Hz.Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerimde :"Siz Allâh için ne verirseniz, Allâh onun yerine hemen yenisini verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır." (Sebe' 34/39) Hz.Pygamberimiz (s.a.v.)hem infakta bulunarak ve hem de bizleri teşvik ederek infak konusunda bizlere en büyük rehber olmuştur.


İçtimâî nizâmın düzenlenip, toplumda zenginlik ve fakirlik açısından âhengin sağlanması, infâkın insanlar arasında yaygınlaştırılarak ahlâk hâline getirilmesine bağlıdır. Cemiyet içerisinde zenginler olduğu gibi, hiç şüphesiz zayıflar ve muhtaçlar da bulunur. Bu durumda imkânı olan herkesin, Allâh'ın rızâsını talep ederek, ihtiyaç sâhiplerini arayıp sorması, fakirlerin dertleri ile dertlenmesi ve her fırsatta bol bol infakta bulunması gerekmektedir.

İnfâk, önemine binâen hem Kur'ân-ı Kerîm'de hem de hadis-i şerîflerde en çok teşvik edilen ve faziletinden bahsedilen bir ibâdettir. Cenâb-ı Hak, kullarına bir lütuf olarak infâk ve hayır yollarını geniş tutmuş ve kolaylaştırmıştır. Bu meyanda Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-, bir kimsenin sevap umarak ailesinin nafakası için harcadığı malının (Buhârî, Îmân, 41) , diktiği ağaçtan yenen meyvelerin, malından çalınan ve eksiltilen şeylerin, onun için sadaka olacağını müjdelemiştir. (Müslim, Müsâkât, 7)

Resûl-i Ekrem Efendimiz, ümmetine bizzat örnek olarak zengin bir infâk hayâtı yaşamış ve ashâbı da onu aynen taklid ederek, o ulvî hayâtı bizlere nakletmişlerdir. Allâh Resûlü'nün, sâhip olduğu mal varlığındaki tasarrufu, infâk esâsı üzerine kurulmuştur. Dünyâ malına bakışı da, yine infâk ve sadaka penceresinden olmuştur. Nitekim Efendimiz, ancak vermiş olduğu malı kendisine âit bilirdi. Onun vermekten duyduğu sevinç, yardım ettiği muhtâcın duyduğu sevinçten daha fazlaydı.

Peygamber -aleyhisselâm-, dünyâ hayâtını âhirete hazırlanmak için bir tarla olarak görürdü. Zîrâ dünyâda yapılan bütün amellerin karşılığı, âhirette muhakkak sâhibinin karşısına çıkacaktır. O nedenle Cenâb-ı Allâh'ın verdiği imkânlar nisbetinde âhiret sermâyesini artırmak gerekmektedir. Ebû Zer -radıyallâhu anh-'ın bizzat yaşadığı şu hâdise Efendimiz'in, emrine âmâde olan dünyâya bakışını ve infâk anlayışını açık bir şekilde ortaya koymaktadır:

Nebî -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte Medine'nin Harre mevkîinde yürüyorduk. Derken, Uhud dağı karşımıza çıkıverdi. Efendimiz:

"- Ey Ebû Zer!" dedi. Ben:

- Buyur ey Allâh'ın Resûlü! Emrine âmâdeyim, dedim. Âlemlerin Efendisi:

"- Yanımda şu Uhud dağı kadar altın olsa, bu beni sevindirmez. Bir borcu ödemek için ayırdığımdan başka, yanımda bir dinar bulunduğu halde üç gün geçmesini istemem. -Elleriyle önüne, sağına, soluna ve arkasına verme işâreti yaparak- yanımda bulunanı, Allâh'ın kullarına şöyle şöyle dağıtmak isterim." buyurdu. Sonra yoluna devâm etti ve:

"Dünyâda varlığı çok olanlar, âhirette sevapları az olanlardır. Yalnız sağına, soluna ve ardına şöyle, şöyle verenler müstesnâdır. Fakat onlar da ne kadar azdır." buyurdu... ( Müslim, Zekât, 32; Buhârî, İstikrâz, 3)

Sevgili Peygamberimiz'in savaş ganîmetlerinden bir çok arâzileri ve malları olurdu. Ancak o, bunları Müslümanların faydalanması için vakfeder (İbn-i Sa'd, I, 501-503), fakirlere tasaddukta bulunur ve ordunun ihtiyaçlarına harcardı. Resûl-i Ekrem Efendimiz'in korkusuzca infâkta bulunması, onun Yüce Rabbi'ne olan güven ve îtimâdından kaynaklanmaktaydı. Nitekim bir hadis-i kudsîde, Allâh Teâlâ hazretlerinin, "Sen infâk et, ben de sana infâk edeyim." buyurduğunu haber veren Efendimiz, sözüne devamla; "Allâh çok zengindir. İnsanların yiyip içtikleri ve harcadıkları şeyler O'nun hazînesinden hiçbir şey eksiltmez. O, çok cömerttir, gece gündüz ardı arkası kesilmez infâklarda bulunur. Arz ve semâvâtın yaratılaşından beri Allâh'ın infâk ettiklerini düşünün! Bunlar, O'nun mülkünden hiçbir şey eksiltmemiştir..." (Buhârî, Tevhîd, 22) buyurarak, infâktan korkmamak gerektiğini bildirmiştir.

Dünyâ malı hiç gözünde olmayan Rasûl-i Ekrem Efendimiz, infâk husûsunda şüphesiz insanların en eli açık olanı idi. Onun cömertliği bizim akıl ve hayâlimizin ötesinde idi. Onun bu yönünü Enes -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

"Server-i Âlem Efendimiz, İslâm için kendisinden ne istenirse onu mutlaka verirdi. Hele bir keresinde yanına gelen birisine iki dağ arasını dolduran bir koyun sürüsü vermişti... Adam kabilesine dönünce:

- Ey kavmim! (Koşun) Müslüman olun! Çünkü Muhammed , fakirlik ve ihtiyaç korkusu duymadan çok büyük ikram ve ihsanlarda bulunuyor, dedi.

Kimileri, sırf dünyâlık elde etmek için Müslüman olurlardı. Fakat çok geçmeden Müslümanlık onların gözünde, dünyâdan ve üzerindeki her şeyden daha değerli bir hâle gelirdi." (Müslim, Fezâil, 57-58)

Efendimiz'in bu yüce ahlâkı ile alâkalı diğer bir rivâyet de şöyledir:

Medineli Müslümanlardan bir kısmı Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-'den bir şeyler istediler. O da verdi. Sonra yine istediler. Efendimiz, elindekiler bitinceye kadar verdi. Verebileceği şeyler tükenince, onlara şöyle hitâb etti:

"Yanımda bir şey olsaydı, sizden esirgemez verirdim. Kim dilenmekten çekinir ve iffetli davranırsa, Allâh onun iffetini artırır. Kim tok gözlü olmak isterse, Allâh onu başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır. Kim de sabretmeye gayret ederse, Allâh ona sabır verir. Hiçbir kimseye, sabırdan daha hayırlı ve büyük bir lütufta bulunulmamıştır." (Buhârî, Zekât, 50; Müslim, Zekât, 124)

İnfâkta bulunurken "Sadakaları Allâh alır." (et-Tevbe 9/104) âyet-i kerîmesinin ifâde ettiği inceliği kavrayarak, muhâtabın izzet-i nefsini gözetmek ve rıfkla muâmele etmek lâzımdır. Zîrâ ihtiyacı açıkça belli olduğu halde, iffetinden dolayı isteyemeyen kimseler bulunduğu gibi, ihtiyacını çekinmeden arzedenler de vardır. Bunları da kırmamak, güzellikle ve gönüllerini hoş ederek göndermek gerekir. "Ben cimri değilim." (Müslim, Zekât, 127) diyen ve cömertliği kendisine şiâr edinen Allâh Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-, kendisinden isteyen kimseleri geri çevirmeyi hiç arzu etmez, elinde varsa verir, yoksa, onlara güzellikle muâmele eder ve "geldiği zaman vereceğine" dâir vaadde bulunurdu. Çünkü Yüce Rabbimiz, bu şekilde davranılmasını istemektedir:

" (Ey Habîbim! Muhtaçlara vermek üzere) Rabbin'den bir nimet beklerken, (elinde vereceğin bir şey bulunmadığı için), isteyenlerden yüz çevirmek mecburiyetinde kalırsan, hiç olmazsa onlara yumuşak bir söz söyle!" (el-İsrâ 17/28)

Sevgili Peygamberimiz'in bu vasfını İmam Bûsirî, Kasîde-i Bür'e'sinde ne güzel ifade eder:

"Bizim peygamberimiz iyiliği emreden ve kötülüğü nehyedendir. Fakat «hayır»ı da «evet»i de ondan daha tatlı söyleyen başka bir kimse yoktur."

Alıntı