Kasvetli bir gece… gecemi daha ağır ben mi bilmiyorum,tuhaf bir duygu yoğunluğu içerisindeyim kilitlendim sanki ve anahtarı nerde arasam bulamıyorum... saat de epey ilerlemiş. Şehir suskun, yıldızlar geceden yorgun. Toparlanıyorlar yavaş yavaş belli ki yerlerini günün ilk ışıklarına bırakmak üzere hazırlık yapıyorlar. Zaman nasılda hızla akıp gidiyor değil mi ? Hey bizi kendine esir eden zaman ! Meydan okuyorum işte sana, umurumda bile değilsin bu gece... kahvemde en az benim kadar inatçı ve geceden baskın… biliyor musunuz işte böyle zamanlarımda severim ben en çok kahve içmeyi ve de yazmayı...

Düşünüyorum da, günümüzde nasılda hoyratlaştı insanlar... ne varsa ellerinde hızla tüketir oldular… artık yaşamlar yüzeysel. Gülümsemeler samimiyetsiz, bakışlar sahte ve kendini yitirmek pahasına yaşanan onca şeyin gölgesinde bir sürü mutsuz simalar… önceleri renkli düşleri vardı insanoğlunun şimdiyse hayattan kaçabildikleri düşleri bile yok. Hayatlara hakim olan tek renk siyah... belli ki bizi biz yapan, iyi niyet, vefa, masumiyet, özveri, şefkat... her biri bavulunu toplayıp aramızdan ayrılalı epey zaman olmuş…. ve bize tek kalan eskiyi yad etmek... farkında mısınız ne kadar çok özler olduk çocukluğumuzu, eskileri, geçmişi, yaşanılan sevdaları… “aşık olmayı” ...

Hatırlar mısınız ? Eskiden tarhana çorbası kokardı evlerimiz. Tencerede umutla beraber kaynardı annelerin duaları. Bizde ne pişerse bir tabakta komşuya mutlaka düşerdi. Şimdiki gibi kaçmazdı insanlar iyi biri olmaktan. Zamanımızın çocukları gibi çeşit çeşit oyuncaklarımız olmadı bizim ama kıymetliydik gözlerimizin içine bakıp gülümseyen saçımızı okşayan hep birileri vardı cindy bebeklerimizde yoktu olsaydı da kaşını gözünü kendimizin çizdiği bizden sonrada kardeşimize miras kalacak emektar bez bebeklerimiz kadar sevilmeyecekti onlar. Tamam çok oyuncağımız yoktu belki ama üşengeç annelerimizde yoktu. Kantin köşelerinde soğuk çaylarla yapmadık hiç kahvaltılarımızı. Erkenden hazır olurdu kahvaltı malum okula gidecektik babamızda işe. Zengin değildi belki soframız ama bereketliydi huzurluydu, en az annemizin yüreği kadar sıcaktı içtiğimiz çaylar. Ardından özenle saçlarımız taranır iki yandan örülür uçlarına beyaz kurdeleler bağlanırdı. Şimdiki gibi rengarenk tokalar gibi değildi onlar ama seviyorduk biz o kurdeleleri. Çünkü annemiz özenerek almıştı, en güzel süsümüzdü bizim onlar. Okula giderken annemiz mutlaka kapıya kadar uğurlardı ardımızdan ‘Allah zihin açıklığı versin’ derdi kabul olurdu elbet çünkü samimiydi çıkarsızdı dualar o zamanlarda... öğretmenlerimizde şimdikiler gibi yaşımızdan büyük davranmamızı beklemezlerdi. "Akıllı dur yapma" deyip duran soğuk birileri yoktu tepemizde. Ağaçlara çıkardık, topraktan tabaklar, çanaklar yapardık, bebeklerimize annelerimizin işe yaramaz diye bize hibe ettikleri kumaşlardan elbiseler dikerdik. Düşerdik kanatırdık dizlerimizi, doya doya kirletirdik üstümüzü başımızı, çok dondurma yemekten hasta olduğumuzda azar işitirdik büyülerimizden ama canımız yanmazdı çünkü gücenmezdik hayata, olabildiğimizce özgürdük. Düşlerimizin kahramanıydık, yenilmezdik, yorulmazdık... Küçücük yüreklerimiz vardı. Küçüktü küçük olmasına ama içine sığdırdıklarımız dağlar kadar büyüktü… ah biz çok şeye sahiptik çocukken şimdiki çocuklarsa sadece pahalı oyuncaklara sahip...

Peki ya sevdalarımız, eski sevdalar tarih oldu diyoruz, sevdalar mıdır tarih olan? Yoksa o yüce gönüllere sahip olan insanlar mı ? Şimdiye bakıyorum modernlik adına aşklarını da ucuza satar oldu insanlar aldatan aldatılan paranoyak sevgililerle doldu ortalık ihanet aşkın diğer adresi haline geldi... İkiyüzlülüğün, riyakarlığın adı, mantıklı olmak oldu ilişkilerde. İnsanlar birbirlerinde ne var ne yoksa hoyratça sömürüp sonrada bunun adına sevgi der oldular. Yanlışlara o kadar alışıldı ki doğru gibi yaşanır hale geldi bütün yanlışlar. Neden biliyor musunuz ? Çünkü hani özgür ya insanlar, hani modern ya, o yüzden sandığa koyup kaldırdılar tavan arasına özlerinde ne var ne yoksa… Kimse bir adım sonrasını düşünmeden hayat önüne ne getirdiyse onu yaşadı sorgulamadan yargılamadan..ve her ilişki bir öncekinden daha kötü bir hüsranla sonuçlandı. Ne kadarda çabuk tükendi heveslerimiz, umutlarımız, sevinçlerimiz, özümüz...

Eski sevdalarda kaçamak bakışlarla yapılan masum göz teması, onun tenine dokunmaktan daha heyecan vericiydi, ürkekti bakışlar, titreyen eller konuşurdu, özenliydi seven sevdiğine, sahiplenirdi. Gözünden sakınırdı. Hatta eskinin sevdalısı; acı çekerdi ama şikayet etmezdi çünkü "seni seviyorum" demek yemindi, "sen benim için kutsalsın" demekti. Şarkılarda bile inceydi, düşünceliydi seven... "Fikrimin ince gülü" derdi sevdiğine. Türküler yakardı ona. Kendi el yazısıyla yazardı bütün aşk mektuplarını. Gecenin karanlığında sevdiğinin penceresinden sızan titrek ışığa bakıp, perdenin arkasındaki gölgesini görmek için sokağında defalarca volta atardı. Peki ya şimdi, "kız hepsi senin mi" diyor şarkılar... ah ahh… belli ki, lale devrinden kalmışız biz zamanımız çoktan geçmiş şimdi nerde o sevgilinin gönlündeki hasretini el yazısına döktüğü nağmeleri... cep telefonları var artık niye gitsin sokağına kızın. Kolay artık sevmek, bir mesaj gönderiyor kafi "seni sevyrm.. ok.. aksm görüşelim. ok. KİB " ne romantik değil mi ? Kısalttıkça kısalttık aşklarımızı… gel de o zaman aşklarını kıskanma…

Şimdiki sevdalar hep elden düşme, bu gün seni seviyorum diyen yarın çekip vurmaktan çekinmiyor sevdiğini... önceleri söz bile namustu, yazık ki şimdi namusun anlamını taşıyan hiçbir kavram kalmadı yaşantılarda… sonuç peki ? Korkunç bir güvensizlik girdabı, sonu gelmeyen pişmanlıklar, yabancılaşma, içinden çıkılmaz bir yalnızlık duygusu, belki ilerde çok daha kötüleri…

Eskiden dostun, sevenin sıcaklığıyla huzurluyduk; şimdi çıkar ilişkilerinin soğuk birlikteliğiyle huzursuzuz... bir kuru ekmeği ortadan bölüp paylaşmasını biliyorduk; şimdi öylesine benciliz ki, var gücümüzle avuçlarımızı kapatıyoruz. Kalabalıklar içinde insan arar hale geldik... medenileşmek adına saçma sapan şeylerle doldurduk hayatımızı o kadar doldurduk ki kendimize yaşama alanı bırakmadık... sadeliğin asilliğini unuttuk. Keşkelerimiz sayısı iyi kileri çoktan geride bıraktı. O kadar koptuk uzaklaştık ki, birbirimize tahammül edemez olduk. Kendimizle bile konuşmuyoruz artık. İçimizde sürekli eksiklik duygusuyla yaşıyoruz... sürekli bir yerlere çarpıp çarpıp kendimizi acımasızca kanatıyoruz... Canımız acıyor ama ağlayamıyoruz, ağlamayı bile unuttuk ve ne yaparsak yapalım her şey ne kadar tatsız, ne kadar yarım yamalak...

Ah keşke... keşkelerimiz bu kadar çok olmasaydı da. Şu kaybolmuşluğumuza inat kendimize sahip çıkıp samimiyetimizi, masumiyetimizi hiç yitirmeseydik, kim bilir belki o zaman hatalarımız önümüze duvar olmazdı. Kalabalıklar içinde bu kadar yalnız olmazdık, yaralanmazdık, acımazdık…

Yüzeysel yaşamaktan derinlerde ne varsa unuttuk. Bir gece daha bitti işte ve biz bir gece daha büyüdük mü küçüldük mü bilmiyorum. Kahvemde bitti zaten artık gidiyorum, çok konuştum son noktayı koymadan öncede size yine diyorum ki; vicdanınızla size aynı şeyi söyleyen kişi bilin ki dostundunuzdur, lütfen öyle insanları hayatınızdan eksik etmeyin. Hayat bazen bize farkında olmadığımız öyle güzel hediyeler verir ki bizler hayatın monotonluğu arasında onları fark edemeyiz. Oysaki yapmamız gereken tek şey hayatımızı sadeleştirmek ve yüreğimizdekileri keşfetmek... İşte göreceksin bizim için hayat asıl o zaman başlayacak...

Umudunuzla, yüreğinizle, yüreğinizdekilerle kalın !



Alıntı ..