî hayatın ve günlük meselelerin içinde bulunması,
insanların problem, temayül ve ihtiyaçlarını yakından tanıması da,
ictihadlarının kabul görmesini sağlamış ve uygulanma şansını artırmıştır.
Ebû Hanîfe, hocaları tarafından kendisine intikal ettirilen önceki nesillere ait
fıkhî görüşleri, rivayetleri ve ilmî mirası, içinde bulunduğu devrin şartlarını
ve insanların ihtiyaçlarını dikkate alarak dinin genel ilke ve amaçları açısından
yeniden değerlendirmeye ve sınırlı naslar ile sınırsız olaylar, naklin
hükmü ile aklın yorumu, hadis ile re’y arasında mâkul bir denge kurmaya
çalışmıştır. Bunun için de örf ve âdeti, Kur'an'ın genel ilkelerini, kamu yararını
daima göz önünde bulundurmuş ve istihsan metodunu sıklıkla kullanmıştır.
Verdiği hüküm ve fetvalarında şahsî teşebbüs ve sorumluluğun, kişi hak ve
hürriyetlerinin korunmasını ilke edinmiştir. Onun bu metodu ve tavrı, daha sonra
adına izâfe edilerek oluşacak olan Hanefî mezhebinin de genel esaslarını ve
metodunu teşkil etmiştir.
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin talebeleri onun tedrîsatını devam ettirdiler
ve ondan öğrendikleri usule uyarak kaynaklardan hüküm istinbatını sürdürdüler.
Talebelerinden bilhassa ictihad derecesine yükselenler, özellikle de
Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed hocalarının görüş ve fetvalarını tasnif ve
tedvîn işine giriştiler.
Avatar Seçilmemiş
Üyelik tarihi
01 Nisan 2015
Mesajlar
5.764
Seslenildi
643 Mesaj
Etiketlendi
84 Konu
Ruh Hali
Ruhsuz
Standart Cevap: Fıkıh mezhepleri
01 Eylül 2015
5
Hanefî mezhebi Irak'ta doğmuş ve Abbâsîler devrinde Ebû Yûsuf'un
"kadılkudât" (baş kadı) olması ile devletin başlıca fıkıh mezhebi haline gelmiştir.
Hanefî mezhebi bilhassa doğuya doğru yayılarak Horasan ve
Mâverâünnehir'de büyük bir gelişme göstermiştir. Pek çok Hanefî fakihi de
buralardan yetişmiştir. Abbâsî devri sona erince yayılma durmuşsa da Osmanlı
Devleti’nin kurulması ve bu mezhebi ülke genelinde hukukî istikrarı
ve yargı birliğini sağlamak maksadıyla âdeta devletin resmî mezhebi olarak
benimsemesi üzerine etki alanı yeniden genişlemiştir. Bugün Türkistan,
Afganistan, Türkiye ve Balkanlar’da Hanefî mezhebi çok yaygındır. Diğer
36 İLMİHAL
mezhep mensuplarının pek az bulunduğu Hindistan'da ve Pakistan'da ise
Hanefî mezhebinin tek mezhep olduğu söylenebilir.
Mâlikî mezhebi, fıkıh ekollerinin kronolojik sıra itibariyle ikincisi olup,
büyük hadis ve fıkıh bilgini Mâlik b. Enes'e nisbet edildiği için bu isimle
anılmıştır. İmam Mâlik b. Enes, 93 (712) yılında Medine'de dünyaya geldi.
Orada yetişti. Medine o dönemde, Peygamber'in hadisleri ve sahâbe ve
tâbiûn fetvaları bakımından bir merkez idi. Mâlik b. Enes böylesine zengin
bir ilim atmosferinde eğitim öğretim gördü. İbn Hürmüz, İbn Ömer'in âzatlısı
Nâfi‘, İbn Şihâb ez-Zührî, Yahyâ b. Saîd gibi tanınmış tâbiûn bilginlerinden
hadis ve fıkıh dersleri aldı. Olgunluk çağına gelince, Medine'de Mescid-i
Nebevî'de ders ve fetva vermeye başladı. Döneminde Medine fıkhının imamı
olarak tanındı, etrafında geniş bir ilim halkası oluştu, öğrenciler yetiştirdi ve
179 (795) yılında vefat etti.
Öğrencilerinin rivayetlerinden ve mezhebin usulünü yazan âlimlerin ifadelerinden
İmam Mâlik'in hüküm istinbatında kitap, sünnet, icmâ, sahâbe
kavli, örf ve âdet delilleri dışında kıyas, istihsan, mesâlih-i mürsele, sedd-i
zerâi‘ gibi fer‘î delillere de başvurduğu anlaşılmaktadır. İmam Mâlik'in fıkhının
en belirgin özelliği, Medine halkının uygulamasına (ameli ehl-i Medîne)
çok önem vermesidir. O haber-i vâhidi kabul için, bu haberin Medineliler'in
ameline muhalif bulunmamasını şart koşmuştur. Ona göre, Medineliler’in
ameli mütevâtir sünnet mesabesindedir. Zira İmam Mâlik zamanındaki Medine
tatbikatı, Hz. Peygamber döneminden tevâtür sayısının çok üzerinde
topluluklar aracılığıyla intikal ettirilmiş uygulamalardır. Hz. Peygamber yaklaşık
on yıl onların içinde yaşamış, onların örf ve âdetlerini görmüş, İslâm'ın
ruhuna aykırı olanlarını ilga etmiş, bir kısmını düzeltmiş, diğer bir kısmını
da olduğu gibi bırakmıştır. Şu halde bu uygulamanın (amelin) mütevâtir
sünnet mesabesinde sayılması gerekir.
Avatar Seçilmemiş
Üyelik tarihi
01 Nisan 2015
Mesajlar
5.764
Seslenildi
643 Mesaj
Etiketlendi
84 Konu
Ruh Hali
Ruhsuz
Standart Cevap: Fıkıh mezhepleri
01 Eylül 2015
6
Mâlikî mezhebi iki yolla yayılmıştır. Bunlardan biri İmam Mâlik'in yazdığı
eserler, ikincisi de onun talebelerinin tedvîn ve eğitim faaliyetidir. Ülkenin
çeşitli bölgelerinden özellikle de Mısır ve Kuzey Afrika tarafından gelen
öğrenciler daha sonra bölgelerine dönerek İmam Mâlik'in görüş ve fetvalarını
yaydılar. Sahnûn'un (ö. 240/854) öncülüğünde tedvîn edilen ve İmam
Mâlik'in ve yakın öğrencilerinin görüşlerini toplayan el-Müdevvene isimli
hacimli eser, Muvatta ile birlikte Mâliki mezhebinin temel iki kitabı sayılır.
Mâlikî mezhebi, önce Hicaz bölgesinde yayılmış, sonra İmam Mâlik'in
Esed b. Furât, Abdullah b. Vehb, Abdurrahman b. Kasım gibi talebeleri vasıtasıyla
Mısır, Kuzey Afrika ve Endülüs'e yayılmıştır. Hatta, bu mezhep bir
İSLÂM DİNİ 37
zamanlar İspanya'da Endülüs Emevî Devleti’nin resmî mezhebi olmuştur.
Günümüzde Mısır'da, Kuzey Afrika’da (Tunus, Cezayir, Fas), Sudan'da Mâlikî
mezhebi çok yaygındır. Hicaz bölgesinde ise, Mâlikîler'in sayısı oldukça
azdır.
Avatar Seçilmemiş
Üyelik tarihi
01 Nisan 2015
Mesajlar
5.764
Seslenildi
643 Mesaj
Etiketlendi
84 Konu
Ruh Hali
Ruhsuz
Standart Cevap: Fıkıh mezhepleri
01 Eylül 2015
7
Şâfiî mezhebinin kurucusu sayılan, Muhammed b. İdrîs eş-Şâfiî 150
(767) yılında Gazze şehrinde (Filistin) doğdu. İmam Mâlik'ten Medine fıkhını,
İmam Muhammed'den Irak fıkhını öğrendi. Böylece Hicaz fıkhı ile Irak
fıkhını birleştirdi. İmam Şâfiî Bağdat'ta muhtemelen iki yıl kadar kaldıktan
sonra Mekke'ye döndü ve Mekke'de dokuz sene ders verdi. Bu devir Şâfiî'-
nin ilim hayatının en verimli devridir. Çünkü o, Mekke'ye ehl-i re’y fıkhı ile
ehl-i hadîs fıkhını birleştirerek dönmüş, yaptığı seyahatlerde asrında yaşayan
âlimlerin görüşlerine vâkıf olmuş, onları incelemiş, rivayet ettikleri hadislerin
çoğunu toplamıştı.
İmam Şâfiî hicrî 195 senesinde tekrar Bağdat'a geldi. Bu ikinci gelişinde,
artık o Irak ve Hicaz fıkıh ekollerini derinlemesine incelemiş, fıkıhta kendi
usulünü ortaya koymuş olarak talebe yetiştirmeye başladı. Hicrî 198 yılında
Mısır'a gitti ve 204 (820) yılında orada vefat etti. Vefat ettiği zaman elli dört
yaşında idi. Mısır'da kaldığı dört sene içinde tecrübeleri ve yeni muhitin
şartları ışığında eski bilgilerini yeniden etüt etmeye başladı, bazı görüşlerinden
vazgeçti, yenilerini ortaya koydu. Böylece onun rücû ettiği eski görüşleri
ile yeni görüşlerinden oluşan "mezheb-i kadîm"i ve "mezheb-i cedîd"i
teşekkül etmiş oldu. O hicrî 204 yılında Mısır'da vefat ettiği zaman arkasında
zengin bir fıkıh hazinesi ve kalabalık bir talebe topluluğu bıraktı.
Mekke, Bağdat ve Mısır'da yetiştirdiği seçkin talebeleri onun eserlerini okuttular,
görüşlerini ve diğer fakihlerle olan ihtilâflarını naklettiler. İşte bu öğrencilerin
gittikçe genişleyen ders halkaları neticesinde Şâfiî mezhebi ortaya
çıkmış oldu.
Şâfiî mezhebi önce Mısır'da sonra Suriye, Irak, Horasan ve Mâverâünnehir'de
yayıldı. Çoğu zaman fetvada ve öğretimde Hanefîler'le yan yana
yer aldı. Bugün Şâfiî mezhebi ülkemizin güneydoğu ve doğu illeri ile yukarıda
sayılan bölgelerde yaygın durumdadır.
Hanbelî mezhebinin kurucusu sayılan, Ahmed b. Hanbel hicrî 164 yılında
Bağdat'ta dünyaya geldi. Genç yaştan itibaren Bağdat'ta hadis toplamaya
başladı. Hicrî 186 yılına kadar hadis âlimlerinden dinlediği bütün hadisleri
kaleme aldı. Hadis araştırma ve tesbiti amacıyla İslâm ülkelerini diyar diyar
dolaştı. Ahmed b. Hanbel hadis ilminde rivayete önem verdiği kadar,
naslardan hüküm çıkarmaya da itina gösterdi. O İmam Şâfiî'nin fıkıhtaki bilgi38
İLMİHAL
sine, hüküm çıkarma ve istinbat usul ve metoduna hayrandı. Ahmed b. Hanbel
Mekke'de, Bağdat'ta İmam Şâfiî'den bu metotları öğrendi ve benimsedi.
Böylece hadisleri sadece rivayetle yetinmeyip, onların fıkhî mâna ve maksatlarını
da araştırdı. Olgunluk yaşına geldiği zaman ders okutmaya ve fetva vermeye
başladı. Bu devirde fakihlerin çalışmaları meyvelerini vermiş, çok değerli
fıkıh eserleri birer birer ortaya çıkmış, ilk üç mezhebin birinci el kaynakları
tedvîn edilmişti. İmam Ahmed b. Hanbel kendisini böyle zengin bir fıkıh servetinin
içinde buldu. Bunlardan en iyi bir şekilde istifade etmesini bildi.
Avatar Seçilmemiş
Üyelik tarihi
01 Nisan 2015
Mesajlar
5.764
Seslenildi
643 Mesaj
Etiketlendi
84 Konu
Ruh Hali
Ruhsuz
Standart Cevap: Fıkıh mezhepleri
01 Eylül 2015
8
Ahmed b. Hanbel ibadet ve muâmelât konularında iki ayrı usul benimsedi.
İbadet konularında naslara ve Selef’in eserlerine sımsıkı sarıldı. Delilsiz
hüküm vermekten sakındı. Muâmelâtta da yine Selef’in yolu olan, bir şeyin
haram veya helâl olduğuna dair naslarda delil yoksa o mubahtır prensibine
sarıldı. "Eşyada aslolan mubahlıktır" prensibini Hanefî, Şâfiî ve Mâlikîler de
benimserler, ancak Hanbelîler muâmelâtta daha belirgin biçimde serbestlik
taraftarıdırlar. Onlar mukavele serbestisini alabildiğine geniş tutmuşlardır.
Dinin haram kıldığı şartlar müstesna, bu mezhep ticarette tarafların istedikleri
şartları koşabileceğini hükme bağlar. Bu mezhepte nassa ve esere sıkı
sıkıya bağlı olmanın neticesi bir yandan ictihadla hüküm elde etme güçleştirilirken,
diğer yandan nassa dayanmadan bir şeye câiz değildir demeyi de
zorlaştırmıştır. Eşyada aslolan mubahlıktır kaidesi temel alındığı için mubah
ufku genişlemiş ve bu bakış açısı büyük ölçüde akidlere de yansımıştır.
Ahmed b. Hanbel'in çoğu müstakil veya mezhepte müctehid olan talebe
ve müntesipleri, onun görüşleri etrafında Hanbelî fıkıh ekolünün oluşmasını
sağlamışlar, önceleri Bağdat'ta doğan bu mezhep daha sonra diğer İslâm
bölgelerine de yayılmaya başlamıştır. Hanbelî mezhebinin usul ve özellikleri,
temelde Ahmed b. Hanbel'in metodolojisi ve fıkhî görüşlerine dayanır. Mezhebin
ayırıcı vasfı olarak re’y ve kıyastan çok âyet, hadis ve sahâbe kavli
gibi naklî delillere dayanması dikkat çeker. Mezhepte bir bakıma hadise
dayalı fıkıh anlayışı hâkimdir. Sadece fiilen karşılaşılan problemlere çözüm
üretilmiştir. Teknik anlamda tam bir fıkıh mezhebi değil, bir nevi hadis ekolü
olarak da görüldüğü için, Hanbelîliği fıkıh mezhepleri arasında saymayanlar
da vardır. Ahmed b. Hanbel'in, devrinde Şîa'ya ve diğer Ehl-i sünnet dışı
fikrî ve itikadî akımlara karşı mücadele etmesi, onlara karşı hadisleri ve geleneksel
din anlayışını (Selefîlik) savunmuş olması, onu devrinde Ehl-i sünnet'in
temsilcisi konumuna getirmiş, Hanbelîliğin fıkıh mezhebi olmasında
bu hususun büyük etkisi olmuştur. Ancak Hanbelîliğin fikrî ve fıkhî gelişiminde
yukarıda zikredilen tedvîn faaliyetlerinin yanı sıra İbn Teymiyye ve
öğrencisi İbn Kayyim el-Cevziyye'nin eserlerinin de büyük payı vardır.
Konuyu 1 kişi okuyor. (0 üye ve 1 ziyaretçi)
 
Benzer Konular
Konu
Konuyu Başlatan
Forum
Cevaplar
Son Mesaj