Akılcı kurallardan çok, değişken duyguların etkisinde olan duygusal evren çok karmaşıktır. Bu düşünce sistemindeki bozuk*luk, düşünmekten kaçınmak ya da tümüyle vazgeçmek biçiminde görülür. Gerçekleri düşünmek yerine olayları duygularınıza göre yorumlar, ona göre davranırsınız.

Suzie de bu durumdaki bir modacıydı. Yaşamı iniş çıkışlarla sürüyordu. Bir gün kendini mutlu hissediyor, yaşamının güzel gittiği sonucuna varıyordu. Ertesi gün üzgün olduğunda sorsanız, yaşamının nasıl bir trajedi olduğunu anlatıyordu. Bir hafta sonra kendini biraz gergin hissediyor, yaşamının tehlikeye açık olduğunu düşünüyordu. Oysa, günden güne değişen şey varlığına ait gerçek veriler değildi, onun duygularıydı.
Bu durum özgüven üzerinde korkunç bir etkiye sahiptir:


Bakın, patolojik eleştirmen duygularınızı silah olarak nasıl kul*lanır: Önce kulağınıza, “Zayıf, korkak,” diye fısıldar. Ardından, bu belli belirsiz düşünce, üzüntü duygunuzu harekete geçirir. Çaresizlik duyar, donar kalırsınız. Eleştirmen yine birbirini tetikleyen gerekçe*leri sıralar: “Ne hissedersen o’sun. Çaresizlik hissediyorsun, o halde çaresizsin.” O sırada bu kısır döngüyü başlatanın da eleştirmen ol*duğunu unutmuşsunuzdur. Kendinizi bir kitapta okusanız, kaldırıp atacağınız, anlamsız ve kısır bir tartışmanın içinde bulursunuz.
Duygusal gerekçe bulmada yapılan asıl hata, patolojik eleştirmenin başlattığı o ilk düşüncelere kulak kabartmaktır. Acı veren duyguları tetikleyen öğe, bu ilk düşüncelerdir. Bu hatayı düzeltmek için yapmanız gereken, yeniden içe dönük konuşmanıza dönüp, eleştirmenin olumsuz duygularınızı tetiklemek için gerçekleri nasıl çarpıttığını görmenizdir.


Kendinizi yararsız hissediyorsanız demek ki, yararsızsınız. De*ğersiz hissediyorsanız demek ki, değersizsiniz. Çirkin olduğunuzu hissettiğiniz gün, çirkinsiniz. Kısacası, kendinizi nasıl hissederseniz öyle olursunuz.



Bu sözü hiç unutmam yeri gelmişti