Zulmün Zararı ve Zulümden Dönme Fırsatı
Büyük günahlar içinde insanları en çok felakete sürükleyeni zulümdür. İnsanların en ziyade cehenneme girmelerine sebep olan, başkalarına yaptıkları haksızlık sebebiyle işlemiş oldukları günahlardır. İnsanların çoğu, başkalarının kendisine yaptıkları zulüm ve haksızlıklarına karşılık olarak, zulmedenlerin ona verilen iyilikleri ile cennete girer. Bu iyilikler onlardan alınıp haksızlık yaptıklarına verilir; çünkü bunlar amel defterlerine yazılmış ve sabit kalan iyiliklerdir. Kişinin kendi yaptığı iyilikler bir takım hata ve günahlarla silinebilir ama başkalarının yaptığı iyilikler kendi hatası ile silinmez.
Anlatıldığına göre bazı kimseler Ebu Abdullah b. el-Cellâ’nın gıybetini yaparlar. Sonra ona haber göndererek kendisinden helallik isterler. Helallik isteyenlere:
– Hayır, helal etmem! Çünkü benim amel defterimde ondan daha değerli bir iyilik yoktur; ben onu defterimden nasıl silebilirim!.. cevabını verir.
Ebu Abdullah b. el-Cellâ ve daha başkaları şöyle derlerdi:
– Kardeşlerimizin bizim aleyhimize işlediği günahlar sebebiyle kazandığımız iyilikler, bizim kendi işlediğimiz iyiliklerden daha değerlidir. Amel defterimizi bunlarla süslemek istiyoruz.
Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur:
“Günah vardır mağfiret edilir, günah vardır peşi bırakılmaz!” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 6/6133; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, 2/2989)
Kişinin kendi nefsine yaptığı zulüm bağışlanır; peşi bırakılmayan günah ise başkalarına yapılan zulümdür. Bunlardan kurtulmanın yolu tövbe etmekten geçer. Cenab-ı Hakk’ın rahmeti hepsini içine alacak kadar geniştir. Tövbe kapısı da, güneş batıdan doğuncaya kadar herkes için açıktır. Can boğazdan çıkmadıkça ve kişi ölüm meleğini görmedikçe kulun yaptığı tövbe makbuldür. Artık can çıkma noktasına gelir ve ölüm meleği kişiye görünürse, o kişi için artık tövbe kapısı kapanmış olur. O kişi günahlarda ısrar ettiği halde ölmüş olur.
O an ayette şöyle anlatılır:
“Denilir ki: Yükseltecek kimdir?” (Kıyâme, 27)
Yani ölen kulun ruhunu rahmet meleklerinin mi yoksa azap meleklerinin mi yükselteceği sorulur:
“(Can çekişen) bunun gerçek bir ayrılış olduğunu anlar.” (Kıyâme, 28)
Kul artık ahireti görerek dünyadan kesin olarak ayrılmak üzere olduğuna anlar. İnsanlardan ve ailesinden ayrılarak meleklerle karşı karşıya kalır. Eğer tövbe etmeden ölmüş ise Cenab-ı Hakk’ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerden olur:
“Artık bundan önce benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzu ettikleri şey arasına perde çekilmiştir. Şüphesiz onlar kendilerini endişeye düşüren bir korku içindeydiler.” (Sebe, 54)
Burada kişinin arzu ettiği şeyin “tövbe” olduğu söylenmiştir:
“Kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca ‘Ben şimdi tövbe ettim!’ diyenler ile kâfir olarak ölenler için kabul edilecek tövbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa, 18)
Ruhun bütün bedenden çıkıp sadece iki göz ile kalp arasında kaldığı ve ölüm meleğinin görüldüğü an tam ölüm anıdır. Bu an aynı zamanda Cenab-ı Hakk’ın şu ayet-i kerimede bildirdiği durumdur:
“(Fakat) melekleri görecekleri gün, günahkârlara o gün hiçbir sevinç haberi yoktur ve: ‘(Size sevinmek) yasaktır, yasak!’ diyeceklerdir.” (Furkan, 22)
Yine Allah Tealâ’nın kullarını korkuttuğu şu an da buna işaret etmektedir:
“Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini bekliyorlar!” (En’âm, 158)
Burada söz konusu olan dünya ehli için ölüm anıdır: “… yahut Rabbinin bazı alametlerinin gelmesini bekliyorlar…” (En’âm, 158)
Bu da dünyada iken umudun kesildiği anı ifade etmektedir.
Bu umutsuzluk anı güneşin battığı yerden doğması ve tövbe kapısının kapanmasıdır. O gün bütün inkârcılar imana gelir. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurur:
“Rabbinin bazı alametleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz!” (En’âm, 158)
Eğer kişi bu durumu görmeden önce imana gelmemiş ve tövbe etmemiş ise, o anda bunları yapmasının bir faydası olmayacaktır. Bu an, aynı zamanda Cenab-ı Hakk’ın şu ayet-i kerimede bildirdiği, gözlerden perdenin kaldırıldığı andır:
“Artık o çetin azabımızı gördükleri zaman: ‘Allah’a inandık ve O’na ortak koştuğumuz şeyleri inkâr ettik!’ derler. Fakat azabımızı gördükleri zaman iman etmeleri kendilerine bir fayda vermeyecektir. Allah’ın kulları hakkında süregelen adeti budur. İşte o zaman kâfirler hüsrana uğrayacaklardır.” (Mü’min, 84-85)
Allah Tealâ’nın kulları hakkında uyguladığı yol ve sünneti budur. Onun usul ve kanununda bir değişiklik olması asla mümkün değildir. Ahirette bütün kulların hükmü Allah Tealâ’nın iradesine kalmıştır. Eğer onlara azap ederse, bu onların yaptıklarına bir karşılık olur. O, işledikleri günahların pek çoğunu da affeder. Yahut dilerse onların bütün günahlarını mağfiret eder; çünkü O çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.
Farzları yerine getirme ve büyük günahları işleme konusunda insanlar farklı durumdadırlar:
• Bazıları farzları güzelce yerine getirir, işlediği bir günaha çokça pişman olup azabından korkar. Bu en güzel haldir.
• Bazıları farzları kötü ve noksan yapar, günahına fazla üzülmez ve pişmanlık duymaz. Bu en kötü haldir.
İnsanlar hakkında tek bir hüküm vermek uygun değildir. Allah Tealâ dilediği kimsenin büyük günahını affeder; dilediği kimseye de küçük günahından dolayı azap eder. Bütün bunlar O’nun her kul için ezelde verdiği hükme ve onlar hakkındaki dilemesine bağlıdır.
Bazen iki kimse aynı suçu işler fakat ikisine farklı hükümler uygulanır:
Allah Tealâ sevdiği kulunu affeder; sevdiklerinin amelini kabul eder. Kabul, amelden ayrı bir şeydir. Kula amel etmek düşer; onu kabul edip etmemek Yüce Mevlâ’ya aittir. O, sevdiği kulun amelini kabul eder, dilediklerinin amelini de reddeder.
Dünya ehlinin kendilerine ait adetleri ve muamelelerine bağlanarak nefsin kötü huylarla ahlâklanması konusunda insanlar farklı durumlara sahiptirler. Bu durum gaflet ehlinin hali ve cahillerin makamını ortaya koymaktadır. Ancak bu, övgüye değer bir sonuç ve gıpta edilecek bir durum değildir.
Nasihat
Bir gün Ammar b. Yâsir r.a., Hz. Ali r.a.’a:
– Ey müminlerin emiri! Bana küfrün hangi temele dayandığını bildirir misin, diye sordu. Hz. Ali r.a. şöyle dedi:
– Küfür dört temele dayalıdır. 1. Cefa, zulüm, 2. Kalp ve basiret körlüğü, 3. Gaflet, 4. Şüphe. Kim zulüm yaparsa, hakkı küçük görür, bâtılı yayar ve alimlere kızar. Kalbi kör olan Allah’ın zikrini unutur. Gafil olan kimse haktan sapar, boş emellere aldanır, hasret ve pişmanlığa düşer, Allah’ın huzurunda hiç hesap etmediği şeyler (sorgulanma ve azap) karşısına çıkar. Şüpheye düşen de şaşkın bir halde sapıklık içinde yuvarlanıp gider.”