İnsan ham varlıktır, cennete layık olabilmesi için dünya meydanında çile çekmesi, musibet oklarına hedef olması, olgunlaşması, dertler ve musibetlerle pişmesi lazımdır. Dünya hayıtının özü çileden ibarettir, hayat çiledir. Aşk ateşi, insanın yüreğini yakarsa insanın çile döneminin olgunluğa evrilmesi kolaylaşır.
Hz. Mevlânâ'ya göre çile mübarektir, çile bir armağandır, çile kutsaldır:

“Git kendine dert ara. Dert çekmeden dermana erilmez.
Bütün bu sıkıntılar neden?
-Acı canın tatlılaşsın, altın ve gümüş gibi tortulardan arınasın diye!
Allah, canının yarısını alırsa yerine yüz can bağışlar. Kırmasını bilen, sarmasını da bilir!”

Dünya gurbettir. Insanın asıl vatanı cennettir. Hz. Adem atamız bir zelle sonucu dünyaya sürgün edilmiştir. Dünya sürgünü başlar başlamaz ıstıraplar, acılar, çileler, dertler sökün etmiştir. Gafil insan beyhude dünyada mutluluk arar. Mutluluk çile çekmekle kazanılır. Saf mutluluk ise bu dünyada zaten yoktur.
Üstat Bediüzzaman, rahat zahmette, zahmet rahattadır, diyerek bu paradoksu özetler.

Hz. Mevlânâ'ya göre hayat yolculuğu, gurbet yolculuğudur, insan bu yolculukta çile çekmeyi, yanmayı ve pişirmeyi, sonra da olgunlaşma sanatını öğrenmelidir.
Hz. Yunus, koca bir hayat hikâyesi anlatır üç kelime ile:
“Hamdım, yandım, piştim elhamdülillah!” deyiverir.

Bir şiirinde hayat yolculuğunu ve Taptuk Emre'nin dergâhındaki nefis terbiyesi sonucu pişme serüvenini şöyle dile getirir Aziz Yunus:

“Kuru idik yaş olduk,
Ayak idik baş olduk,
Kanatlandık kuş olduk,
Piştik elhamdülillah!
Taptuğ'un tapusunda
Kul olduk kapusunda
Yunus miskin, çiğ idik;
Piştik elhamdülillah!”

Aşk, ateştir ki girdiği gönülleri yakar, kavurur; insanı pişirir, olgunlaştırır. Tıpkı Hz. Mevlânâ'nın Mesnevî'de anlattığı ney gibi.
Ney, kamış olarak göl kenarında dünyaya gelir. Hamdır ve pişmemiştir. Onu insanoğlu keser, ateş vererek içinin boğumlarını yok eder. Ateşte pişirerek üzerinde delikler açar. Bundan sonra ney eş-dost ayrılığına yanmaya, vatan hasreti ile inlemeye ağlamaya başlar. Bulunduğu her mecliste ağlar, her dertlinin yanında inler. Onu herkes yanlış anlar, sanırlar ki ney onların derdine yanmaktadır, hâlbuki neyin derdi kendine yetmektedir, o her mecliste kendi derdine ağlamaktadır.



Hz. Mevlânâ neyin derdini şöyle tasvir eder:

“Bir ateştir, ses değildir, ney sesi.
Kimde yok ateş, yok olsun böylesi!
Sevgiden ağlar, eğer ağlarsa ney;
Sevgiden çağlar, eğer çağlarsa ney.”

Ney âşıktır, yüreği aşk ateşi ile yanmaktadır. Aşk bir bahtiyarlıktır. Her gönül âşık olamaz, âşık olabilmek için gönül cevherinin elmastan olması şarttır:

Kara demir gönlünü aynada görür de
Ben de âşık olabilirmişim, der.
Şu gökyüzü âşık olmasaydı gönlü
Böyle saf, böyle temiz olmazdı.
Güneş de âşık olmasaydı
Yüzünde bir ışık bulunmazdı.
Yeryüzünde dağ da âşık olmasaydı
Gönlündü otlar bitmezdi.

Âşık olmak bahtiyarlıktır ve âşığın en büyük arzusu aslına dönmektir:
“Asl”ı kaybetmişse bir insan, arar.
“Asl”a dönmek için hep uygun an arar.”
Neyin asıl derdi budur ve ağlamasının veya çağlamasının sebebi asla dönme arzusudur.
Ney, ömür boyu derdine ortak olabilecek, kendisini anlayacak birini arar. Dertlinin hemdemi dertli gerektir. Nitekim Hz. Mevlânâ şöyle der:

“Ney o şeydir; perde yırtıp perdesi,
Dost edinmiş dosta hasret herkesi.
Hem devadır ney denen şey, hem zehir;
Bir bulunmaz arkadaştır, hemfikir.
Anlatır ney, aşk-ı Mecnun un nedir;
Kanlı bir yoldan haber vermektedir.”

Aşk yolu netamelidir, tehlikelidir, hatarlıdır.
Şeyh Galip'in Hüsn ü Aşk'ta anlattığı gibi, nefis terbiyesi için dervişin seyr ü süluk yolculuğu mumdan bir gemi ile ateş denizinde yolculuk yapmaya benzer.
Hayat yolunda seyrederken Cemal-i mutlak sahibine bağlanmak, fani güzellere ve güzelliklere aldanmamak gerektir.



Tasavvuf erlerine göre Allah hüsn-ü mutlaktır, yani kusursuz güzellik onundur. Kâinattaki bütün güzellikler onun Cemal'inin yansımasıdır. Her güzellik bir akistir, gölgedir, yansımadır; asıl güzellik Cenab-ı Hakk'ın güzelliğidir. Onun g güzelliği dışındaki bütün hüsün ve cemaller noksandır, kusurludur, arızdır; hepsi fanidir.



Cemal-i Bâkî'ye âşık olmak üzere yaratılmış olan insan kalbini, fani cemaller tatmin etmez. Ebedî Cemal'in dışında hiçbir güzellik insana huzur vermez çünkü onun dışında sevdiğimiz şeylerin de ömrü kısa, bizim de ömrümüz kısadır.

Insan fıtraten hüsnü sever. Güzelliklere ve güzeller bağlanır. Dünyanın güzelliği aldatıcıdır. Sevgilinin güzelliği de fani olduğu için seraptır.
Âşık Veysel bu aldanışı ve çıkış yolunu Kara Toprak şiirinde çok iyi anlatır:

"Nice güzellere bağlandım kaldım;
Ne bir vefa gördüm, ne fayda buldum.
Her türlü isteğim topraktan aldım,
Benim sâdık yârim kara topraktır…
Hakikat ararsan açık bir nokta
Allah kula yakın, kul da Allah'a,
Hakk'ın hazinesi gizli toprakta,
Benim sâdık yârim kara topraktır.
Her kim olursa bu sırra mazhar,
Bırakır dünyada ölmez bir eser,
Gün gelir Veysel'i bağrına basar,
Benim sâdık yârim kara topraktır.”



Dünya mutluluk bir gölgedir. Gölgenin peşin- den koşan ona yetişemez. Insan bu dünyada çoğu zaman mecazî sevdiğine de kavuşamaz. Kavuşsa bile kısa bir süre buluşmadan sonra ayrılık mukad- derdir. Ayrılır; acı ve ıstırap demektir.

Insan, eninde sonunda ayrılacağı bir güzele bütün kalbiyle bağlanmamalıdır. Bağlanırsa ayrılmak kader olduğu için üzülecek, ağlayacak ve hayal kırıklığına uğrayacaktır. Ayrılma vakti uzun sürse de hiçbir güzellik ebed-müddet değildir.

Çiçeği ömrü birkaç gün, gülün ömrü bir hafta, güzelin ömrü en fazla çeyrek asırdır.

Sonra baharlar yerlerini yaza ve kışa, güzelliler yerlerini zeval ve ayrılığa terk ederler.

Şair Kemalettin Kamu, sevgilisine şöyle hitap eder:

“Sevgilim güvenme güzelliğine
Senin de saçların tar ü mar olur.
Aldanma talihin pembe rengine
Hayıtın uzun bir intizar olur.
Böyledir kanunu kahpe dünyanın
Dört mevsim içinde bir bahar olur.
Senin de geçer zamanın
Ne şöhretin kalır ne hüsn ü anın
Kanunu böyledir kahpe dünyanın
Dört mevsim içinde bir bahar olur.”

Hz. Mevlânâ, Mesnevî'nin ilk 18 beytinde sembolik olarak insanın serüvenini anlatır, sonunda çile çekerek ermiş insanın ham insanlar tarafından anlaşılamayacağını düşünür ve şöyle der:

“Anlamaz olgun adamdan ham adam;
Söz hem az, hem öz gerektir vesselâm.”

Çile çekerek olgunlaşan insan ölümü dört gözle bekler çünkü ölmek vuslattır. Hz. Mevlânâ için ölüm, şeb-i arustur, sevgiliye kavuşmaktır:
“Hayatı sen aldıktan sonra ölmek, şeker gibi tatlı bir şeydir.
Seninle olduktan sonra ölüm, tatlı candan daha tatlıdır.”
Hz. Mevlânâ, hayatı ve ölümü bütün derinliği ve sırları anladığı için bahtiyardır. Dünyada ve ukbada bahtiyar olmak isteyen ona kulak vermeli.

“Fikir odur ki insanı bir yola ulaştırır.
Yol odur ki yolcusu padişah olur.”



Ali Erkan KAVAKLI