Tarihin Yardımcı İlimleri

Burada zikredeceğimiz ilimler, kuruluş olarak yenidirler. Bunlar yakın vakitlere kadar tarihin içindeydi; Daha sonraları kendi başlarını birer ilim dalı olmuşlardır. Zikredilen ilimler evvelce her tarihçinin yapmaya, bilmeye mecbur olduğu ilimlerdi.Tabiatıyla tarihten ayrıldık sonra tarihin metotlarını terk ederek hususî metotlarına sahip olmuşlardır.

A) Filoloji:Lisan olup, bununla uğraşana filolog denir, Bunun da başlı başına vazifesi ve problemleri vardır: Bunlardan ilki, ana dili çok iyi bilmektir. Zira her konuşan ana diline vakıf sayılmaz. Bunun için güzel eserler okumak, yazmak gerekir. Ana dil ile paralel yürüyen öteki problem, yabancı dil ihtiyacıdır. Bir yabancı dil insanı umumi kültür bakımından zenginleştirir. Fakat burada mevzubahis tarihi incelemeler için lazım gelen yabancı dildir, tarihte her devrin belirli bir kültür dili vardır; Eski çağlar için Grekçe ve Latince Orta çağ tarihi için Arapça, Farsça; modern tarih için ise, batı dillerinin bilinmesi lazımdır. Türk Tarihinin en eski devirleri için Çince, Orta çağları için Arapça, Farsça şart-tır. Tarihte esas, her vesikayı yazıldığı dilde okumaktır. Ancak her vesikayı yazıldığı dilde okumak bakıma imkânsızdır ki, filoloji de bu ihtiyaçtan doğmuştur. Filologlar bu dillere ait eserleri lisanımıza aktardıkları için tarihçilere yardımcıdırlar. Ancak Filoloji, sadece tercümeden ibaret değildir. Çok önemli olan filolojik tercümeler güçtür. Zira bir kelimenin hemen her dilinde iki manası vardır: l- doğrudan doğruya sözcük, yani lügat manası ki, bu bilinen şeydir, 2- Aynı kelimenin bir de terim, yani Istılah olarak manası vardır. İşte tercümelerdeki güçlük bu ikinci manadadır. Vaktiyle çok iyi Farsça bilen birisi Nizamülmülk' ün Siyasetname'sini tercüme etmiş, lakin XI. yüzyıl tarihi terimlerini bilmediğinden tercümesi kıymetsiz olmuştur. Mesela “arz eden" diye çevirdiği devrinde "Harbiye nazırı" demektir. "Perdeci" lügat manasındaki "hacip" de, devrin en yüksek bir mülki makamını gösteriyordu. Bu ikinci hususta, dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta daha vardır; Herhangi bir terim zamanla mana değiştirmektedir. Mesela "Hoca" vaktiyle başvekil, hatta devlet reisi manasındaydı. Diğer taraftan makam aynı kalmakla beraber, bunun ismi zamanla değişir: XI. yüzyıldan beri, nişancı, Reis ül-küttap; hariciye nazırı, Dışişleri bakanlığı hep aynı makamı gösteren terimlerdir, işte tercüme yapacak şahsın, bunları ve ayrıca tarihi de çok iyi bilmesi gerekmektedir. Filolojinin bir üçüncü vazifesi de dile linguistik araştırmalar yapmaktır. Diller arasındaki münasebetleri, aynı dildeki şive farklarını da filologlar araştırır. Milletlerarası kültür münasebetleri filoloji ile yakından ilgilidir. Dilimizdeki Arapça-Farsça kelimeler İslam kültürünün bize olan tesiridir. Radyo, elektrik, tiyatro vs.de batı kültürünün Türkçe’deki izleridir. Türkler de, bir kültürlü kavim olarak tarihin her devrinde kendilerine komşu bulunan milletlere kelimeler vermişlerdir. Filolojik araştırmalarda Türkçe’deki Ural ve Hind-Avrupa kelimeleri ile 3.500 sene önceki Türk yurdunun Batı Sibirya olduğunu anlatıyoruz.

B) Epigrafi: Kitabeler bilgisi demektir. Kitabeleri okuyan, tasnif eden, ilmi olarak neşreden ilme "Epigrafi” denilir. Kitabeler küçük ise epigram, büyük olursa epigraf ismini alırlar. Bu ilimle uğraşanlar da Epigrafiglerdir. Kitabeler metinleriyle birlikte ciltler halinde neşredilirlerse “Corpus”lerdir.Metin vermeyip sadece tarif ve tavsif edenler de “Regeste”lerdir.

C) Paleografi: Eski yazıları tanıma bilgisidir. Bu ilim el yazılarıyla meşgul olur, menşelerini araştırır ve onları çözer. Bu işle uğraşan bilgine "Paleoğraf” denilir. Her devirde ayrı yazılar kullanıldığından bunların okunması mümkündür. Bu bakımdan paleografi de birçok ihtisas dallarına ayrılmıştır. Grek veya Latin paleoğrafyası yanında Arap harflerinin de ihtisası ayrıdır. Yazı şekilleri" de önemli olup, bu aynı zamanda o vesikanın tarihini verebilir. Türklerde IX.asır ortalarına kadar devan eden Orhun alfabesi sert satıhlara kazılabilecek şekilde köşelidir. Uygur yazısı ise bitişik ve yumuşak hatlıdır. Türkler daha sonraları Arap alfabesini kabul ettiler; 1928 den sonra Latin harfleri kullanılmaya başlandı. Bu yazı çeşitleri yanında üslup farkları da vardır. Mesela kufi, nesih, sülüs, talik, divani, celi, siyakat rik'a vs. olmak üzere 20 kadar tür vardır. Bunların da kullanılma yerleri bellidir:. Köşeli olan küf î, yazı, kitabelerde; divanı, resmi vesikalarda, talik ise- edebi metinlerde çok kullanılır. Noktasız yazılan ve bir nevi şifre gibi olan siyakat ise, resmî kayıtların hatasız tutulması içindir. Bu yazı çeşitlerinin de zaman içinde değişen şekilleri vardır: Mesela nesih, bilhassa ortaçağlarda çok kullanılmış, Selçuklu ve Mısır neshi oarak ikiye ayrılmıştır. Bizde henüz yeni olan paleografi, batıda hayli eskidir. Daha 1681’de Jean Mobillon isimli bir papaz, paleografi usullerini, vesikaların sıhhatle kontrolünü belirten bir eser kaleme almıştır. Bu ilim batı üniversitelerinde XIX. yüzyıldan itibaren okutulmuşsa da, bizde henüz böyle bir kürsü yoktur. Paleografinin bir ;çeşidi de, gizli yazıları okuma bilgisi olan “Cryptografi"dir. Hemen her devirde gizli yazılar bol olarak kullanılmıştır.

D) Diplomatik: Vesikalar bilgisidir. Diplomatik vesika denildiği vakit kağıt üzerindeki materyaller anlaşılır.Tarihi malzemelerin hepsi vesika olmakla beraber, birer vesika sayılan paralar, kitabeler diplomatiğe dahil değildir. Bu ilim vesikaların çeşit ve şekillerini tetkik ile, vesikaların sahte veya gerçek olduğunu ortaya kor. Diplomatik’i çeşit ve şekline göre iki açıdan ele alabiliriz:1- Çeşitleri: Devletler arası muahedeler, muharebeler, hükümdarlar arasındaki yazışmalardır. İslam-Türk tarihinde bu çeşit yazışmalara “Sultaniyat” adı verilmiştir. Ayrıca fetihnameler, tebrik yazıları, bayramlaşmalar, yeminnameler, iç yazışmalar, vali, defterdar, devlet adamları ve memurlara verilen emirler, hükümler, fermanlar, tâyinler, hususi izin kağıtları, beratlar, izinnameler, arazi parçası veya bir gelir kaynağını bir sahsa mülk olarak veren temliknamelerdir. Bu genel tarif dışında fertler arasındaki hususi mektuplaşmalar da bu gruba dahildir. Bir vesikanın bu nevilerden hangisine girdiğine diplomatik karar verir. Keza bir vesikanın gerçek olup olmadığı da diplomatik tarafından araştırılır. Bu gerçekten önemlidir. Meselâ bazı kaynaklarda Selçuklu Sultanı tarafından Osman Gazi'ye verildiğinden bahsedilen fermanın sahte olduğu, Mükrimin Halil Yinanç tarafından tespit edilmiştir.Vaktiyle beyle vesikaları birer mecmua halinde toplamak adetti.Böyle diplomatik vesikaları toplayan mecmualara “münşeat” denilir.Osmanlı Tarihinin en meşhur münşeat mecmuası "Feridun Bey Münşeat ı" dır. Ortaçağların mühim bir münşeat mecmuası, bir diplomatik vesikalar külliyatı olan, Kalkaşandî'nin Subh ül-Uşa'sıdır.İslam devletlerinde dış muhaberatı idare eden daireye “divan-ı inşa” , bu yazıları yazanlara da ''münşi" denir. Mesela Fatih'in İstanbul'u fethine dair gönderilen fetihnameler, ekseriya münşi olarak Molla Güranî’nin kaleminden çıkmıştır. Münşeat mecmualarında gerçek vesikaların kopyaları olduğu gibi, örnek olarak yazılmış hakiki olmayan münşeatlar da vardır. Hakiki münşeatlarda yer, tarih ve isimler bulunduğu halde, örnek olarak yazılanlarda bu kısımlar açık bırakılmıştır. Bütün bu vesikaların nevilerini tespit etme umumiyetle başlangıç kısmının tetkiki ile mümkün olur. Zira hemen her nev'in kalıplaşmış bir hitap kısmı, başlangıcı bulunmaktadır.2- Şekillerine göre: Her vesika,belirli zamanlarda çeşidine göre tespit edilen belirli şekilli kağıda yazılır.Kağıdın eni-boyu vesikanın çeşidine göre değişir.Yine kağıdın belirli kısmı boş bırakılarak belirli bir yerden başlanır.Bu hususlar, çeşitlere ayırmada en belirli ölçülerdir. Mesela sultaniyatta umumiyetle büyük ebadda kağıtlar kullanılmıştır. Ayrıca kullanılan kağıtların çeşitleri de,b u vesikaları tarihlemek bakımından mühimdir. Kağıtların sarı, hareli, haresiz vs. gibi cinsleri olduğu gibi,Semerkant, Venedik ve nihayet Kağıthane kağıtları Osmanlılarda tarih sırasına göre kullanılmıştır. Aslında kağıt tanıma bilgisi "Papiroloji” diplomatik içinde ayrı ilim dalıdır. Batıda bu ilim daha XVI.asır ortalarında başlamıştır. Diplomatik vesikaların sıhhatini kontrolde, papirolojinin büyük ehemmiyeti vardır. Yine bu hususta üslup ve ifade de başlıca ölçülerdendir. Gerçek diplomatik vesikalar, tarihin en mühim yardımcısıdırlar. Zira burada resmi devlet kayıtları bahis mevzuu edilmektedir. Batıda diplomatik tetkikleri önce pratik, sonrada ilim olarak XVI. yüzyılda başladı. 1765'den itibaren İtalya’da Boloğna’da okutuldu; Pransa'da Ecole des Chartes 1821’ de tesis edildi. 1829’ de yeniden tanzim edilen bu mektep halen de faaliyettedir. 1854’de de Viyana’da bu tipte bir okul açıldı. Türkiye’de, Unesco yardıma karar verilmesine rağmen, hâlâ böyle bir tesis kurulmamıştır.

E) Numizmatik :Yani Meskukat, paraları tanıma bilgisidir.Paralar tarihi bakımdan yazılı vesikalardan daha da mühimdir. Yazılı vesikalarda kopya ve değişiklik yapılabileceği halde paralarda bu olamaz. Paralar birkaç yönden tarihi malzeme teşkil ederler:

1) Ekonomik yönden:

a) Madenine göre: Bir paranın altın, gümüş veya bakır olması, bize o devletin iktisadi durumu hakkında kat'i bir fikir verir. Altın o devletin iktisadi gücünün sağlamlığını ve kuvvetini, gümüş de hemen hemen aynı manayı gösterdiği halde, bakır para iktisadi durumun sarsıntılı olduğuna işaret eder.
b- Paranın ayarına göre de bazı hükümler çıkarılabilir. Paralarda kullanılan altın veya gümüşün ayarı, o devletin iktisadi ve mali durumu alakalıdır. Paralarda ayarın düşmesi, bir iktisadi çökmüşe işaret eder,
c- Ağırlık bakımından bir devletin parasının ağır veya hafif olması, iktisadi durumla yakından ilgilidir. İktisadi faaliyetin artması sağlamlığı, paraların ağır, bunun aksi ise, hafifleşmesine sebep olmaktadır. Bu, bilhassa Osmanlı tarihinde bariz olarak görülmektedir.Çoğu kere paralar toplanıyor ve kenarlarından kesilip, gramajı düşürülüyordu.

2) Tarihi Yönden:

a- para kimin adına basılmıştır. Hemen her parada devrin hükümdarının ismi bulunmaktadır.
b- Paranın basıldığı tarih önemlidir. Her parada bulunan tarihler o devre ait kesin bir vesikadır. Bu târihle birlikte o hükümdarın adı,unvanı,lakapları mühimdir. Mesela "'Sultan''" tabirini ilk olarak Gazneli Mahmut kullanmıştır. "Sultan ül-A' zam" ve “Sultan ül-Muazzam" birbirinden ve özel manaları olan tabirlerdir. bu gibi tabirler, bilhassa İslam devletlerinin tâbi-metbu durumlarını aydınlatabilir.
c- Paranın basıldığı yerde mühimdir, Burası umumiyetle devlet merkezi ise de diğer yerlerde de darphaneler bulunabilir.Bunlardan başka paraların üzerindeki yazının şekli, tarzı, üslubu da birer kaynaktır. Paralar elden ele geçtiğinden yer, tarih ve hükümdar ismi çoğu kere silinebilir. Böyle hallerde paranın şekli ve bünyesinden birtakım hükümler çıkarabiliriz.

Ayrıca paralarda birçok işaret, şekil ve süsler de vardır. Bunlar da manalı ve mühimdir. Selçuklu paralarında görülen bir şekil, onların mensup oldukları Kınık Oğuz boyunun damgasıdır. Gerçi İslam devletlerinin paralarında tasvir bulunma-ise de, bazı Türkmen devletlerinin paralarında resim bulunmaktadır.

F) Mühürler:Sigilloğrafi de, tarihi malzeme olmak bakımından paralar kadar önemlidir. Resmi vesikaları damgalamak için kurşun, silidir ve kıymetli taşdan mühürler, eski çağlardan beri kullanıla gelmiştir. Mühürlerle ilgili damga ve tuğralar da ayrı tetkik mevzularıdır. Bunlar da isim, şekil ve tarih cihetlerinden önemlidir. Geçen asrın ortalarından beri posta pul ve damgaları da bu türe dâhildir. İkinci derecede devlet ricalinin de mühürleri mevcuddur. Bu hususta Halil Edhem Eldem’in Eski eserler müzesindeki Arap, Bizans ve Osmanlı mühürlerini tasvir eden bir katalogu vardır (Müze-i Humayın mühür katalogu, 1321). İ.Hakkı Uzunçarçılı da Osmanlıların padişah, sadrazam, kumandan, amiral vs mühürlerini tetkik etmiştir (Osmanlılar zamanında kullanılmış olan mühürler hakkında. Belleten,16.1940).

G) Armalar'ı tanıma bilgisi, Heraldigue. Arma, ortaçağlarda çok kullanılan bir hâkimiyet işaretidir. Her derebeyi devletinin hususi bir arması mevcut olup, bu arma demir eşyaya bilhassa silah, para ve bayraklarda bulunurdu. Büyük binalarda da bulunan armalar mahdut olmakla beraber kıymetlidir. Arma Türklerde de vardır. Göktürklerin arması yani sembolü kurt başıdır. Oğuz boylarının orta çağlarda kullandıkları damgaları da arma kabul edilmektedir Bu hususta Namık Orkun'un iki makalesi vardır: Kumanlarda arma Türklük mec.2,1939; Eski Türklerde Kartal armaları, Türklük, meç.sayı 7.

H) Ensab bilgisi,Geneoloji yani şecere, soy kütüğü de, bilhassa eskiden mühimdi. Hemen her ailenin menşeini ve atalarını gösteren bir soy kütüğü bulunurdu. Bu çok zorlan ve ciddi olarak tenkide tabi tutulması gereken bir husustur. Asil olmayan bir şahsiyet devletin başına geçtikten sonra, çok geçmeden o kavmin asalet inancına göre bir şecere tertip edilirdi. Ortaçağ Türk-İslam devletlerinde hükümdarlar ekseriya Hz. Peygambere veya sahabelerden birisine mensup gösterilir. Osmanlılar için ayrı ayrı 8-10 şecere vardır ki, bunlarda Osman gazi, efsanevi bir şahsiyet olan Oğuz Han neslinden gösterilir. İran sahası hükümdarları ise, kendilerini Sasanilerin devamı olarak gösterirler. Bu cins şecerelerin çoğu tabiât'ıylâ sahtedir. Ancak gerçek şecerelerden tarih son derecede istifade eder. İslam tarihi bakımından bu hususta bir el kitabı da vardır. Zambaur; Manuel de Geneologie et de Chronologie pour I'Histoire de I'İslam, Hanovre 1927-1955.

İ) Metroloji, yani her türlü ölçüler bilgisi. Tarihi ve iktisadi tetkiklerde ölçü ehemmiyetli olup, bu her devirde ve memlekette değiştiğinden bunların tespiti gerekir. Fersah, Li gibi mesafe ölçülerinin yanında okka, kantar, eşek yükü gibi ağırlık ölçülerinin bilinmesi ve günümüz metrik sistemindeki değerlerinin bilinmesi lazımdır. Bu tarihçinin büyük ihtiyaç duyduğu bir husustur. Zira pek değişiklik gösteren bu ölçülerin, bilinenlere tahvili güçtür. İslam-Türk tarihinde zikredilen ölçüler hakkında bir tetkik, bu husustaki ihtiyaçları kısmen de olsa kifayet etmektedir; Walthe:r Hinz, İslamischen masse und Gevichte Leiden, 1955.

J) Arkeoloji yani eski eserleri tanıma bilgisinin görevi, eski eserlerden devirleri, medeniyet ve kültürleri tâyin etmektir. Tarihte geriye doğru gidildikçe vesikalar azalmaktadır. Bu bakımdan yazılı kaynakların eksik olduğu yerlerde başvurulacak yegane malzeme eski eserlerin kalıntılarıdır. Hitit, Sümer gibi çok eski devirlerin aydınlatılmasında, hatta Grek ve Roma tarihlerinde de arkeoloji büyük rol oynamıştır. Arkeoloji tarihin birinci derecede yardımcıları arasındadır. Ev eşyaları, büyük binalar, tezyinatlar, yollar, su arkları da hep Arkeolojiye dahildir. Batı medeniyeti Rönesans’la Grek-Roma'ya bir dönüş yaparak onlardan kalanlara da dikkat etti ve antik çağ eserleri büyük itibar kazandı. İşte bundan sonradır ki arkeoloji ilim olarak bilhassa gelişmiştir. Lakin bizde Avrupa anlayışı yanlış şekilde devam etmekte, arkeoloji denince sadece eski Grek-roma antikitesi anlaşılmaktadır. Bunun yanlış olduğu Türk arkeolojisinin de mevcut olduğu muhakkaktır. Nitekim Türk ülkelerinde Ruslar ve Moğollar kazılar yapmaktadır. Yakın senelerde Çekler, Göktürk İmparatorluk merkezinde kazı yaparak Türk tarihinin aydınlatılmasında büyük hizmet etmişlerdir. Anadolu'da Selçuklu devri eserleri de arkeolojik kazılara mevzu olmaktadır.Macarlar da, kendi toprakları üzerindeki Türk eserlerini büyük ölçüde araştırmaktadır.

K) Coğrafya ilmi, tarihi olaylar bir mekan üzerinde cereyan ettiğinden önemlidir. Bu meyanda "tarihi atlaslar" tarihin en önemli yardımcı malzemesini teşkil ederler. Osmanlı Tarihi için maalesef derli toplu bir tarihi atlas yoktur. Batılılar kendi mükemmel tarihi atlasları meyanında Türk Tarihi ile ilgili atlaslar yapmışlardır. P.V.Lablanche, Atlas General, Paris 1909; Antik devirler için H.Kiepert'in Atlas Antigues’i önemlidir. Türk tarihi ile ilgili bir önemli atlas da A.Herrmann’ındır:Historical and Commercial Atlas of China, 1935, London.

L) O n a m a s t i k a, Onamatoloji, isimlerle adlarla uğraşır. Bunlara bakarak tarihi ne-ticeler çıkartılmasında yardımcı olur. Bu son zamanlarda çok revaç bulmuş bir ilim dalıdır. Başlıca üçe ayrılır: 1- Yer Adları;Toponymle:Sadece Anadolu sahasının yer adlarının incelenmesi bile bizi çok enteresan neticelere götürür. Ankara, İzmir,Konya vs. gibi antik çağdan kalan isimler yanında Aydın, Bayındır, Denizli, Mersin gibi Türkçe isimler vardır ki, bunlardan Anadolu'nun Türkleşmesinin mahiyeti anlaşılabilir. Keza Yazır, Avşar, Yıva,vs köy isimleri, bunların aynı isimli Oğuz boylarından olduklarını gösterir. Akdağ, Karadağ vs. isimlerin orjinallerini de Orta asya sahasında buluyoruz.2-İnsan adları, Aıntroponymie. Bunlar da bilhassa kültür münasebetlerini aydınlatmakta kesin ve açık delillerdir. Türkler vaktiyle Kültegin,Çağrı, Yiğan, Korkut vs. isimlerini almışlardır. Müslüman olduktan sonra Davut, Mes'ud, İbrahiın,Mehmet vs. adlarını aldılar. Yakın tarihlerde ise isimler,İslam ve Türk olmaktan öte, yeni ve özentili olmuşlardır: Belkıs, Suzan, Birol, Bulben vs. gibi. Bunlar Türk kültür tarihi bakımından son derecede önemli birer husustur. 3- Su adları yani Hydronymie. Bunda, nehir, çay vs isimlerinden hükümler çıkarırız. Burada da dikkate değer örnekleri ülkemizde bulabiliriz.Seyhun ve Ceyhun nehirlerinin hatırasını Seyhan ve Ceyhan da bulmuşuzdur. Tersakan nehri, hem Anadolu'da hem de Orta Asya'da mevcuttur. Keza Aksu, Karasu,Akdeniz ve isimlerde dahi pek çok dikkate değer özellikler bulunmaktadır.

M) Kronoloji yani takvim bilgisi, tarihten kopma çok önemli bir ilim şubesidir. Tarihi bir olay için, yer ve zaman, en önemli iki unsurdur. İşte kronoloji, bu ikinci soruya cevap vermektedir. Kronolojinin ilk bölümü olan zaman mefhumu üzerindeki nazari bilgileri astronom ve matematikçilere bırakarak biz ikinci noktaya,yani zamanın nasıl tayin edilip kaydedildiğine bakalım. Çünkü tarihçiler olayların hangi toplumda ne vakit, hangi zaman ölçüsüyle kaydedildiğini bil-mek zorundadırlar. Yeryüzünde hayli çok takvim kullanıla gelmiştir. Bunların ilki Ahd-i Atik'in hesabına göre hilkat-1 alemi, yani Tanrının dünyayı yaratışını esas alan takvimdir ki, rivayete göre M.Ö . 3761’deb başlar.Eski Babil,Mısır,Hind ve Çin'de hükümdarların saltanatlarına göre tanzim edilen takvimlerden başka, eski İran’da Sasanilerin kullandığı bir takvim de vardır.İskender’in doğu ülkelerini fethetmesinden sonra, yerine kurulan bir devletin adını alan Selefkos takvimi ortaya çıkmıştır. Bu eski Grek takvimi olduğundan "Rumi” diye de adlandırılır, ki Suriye, İran ve Anadolu sahasında hayli kullanılmıştır.Ortaçağların kudretli İslam imparatorluğu ise, Hicri takvimi kullanılmıştır. Hicri takvim, Hz. Peygamberin Mekke'den Medine'ye göç yılı olan 622 miladi yılı başlangıç olarak almıştır. Ancak bu takvim ilk olarak Hz.Ömer zamanında H.17.’de resmi olarak kullanılmış, aylar zaman ve diğer birçok teferruat için hicretin 10.yılı, 632 miladi yılının durunu esas alınmıştır. Ayın devri esas alındığı için güneş senesine göre l0 gün 8 saat 11 dakika noksandır. Bu takvimin güneş yılına tetabuk ettiren "şemsi'si de vardır ki, İran ve Afganistan'da kullanılmaktadır. Aşağıda Türklerin bu takvim için giriştikleri ıslahatı da göreceğiz.Batıdaki takvimlere gelince, Greklerde bir çok mahalli takvimlerden başka, 4 yılda bir yapılan olimpiyatları esas alan bir takvim de vardır. Roma’da konsüllere göre tayin edilen bir takvimden gayri, imparatorların cülus yıllarını esas alan bir takvim de vardır.Ayrıca 15 yıllık devreli bir takvim de konsül takvimini tamamlıyor. Roma İmparatoru Julius Caesar, bütün bu münferit takvimleri ıslah edip, M.Ö.45 senesinde başlayan Jülien takvimini vücuda getirdi; bu takvimde yıl başı 1 ocak kabul edilmişti. Güneş yılı esnasına göre olan bu takvimi, kendisi öldürüldükten sonra da devam etti. Bu takvim batıda umumiyetle bütün ülkelerde kabul edilmişti. Ancak seneyi 365 gün 6 saat kabul ediyor ve hakiki sene 365 gün, 5 saat, 48 dakika, 46 saniye olduğundan geri kalıyordu. Nihayet Papa XIII. Gregoire, astronom Lilio'nun tetkikleriyle bu farkı nazar-ı itibara alıp, 4 ekim 1502'nin ertesi gününün 5 ekim değil, 15 Ekim olduğunu ilan etti. Bu gün kullanılan takvim, işte bu gregorion düzeltmeli Jülien takvimidir. Şimdi her iki takvim arasındaki fark 13 gün olmuştur. Fakat bu takvim 1582 hemen bütün Avrupa'da kullanılmadı. Bu hayli geç olmuş, İngiltere ancak 1722’de, Ruslar da hemen bu tarihlerde, Japonlar 1873’de, Yunanlılar ise daha geç kabul ettiler. Fransa'da 1789 ihtilali, yıktığı bir çok şeyler meyanında takvimi de atmış, yerine onar günlük üç haftadan ibaret oniki aylı ihtilal takvimini kabul etmişti. Burada fazla olan 6 gün, yılbaşında umumi tatildi. Fakat bu takvimin ömrü çok olmamış, 1792’den itibaren ancak 1806'ya kadar kullanılmıştır.

Türklerin Kullandıkları Takvimler: 1-Türklerin zaman tayininde orijinal olan takvimleri 12 hayvanlı Türk takvimidir. Bu takvimin tarihinin ne kadar geriye gittiği bilinmemekle beraber, Huniar, Göktürkler, Tuna Bulgarları, Kırgızlar ve Uygurlar tarafından kullanıldığını biliyoruz. XIII yüzyılda Moğollara intikal eden bu takvim, böylece daha geniş yerlere dağılmıştır. Tarih-i Türki, Sal-i Türkan,Tarih-i Uygur gibi isimler de verilen bu Türk takviminin XIV. ve XV. yüzyıllarda zikredildiğini biliyoruz.Türkler her seneye bir hayvanın ismini vermişler ve bunu her on senede bir devrettirmişlerdir. Bu yılların isimleri, şüphesin Tük sosyal hayatında tesirli olan hayvanların isimlerini taşımaktadırlar: Sıçan, Sığır, Pars, Tavşan, Ejder, Yılan, At, Koyun, Maymun, Tavuk, it, Domuz. Sene onikiye taksim ediliyor, aylara bölünüyordu. Ayların isimleri de Birincay, İkinçay..vs. gibidir. Gün, yani 24 saat da 12 taksim ediliyor ve her bölüm, çağ ismini taşıyordu, 12 hayvanlı Türk takviminde sene başı, Ocak ayına tesadüf ediyordu. Aslında ay takvimi iken, eski Türk astrahomları güneş yılı esasına çevirmişlerdi. Semerkant'daki eşsiz rasathanesinde tetkikler yapan Uluğ Bey'in eserinde görüyoruz. Eski Türklerde dini merasimler bu takvime göre idi. Miladın 1. yılı tavuk yılına raslıyordu. 1967 koyun, 1968 ise maymun yılıdır. 2-Türkler İslamiyet’i kabul etlikten sonra hicri takvim kullanılıyordu. Türkler hicri takvimin bilhassa iktisadi sahadaki yetersizliğini görünce bunu ıslah için çalışmışlardır. Bu ıslah teşebbüslerinin en eskisi Melikşah zamanında olanıdır .İçlerinde Ömer Hayyam'ın bulunduğu devrin en seçkin astronom ve matematikçileri Selçuklu Sultanı Melikşah' in emriyle bun ıslah edip yeni bir takvim yaptılar.Takvim-i Meliki,Takvim-i Melikşahî, Takvim-i Celâli isimlerini alan bu takvim, M. 1079'dan itibaren kullanılmaya başlandı.Şşimdi kullandığımız takvim dahil bütün takvimlerden daha hassas olan bu takvim Melikşah’ın ölümüyle terk edildi. Zira bu takvimin temelleri Sasani İran'ın aylarına dayanıyordu. Yılbaşı da 21 Mart, yani nevruz" du. Bu itibarla Türkler arasında reaksiyon uyandırdı ve terk edildi. Türklerin hicri takvim hakkında giriştikleri bir diğer ıslahat Hindistan’da Ekber Şah tarafından yapılmıştır. Bu hükümdarın adına yapılan “Takvim-i İlahi”,1556' dan itibaren kullanılmaya başlandı. Lâkin bu hükümdarın bilhassa dini sahadaki aşırı reformları, şiddetli bir tepki yaratmıştı. Ölümünden sonra oğlu Evrenzib, bu takvimi babasının aşırı faaliyetleri cümlesinden sayarak kaldırdı. Osmanlılar da hicri takvimin eksikliklerini düzenlemek yoluna gittiler. 1677’de mart ayını yılbaşı alan bir mali takvim yapılarak iktisadi sabada düzen sağlanmak istedi. Bu düzenin esası jüiien olup, ancak birçok selefkos ay isimleri de alınmıştı ki, bugün kullandığımız ay isimlerinin gösterdiği gibi karma bir takvim oldu. lakin bu da karışık görüldüğünden Tanzimat'ı takiben 1840'da o yılın hicri yılını sabit kabul edip, yılları güneş yılına gere alan sistem kabul edildi ki, halen "Rumi" diye anılan takvim budur. Bütün takvimleri gregoriyen takvime uydurmak I.cihan harbi içinde oldu, niha-yet son defa Hicri yılı da kaldıran ve 1341 yılı 31 Kanun evvel 'nin ertesi gününün 1Kanunsani 1926 olduğunu belirten kanun ile Türk takvimi diğer takvimlerle birleştirilmiş oldu. Takvimlere; kronolojiye dair şu eserler vardır. • Cavaignac, C.ıronologie de l'Histoire mondial,Paris,1934,Türkçe’si. O, Turan, Tarihi Kronolojinin Esasları, 1954 Ankara.Osman Turan Onlki hayvanlı Türk takvimi, 1942 Ankara, P.Reşid Unat, Hicri tarihleri miladiye çevirme Kılavuzu, 1959 Ankara.

TARİH METODOLOJOSİ DERS NOTLARI

Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu