Adalet kelimesini duyduğumuzda aklımıza ne gelir? Sadece mahkemeler, kanunlar ve hakimlerin tarafsızlığı gibi konular geliyorsa, adalet kavramına bakışımızı yeniden gözden geçirmeliyiz demektir. Adalet, hayatımızın tam merkezinde yer alır. Allah Tealâ’ya karşı adalet, insanlara karşı adalet, her şeye karşı adalet…
Adalet kavramı sözlükte “doğruluk”, “düzen ve denge”, “her şeye ve herkese layık olduğu değeri vermek”, “hakkı hak sahibine ulaştırmak” gibi anlamlara geliyor. Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde müminlere adaleti gözetmeleri buyrulmuş (Bakara, 282; Nisa, 3; Maide, 8 ), pek çok hadis-i şerifte de adaletin büyük bir fazilet olduğu ve elde edilmesi gerektiği bildirilmiştir. İlahî adalete atıf yapan “el-Adl” ism-i şerifi de Esma-i Hüsnâ’da, yani Allah’ın güzel isimleri arasında arasında yer alır. Peygamberlerin sıfatlarından biri de adil olmalarıdır.
Allah’a karşı adalet
İslâmî bir kavram olarak ‘adil olmak’tan söz ederken, Allah Tealâ’ya karşı adaletli olmak her şeyden önce gelir. Allah Tealâ cennet karşılığında müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır. (Tevbe, 111). Dolayısıyla Allah Tealâ biz müminler üzerinde hak sahibidir. Hak sahibi olarak bizlerden istediği de gereği gibi kulluk etmemizdir. Adalet adına yapacağımız ilk şey Allah Tealâ’nın çizdiği sınırları aşmamak, O’na gereken kulluğu yapmaktır.
Müminler olarak bizden istenen ibadet ve itaati yerine getirmemiz bizi adil birer müslüman haline getirmektedir. Aynı şekilde, ibadetlerin zamanında ve gereği gibi yapılması, adaletin zamanında ve gerektiği gibi tecellisi anlamına gelirken, gecikme ve kusur, adaletin gecikmesi ve eksikliği demektir.
Nefse ve aileye adalet
Allah Tealâ’ya adaletten sonra kendi nefsimize, ailemize ve çevremizdeki insanlara karşı adaletli olmamız gerekir.
İnsanın kendi nefsine karşı adaleti, nefsini Allah Tealâ’nın emirlerine uymaya zorlamasıdır. Çünkü nefsten beklenen, onu yaratan Allah’a itaat etmesidir.Bu itaat ne zaman gerçekleşirse o zaman hak yerini bulmuş olur. Kişinin bu hakkın yerini bulmasını sağlamasının adı da adalettir.
İnsanın ailesine karşı adaleti de üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Aile fertlerinden her birinin hakkı farklı olduğundan, adalet de farklı tecelli edecektir.
Öncelikle ailenin küçük olsun büyük olsun tüm fertlerinin en temel hakkı, onların maddi ve manevi ihtiyaçlarının temin edilmesidir. Dolayısıyla, hane halkının karnını doyurmak adaletin bir gereği olduğu gibi, kalplerini doyurmak da adaletin bir gereğidir.
Çocukların hakkı sevgi ve şefkattir. Aile büyüklerinin şefkat ve merhametini çocuklardan esirgememeleri onları adalet sahibi yapar. Çocukların iyi terbiye görmesi, maddi ve manevi eğitimleri de adaletin gereğidir.
Eşlerin birbirleri üzerindeki hakkı, karşılıklı sevgi ve saygıdır. Eşlerin birbirlerine karşı sevgilerini yitirmelerine neden olacak davranışlardan sakınmaları, saygıyı elden bırakmamaları, adaletin varlığını gösterir.
Anne babanın hakkı evlatlarından vefa görmektir. Evlat, anne babayla ilgilenmeli, ihtiyaçlarını görmeli, hastalık ve sağlıklarında onları arayıp sormalıdır.
Gelin ve damadın hakkı, kayınvalide ve kayınpederlerinden öz evlat gibi muamele görmeleridir. O halde, kayınvalide ve kayınpederlerin gelin ve damatlarına karşı müşfik davranmaları, onları kendi öz evlatları gibi görmeleri onların adaletine işaret eder.
Aileden vefat etmiş olanların hakkı da, varsa borçlarının ödenmesi, miraslarının gereği gibi taksim edilmesi, arkalarından hayır duada bulunulmasıdır.
Yakınlara ve topluma adalet
Akrabalarımız, dostlarımız ve komşularımızın da üzerimizde hakları vardır. Bu hakların da gözetilmesi gerekir. Akrabanın hakkı sıla-i rahimdir. Kişi akrabasıyla görüp görüşür, imkanı ölçüsünde onlardan yardımını esirgemez. Dostların hakkı da sadakattir. İyi günde de kötü günde de dostlarımızın yanında olursak o zaman adil davranmış oluruz. Komşuların hakkı ise neredeyse akraba hakkı gibidir. İhtiyaçları olduğunda yardım etmek, onların bizdeki hakkıdır.
Nihayetinde adaletimiz bütün toplumadır. Toplumun hakkı, düzenin sağlanması ve devam etmesidir. Tanıdığımız tanımadığımız pek çok insanla günlerimizi paylaşıyoruz. Birbirimizi karşılıklı olarak gözetmemiz ve medeni ölçüler içerisinde davranmamız toplum düzeninin sağlanmasında en büyük etkendir.
Burada akla gelen bir konu, biz iyi davranışlar sergilerken başkaları aynı şekilde karşılık vermezse ne yapacağız? Elbette adil olmaya devam edeceğiz. Asıl önemli olan bizim topluma karşı adaletimizdir. Bizim sorumluluğumuz budur. Başkalarının haklarımızı görmezden gelmesi, kuralları hiçe sayması bizim de adaleti terk edebileceğimiz anlamına asla gelmez. Zira müminler olarak adaletli olmakla ve bu güzel faziletin yayılmasına yardımcı olmakla yükümlüyüz.
Manevi terbiyede adalet
Birey ve toplum açısından son derece önemli olan adalet kavramını elbette tasavvuf da ele almış ve büyük bir önem vermiştir.
İmam Gazalî ve İmam Sühreverdî hazretleri gibi tasavvuf yolunun büyükleri, kişinin dış görünüşünün yanında ahlâkı ve karakteriyle de insan olması, yani nefsinde bulunan hayvanî özelliklerden kurtulması için adaleti gerekli görmüşlerdir.
İnsan kendisini ancak doğru bilgi ve adaletle düzeltebilecektir. Nefisteki kötülüklerden kurtulmanın yolunun, kendisinde adaletin yani dengenin bulunmasına bağlı olduğunu belirtmişlerdir. Gereksiz şeyleri terk etmek ve gerekli olana yönelmek adalettir.
Bütün bu yazılanlarla birlikte söylemek gerekir ki, adalet tüm faziletleri kuşatır. Dolayısıyla gerçek anlamda adil sıfatını elde etmek için kişinin tüm faziletleri kendisinde bulundurması gerekir.