“Himmet” sözlükte istek, arzu, bir şeyi yapmaya azmetmek gibi manalara gelir. Tasavvufta ise dervişin bir isteğine ulaşmak için tüm kalbiyle Allah’a yönelmesini ifade eder. Himmet sahibi olan kimse tüm güç ve kudretin Allah’tan geldiğini bildiği için fani varlıklardan beklentisini kesmiştir. Bu konuda İbn Arabî k.s. hazretleri şöyle der:
“Himmetlerin derecesi, arzulanan şeylerin farklılaşmasına bağlıdır. Çünkü himmet arzulanan şeylere bağlıdır. Arzulanan varlıklar olmasaydı himmet kesilirdi; himmetler olmasaydı, ameller geçersiz hale gelirdi.”
Himmetin en yüksek mertebesi ise hakikat himmetidir. Yine İbn Arabî k.s. hazretleri bu himmeti şöyle tarif eder:
“Ehlullah, bütün himmetlerini Allah Tealâ’ya yöneltmiştir. Onlar çokluğu, yani Allah’tan gayrısını terk ederek tevhide ulaşanlardır.”
***
Himmetin zayıflaması konusunda İbn Arabî k.s. şöyle bir uyarıda bulunur:
“Himmetin zayıflamasına yol açan sebeplerden korunmak gerekir. Bu sebeplerin en önemlisi, tasavvuf yoluna yeni giren kimselerin, sona ulaşmış olanların hallerine bakması ve onların halleriyle kendilerini değerlendirmeleridir. Bu durum yeni sofilerin işlerini zorlaştırır ve tasavvuf yolundan uzaklaşırlar. Böylece himmetleri zayıflar.”
***
Himmetin önemini anlatan bir Arap atasözü ise şöyledir: “Himmetü’r-ricâl takla’ul-cibâl.” (Allah erlerinin himmeti, dağları yerinden oynatır.)
Zünnûn-i Mısrî k.s. hazretleri Allah’a vasıl olma konusunda şöyle der:
“Marifet (kalbe ilka olan ilahî bilgi) konusunda düşündüm, gördüm ki dinin en yüksek noktası kişinin kendi nefsini tanımasıdır. Tekrar düşündüm, bu sefer marifetullahın, kişinin Allah’ın kadrini ve kıymetini bilmesi olduğunu fark ettim. Bir kere daha düşündüm, bir de baktım ki, bir kimsenin üzerinde Allah’tan başka varlıkların bir kalıntısı olduğu sürece, Allah’a vasıl olamadığını keşfettim.”
***
İmam Gazalî rh.a. Nizamiye Medresesi müderrisliğini bırakıp halvete çekildiğinde yerine kardeşi Ahmed Gazâli k.s. hazretleri geçerek medresede ders vermeye başlar. Ahmed Gazalî aşk, vecd ve cezbeye önem veren tasavvufî meşrebe sahiptir ve otuz üç yıl insanları irşad görevinde bulunmuştur. Ağabeyi İmam Gazalî’nin tasavvufa yönelmesinde de Ahmed Gazalî’nin yeri büyüktür. Aşk, aşık ve maşuk üzerine Farsça kaleme aldığı “Sevânihu’l-Uşşâk” adlı eser, bu yönüyle tasavvuf tarihinde yazılan ilk kitaptır.
Ahmed Gazalî k.s. bu kitabı, arkadaşı Sâinüddin’in, aşkın anlamı üzerine kitap yazmasını istemesi üzerine kaleme almıştır. Kitabın dayandığı ayet-i kerime ise Maide suresinin 54’üncü ayetidir: “Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever.” Bu kitabında yaratılan her şeyi Hakk’a doğru çeken kuvvetin aşk olduğunu söyleyen Gazalî, aşkın sırlarının harflerinde gizli olduğunu şöyle ifade eder:
“Aşk kelimesini oluşturan ayn, şîn ve kaf harflerinden ‘ayn’ harfi göze ve görmeye, ‘şîn’ harfi dolu dolu içilen şevk şarabına, ‘kaf’ harfi ise kalbe işarettir.”
***
Zünnûn-i Mısrî k.s. beş şeyde rahatlık olduğunu söyler:
• Kötü arkadaşları bırakmakta,
• Dünyaya karşı zühd içinde olmakta,
• Susmakta (Gereksiz konuşmamakta),
• Gözlerden uzak bir yerde yapılan ibadetin lezzetinde,
• İnsanların isyan ve günahını örtmeye gayret edip Allah’ın kullarını utandırmayı bırakmakta.
Zünnûn-i Mısrî k.s. hazretleri bu beş haslete ulaşan kişiden; çekişme, tartışma, gösteriş, süslü görünme ve makam sevdasının gideceğini söyler.
***

İnsanlardan yana ümidini kesmeyen ve insanların elindekilere bel bağlayan kişi hakikate ulaşamaz. Dervişin gözünde tüm dünya suya yazılan yazı gibidir. Zira mülkün hakiki ve tek sahibi Allah’tır. İnsanlar ise kendileri fani oldukları gibi, ellerindeki mal mülk de geçicidir. Hazreti İbrahim a.s.’ın kıssası bu konuyu çok iyi açıklamaktadır. O ateşe atılacağı sırada Cebrail a.s. gelip, “Bir isteğin var mı?” diye sorduğunda verdiği cevap şöyledir: “Senden bir şey istemiyorum. Allah’tan istememe gelince, O’nun halimden haberdar olması, bir şey istememe yer bırakmıyor.”
***
Süfyan-ı Sevrî k.s. hazretleri şöyle buyuruyor:
“Sen kendini tanı, hakkında söylenenler sana ne bir zarar verir, ne bir fayda sağlar. Çünkü sen birilerinin söylediği gibi değil, kendini tanıdığın gibisin.”
***
İnsanların manevi perdeleri Hakk’a olan yakınlıklarıyla doğru orantılıdır. Birine nefsi perde olurken, diğerine yaptığı ibadet perde olabilir. Kişinin her an kalbini kontrol etmesi ve gerekiyorsa niyetini düzeltmesi gerekir. Mesela çok ibadet eden bir kişi, yaptığı ibadetleri kendinden görüyor ve bu ibadeti sebebiyle Hakk’a yakınlaşacağını düşünüyorsa, yaptığı ibadet Hakk’la arasında bir perde olur. Tevazuun en yüksek ifadesi olan ibadete kibir ve benlik karıştırdığı için bu durum ortaya çıkar. Kişi her halinde kalbine bekçilik etmeli, kalbindeki putları yıkarken yeni putlar dikmemelidir.
***
İbn Arabî k.s. hazretlerinin mürşidi Ebu Medyen k.s., talebelerine şöyle bir tavsiyede bulunmuştur:
“Allah’a yönelmenin tadını almak için O’ndan başkasına meyletmemek gerekir. Münacatta bulunmak kul için en büyük lezzettir. Bu lezzetten uzaklaşmak ise kul için en büyük azaptır. Hak ile beraber olmak cennettir, O’ndan uzak kalmak ateştir. O’na yakınlık lezzet, O’ndan uzaklaşmak hasrettir. O’nunla ünsiyet hayat, O’ndan kaçmak ölümdür.”