Sahur Sofrasına İnen Melekler

Uykunun en derin koytağında, tatlı bir mahmurlukla kalkıp sofraya oturmanın nasıl bir cazibesi olabilir? Doğrusu, dünyevi olan hiçbir şey, gecenin sabaha çevrildiği saatlerde sıcak yatağından ve uykunun başka saadetlere tercih edilemeyecek tadından ayıramaz insanı.

Ancak uhrevi bir şölene dönüşen sahur vakitleridir ki hem uykunun saltanatını yıkar hem de sofamızdakilerin bütün ağırlığını alarak yiyeceklerimizi cennet nimetleri gibi latif bir hâle dönüştürür. Sahurların tadını bilmeyenler ne kadar talihsizdir! Söz konusu olan yemek değildir, sanki uhrevi bir beslenmedir. Biraz sonra vakit tamam olacak ve dünyevi olan ne varsa vedalaşacağız onlarla. Başka bir zamana yolculuğa çıkacağız; o yolculuk için arınıp, dünyalık giysilerimizden sıyrılacağız. Vaktin armağan ettiği neşe, gönül huzuru ve dinginlikle meleklere has bir letafet ve zarafet kazanır sahur sofrasının etrafına oturanlar. Başka hiçbir zamanda, hiçbir sofrada yaşanamayacak tatlar alırız bu vakitlerde. Çok az konuşarak ve yalnız duyarak, hissederek yaşarız&

Şaşırtıcı ve asıl tatlı olan, bu uhrevi vakitlere çocukların gösterdiği anlaşılmaz ilgidir. Onlar da kendi oyunlarına hiç benzemeyen bir oyun gibi görürler gece ortasında kalkıp yemek yemeyi. Büyüklerin o her zamanki tavırlarından sıyrılıp inceldiklerini, melekleştiklerini görür ve şaşırırlar. Bu gece ortası serüveni, onlar için kaçırılmayacak bir fırsattır. Sınırsız bir özgürlük ve nazlanabilme hakkı bulurlar kendilerinde. Oruç, onlar için aslında pek kavrayamadıkları; ama bütün oyunlarından, bütün eğlencelerinden daha çok tat aldıkları, heyecan duydukları bir zamanın adıdır. Küçücük beyinlerinde çoğalttıkları, resmettikleri; kendine has vakitleri, dekorları, kuralları ve eğlenceleri olan bir zaman, oruç zamanı

Oruca ilk başlayışlar ne hoş hikâyelerle, ne eğlenceli oyunlarla yaşanır. Ben de oruç tutacağım! Sen küçüksün tutamazsın Tutarım, tutamazsın İyi öyleyse sen tekne orucu tut, yarım gün tut gün doğup yükselince unutmalar, acıkıp mızmızlanmalar Büyü bozuluverir, oruç kuşu uçup gider!... Anlaşma bozuldu, ödülünü kaybettin!Söz, yarın bozmayacağım orucumu. Hadi bakalım.

Çocukluğumuzda bize orucu bir oyun gibi sevdiren büyüklerimize minnet duymalıyız. Hatıralarımız arasında tadını asla unutamayacağımız sahneler, Ramazan günlerinin sahur ve iftar saatleridir. Çocuk bedenimizle hiç de kolay kaldıramayacağımız açlık, anlamını belli belirsiz kavrayabildiğimiz oruç kavramıyla nasıl da sevimli, neşeli bir oyuna dönüşüvermiştir! Keşke, hayatın bütün yükümlülüklerini böyle güle oynaya, böyle gönüllü kabullenme şansımız olsaydı.

Kim bilir, her birimiz çocukluğumuzun kaç yıl uzağında, bir Ramazanı daha karşıladık. Kendi adımıza, ruhumuzu çiçeklendirecek verimler bulup çıkarırız günlerin arasından. Oruçlu saatler, mutlaka yüz aydınlığı, gönül yüceliği bağışlayacaktır bize. Fakat çocuklar, ille de çocuklar! Kendi yaşadığımız müstesna zamanları onlardan niye esirgeyelim? Sahur sofrasına inip kalkan meleklere, evimizin melekleri de karışsa ne hoş olur!