Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı

Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının farklı türlerde temel ve ortak özellikleri şunlardır: II. Meşrutiyet ve Mütareke dönemi yazarları Cumhuriyet dönemi başlarında da eser vermiş ve etkilerini sürdürmüştür. Daha önceki dönemlerden Abdülhak Hâmid (Tarhan) ve Sâmipaşazâde Sezâi ile Servet-i Fünûncular’ın çoğu hayattadır. Abdülhak Hâmid dışında hepsi dil konusunda sadeleşmeye uymuştur. Yeni devletin kuruluşu Tanzimat’tan beri devam eden kötümserliği ortadan kaldırmış, iyimserlik, zaferi gerçekleştiren millete, orduya ve öndere hayranlık edebî eserlere de yansımıştır. Şiiri günlük konulardan uzak tutmaya çalışan Ahmed Hâşim ile Yahya Kemal (Beyatlı) bu bakımdan eleştirilmiş olsalar da bunlar Cumhuriyet sonrası şiirini beslemiş ve etkileri bugüne kadar ulaşmıştır. Ülkenin yoksulluktan kurtarılması, ağa/eşraf baskısına tepki, demokrasiye geçme özlemi eserlerde geniş biçimde işlenmiş, ülkeyi geliştirecek mesleklere mensup asker, öğretmen, doktor hikâyeleri anlatılmış, dikkat Anadolu toprağı ve insanına dönmüştür. Yahya Kemal’in ifadesiyle artık “Metristepe’den görünüş” Türk edebiyatçılarına yön verecektir. Memleket edebiyatı anlayışı, Gökalp’in halkta yaşayan harsın keşfedilip toplanması ve işlenmesi tezi ve Faruk Nafiz’in (Çamlıbel) “Sanat” şiiriyle (1927) kategorikleştirdiği sanat anlayışı Mehmet Emin’in (Yurdakul) devamı görünüşünde olan hemen bütün sanatçıları içine almıştır. Eğitim, sağlık ve tarım hizmetlerinin ülkenin her yanına götürülmesi mücadelesi kısmen romanlara yansımıştır. Roman ve hikâyede özellikle Köy enstitüsüleri mezunu yazarların eserleri köy romanları diye anılmaktadır. Bu tarz, şehirde işçi ve gecekondu romanları olarak devam eder. Bu arada sıradan insanların yaşantıları, anlık duyguları, avareliği işleyen hikâyeler de vak‘a hikâyelerinin yerini alır (Memduh Şevket Esendal, Sait Faik Abasıyanık). 1960’lardan itibaren köylü kesiminden hiçbir hazırlık yapılmadan Almanya’ya gönderilen işçiler, parçalanmış ve geride bırakılan aileler Almanya tecrübesini bizzat yaşayanların yazdıklarıyla bir çeşit belgesele dönmüştür: Füruzan’ın Berlin’in Nar Çiçeği, Nursel Duruel’in Geyikler, Annem ve Almanya gibi eserleri. Almanya’ya ilk gidenlerin torunları arasında çağdaş edebiyata katkıda bulunan birçok sanatçı yetişmiştir. Avustralya’ya giden bir ailenin parçalanma eşiğindeki hikâyesini Sevinç Çokum yazmıştır (Çırpıntılar, 1996).

Şiirde hece-aruz çatışması Yahya Kemal ve Ahmed Hâşim’e rağmen hecenin zaferiyle sonuçlanmıştır. Hece giderek yerini serbest nazma bırakmışsa da zaman zaman aruza dönenler de olmuştur. Hecenin klasik duraklarıyla oynayan şairler çok âhenkli bir şiir ortaya koymuştur. Bu arada eserlerinde halk hikâyeleriyle folklordan yararlananlar olmuştur. Büyük bir kısmı köylerde ve kasabalarda yetişen yazarlar kendi yaşantılarına bağlı bu malzemeyi kullanmışlardır. Bir kısmı kendi basmakalıbını meydana getirirken bir kısmı çok güzel ve orijinal eserler vermiştir (Ahmet Kutsi Tecer, Turan Oflazoğlu, Latife Tekin, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Abbas Sayar). Yıkılan Osmanlı Devleti’ne karşı olumsuz tavır başlangıçta çok kuvvetliyken zamanla geçmişin güzelliklerinin dile getirilmesiyle bu tepki aşılmıştır. Yahya Kemal, Abdülhak Şinasi Hisar, Halide Edip Adıvar ve Ahmet Hamdi Tanpınar bu konuda pek çok yazarı etkilemiştir. Türkiye’deki ideolojik çatışmalar ve yazarların benimsedikleri ideoloji doğrultusundaki eserleri propaganda nitelikli bir edebiyatın gelişmesine yol açmıştır. Sanat yönü zayıf olanlar bir tarafa, bir dünya görüşü tezini savunan güçlü sanatçılar yazdıklarıyla sürekli tartışma konusu olmuştur (Nazım Hikmet, Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa, Yaşar Kemal). Demokratikleşme sürecinde siyasî partilerin kurulması, kapatılması ve askerî darbeler de özellikle romanlarda geniş ölçüde yer alır. Serbest Cumhuriyet Fırkası tecrübesi, Tarık Buğra’nın Yağmur Beklerken, Kemal Tahir’in Yol Ayırımı’nda, 27 Mayıs Darbesi Samim Kocagöz, Vedat Türkali ve Sevgi Soysal’ın romanlarında işlenir. Darbe mağdurlarından Avrupa’ya gidip yerleşenlerin izlenimleri ve siyasî hesaplaşmaları ele alınır. 12 Mart müdahalesine karşı yazılan birçok eserde bu müdahaleye yol açanların eziklikleri ve bir çeşit savunmaları işlenmiştir. Mustafa Miyasoğlu, Erdal Öz, Ümit Kıvanç, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, Çetin Altan, Yahya Akengin, Nadir Ülker, Emine Işınsu Okçu’nun 12 Eylül’le ilgili romanları vardır. Osmanlı Devleti’nin yıkılışı sırasındaki olaylar, Balkanlar’dan, Kafkaslar’dan İstanbul’a akın eden insanların hikâyeleri, mübadele ile gelenler ve gidenler yazarların hayalini harekete getirmiş, aile arşivleri açılmıştır. Bu tür eserler, Osmanlı’nın yıkılışında büyük rol oynayan Türk dışı unsurların hikâyeleri kadar işlenmektedir (Yılmaz Gürbüz, Mübadiller, 2006; Turgay Bostan, Son Kofidis, 2008). 1940’tan sonraki çeviri faaliyetlerinin etkisiyle edebiyatta sanat endişesini ön plana alan yazarların sayısı artmıştır. Bunlar Batı edebiyatındaki gelişmeleri takip etmekte, bunları Türkçe’ye aktarmaktadır. Zamanla bu ilgi bütün dünya edebiyatına yönelir.

1950 sonrasında İkinci Yeni şiir akımı ve paralelindeki hikâyecilik gelişir. Yazarlık serüvenini anlatan hikâye ve romanlar da dikkati çekmektedir. Bir Şehre Gidememek’in yazarı Mario Levi, En Güzel Aşk Hikâyemiz’de (1992) dilediği, özlediği aşk hikâyesini kimse yazmadığı için kendisi yazmak isteyen yazarın yazma, Zeynep Ankara Kanatsız Düşüşler’de (1992) bir genç kızın yazar olma çabalarını işler. Millî Mücadele’nin ardından İstanbul’a karşı Anadolu ve Ankara yüceltilirken İstanbul bir süre edebiyatçıların gözünden düşer; İkinci Yeni’den İlhan Berk, İstanbul’u tiksindirici bir şehir olarak niteler ve bunu tarihe yayar. Ancak zamanla İstanbul edebiyattaki yerine kavuşmuştur, hatta son yıllarda müstakil bir İstanbul romanına doğru gidilmektedir (Selim İleri, Melisa Gürpınar, Orhan Pamuk). Kadın konusu çok işlenmiş ve kadın yazarların sayısı artmıştır. Onların eserleri hem kadın hem toplum konularına farklı bakış açıları katmıştır. Cumhuriyet döneminin en önemli olaylarından biri kadının her alanda kendisini göstermesi, meslek kadınlarının artmasıdır. Bu arada kadınlar arasında çok sayıda romancı ve hikâyeci yetişmiştir. Özellikle 1970 sonrası edebiyatta kadın sadece ev içinde anne olarak geçmez. Feminist bakışın da yaygınlaşmasıyla kadının hem ekonomik hem cinsel hayattaki özgürlüğü işlenir. Cinsellik ve eşcinsellik her türlü tezahürüyle roman ve hikâyelere girmiştir.

Dil konusu Türk edebiyatında çok önemli bir yer tutar. Arapça ve Farsça’nın etkisinden kurtulma çabaları zamanla konuşulan Türkçe’nin öne çıkmasıyla son bulur. Bu arada yazarların kendilerini ifade etmek için bir süre öztürkçe denilen aşırı sadeleşme gayretleri, mahallî ağızların taklitle verilmesi, Batı dillerinden alınma kelimeler ve ifade şekilleri bu dönem edebî eserlerinde kendini gösterir. Eski dönem yazarlarını ve roman kahramanlarını kendi eserlerinin kahramanları olarak işleyen Selim İleri bir model oluşturmuşa benzemektedir. Atilla Birkiye, Beşir Fuad’ın peşinde yeni bir intihar olayını üretmiş (Aşk İntiharın Peşinde, 2004), Fatma Barbarosoğlu Fatma Aliye’nin romanını yazmıştır (Uzak Ülke, 2007). Edebî bir üslûpla, hatta kurmacayla biyografi kitaplarının sayısı artmıştır. Midhat Cemal Kuntay, Mehmet Emin Erişirgil bu alandaki eserlerini, daha yakın yıllarda Mustafa İnan’ın Bir Bilim Adamının Romanı adıyla biyografisini yazan Oğuz Atay; Ahmed Hâşim, Yahya Kemal, Peyami Safa, Tarık Buğra biyografileriyle Beşir Ayvazoğlu, kendi yakınlarının aile hikâyeleri, sanatçı ve ünlülerin biyografileriyle Ayşe Kulin takip eder. Bu arada hâtıra yazarlığı ve tarihî romana duyulan ilgi de aynı şekilde artmıştır. Bir tarih belgesi olan hâtıra ile kurmacanın zaman zaman birbirine karıştığı görülmektedir. Günümüzde İslâmî içerikli roman diye nitelendirilen, edebiyattan çok sosyolojiye dahil edilmesi gereken romanların başlangıcı Hekimoğlu İsmail’in (Ömer Okçu) Minyeli Abdullah’ıdır. Çok sayıda kadın yazarın da yer aldığı bu harekette Cihan Aktaş daha farklı bir çizgiye sahiptir. Sanatçıların Türkiye dışına açılmaları onlara yeni teknikler kazandırmıştır. Dostoyevski’nin yanı sıra Proust, Joyce ve Huxley, Woolf’dan gelen bilinç altı ve deneysel roman akımına Kafka ve D. H. Lawrence etkileri 1980 sonrasında postmodern anlatım tekniği de eklenmiştir. Yazarlara büyük bir esneklik sağlayan bu anlayış tecrübesiz yazarlardaki dağınıklığın da bir çeşit mazereti olmuştur. Roman anlatım tekniklerinde kullanılan kolaj, pastiş, pentimento, palimsest yazarların hayal güçlerini harekete geçirmiştir. Resimdeki pentimento anlayışını eserinin ana fikrine uygun şekilde kullanan İnci Aral bunun başarılı örneğini Yeni Yalan Zamanlar’da vermiştir. Palimsest ise yazarları tarih gerçeklerinin veya resmî tarihin altındaki başka bir metni bulma/oluşturma çabasına itmiştir. Ancak roman tekniklerinin değişmesi romanları pek çok okuyucu açısından kolay okunur olmaktan çıkarmıştır (ayrıca bk. HİKÂYE [Yeni Türk Edebiyatı]; ROMAN).

Şiir. Türk edebiyatındaki önemini Cumhuriyet döneminde de koruyan şiir bir yandan toplumun ihtiyaçlarını nazımla ifade etme, diğer yandan sanat kaygılarıyla gelişir. 1923-1940 arasında sanat görüşleri farklı da olsa şiir ürünlerinin çoğu memleket edebiyatı adı altında toplanabilir. Buna tepki olarak 1928’de sanat için sanat endişesiyle ortaya atılan Yedi Meşale topluluğunun ömrü kısa olur. 1940’larda daha sert bir tepki, şiirle ilgili önceki değerlerin hemen hepsini reddeden Garip hareketiyle gelir. Garip hareketine karşı çıkanlar 1950’den sonra Hisar dergisinde bir küme oluşturarak memleket edebiyatının bir çeşit devamı özelliğinde, şiirin geleneksel ve poetik değerlerini reddetmeden değişmeyi benimseyen bir çıkışta bulunur. 1955-1965 arasında aynı nesle mensup olmayan ve birbirlerinden ayrı şiir yazanların meydana getirdiği İkinci Yeni, Türk şiirinde önemli bir tartışmayı başlatmıştır. Bu akım zor anlaşılması, kelimeciliği, orijinal hayalleri, folklora karşı oluşuyla tanınmıştır (bk. ŞİİR [Türk Edebiyatı]).

Tiyatro. Diğer edebî türlere göre tiyatro oyunlarının arka planda kalması, eserlerin sahnelenmesi ihtiyacı kadar Nâmık Kemal’den başlayarak oyunlardan fayda amacının güdülmüş olmasındandır. Cumhuriyet sonrasında fayda amacı ve propaganda ile birlikte sadece eğlendirme amacı güden eserler çoğunluktadır. Bunlar arasında Musahibzâde Celâl, İbnürrefik Ahmet Nuri geleneksel seyirlik sanatlardan ve vodvillerden yararlanırlar. Reşat Nuri Güntekin oyunlarında toplumsal eleştiriler yapar. Faruk Nafiz Çamlıbel Canavar (1926), Akın (1932), Kahraman (1933) adlı oyunlarıyla 1940’a kadar oyunların konularını tayin etmişe benzer. Bu yazarların ortak özelliği inkılâpları tanıtmak, Cumhuriyet’in getirdikleriyle Osmanlı’nın yozlaşmış taraflarını karşılaştırmak ve tarih tezini işlemektir. Şiirde olduğu gibi oyun yazarlığında da karşı karşıya gelen Nâzım Hikmet ile Necip Fazıl Kısakürek’in oyunları sosyal ve felsefî tezleri tartışan diyaloglarla yüklüdür. Konuları tarih, köy ve aile hayatı, siyasal ve sosyal hiciv, kadınla ilgili problemler olan oyunların pek çok yazarının adı ise bugün unutulmuştur. Ahmet Kutsi Tecer’in Koçyiğit Köroğlu (1941) ve Köşebaşı (1947) adlı oyunlarından ilki millî destanlardan, ikincisi geleneksel Türk tiyatrosundan başarıyla yararlanmış eserlerdir. Cevat Fehmi Başkut, Recep Bilginer, Refik Erduran ve Cahit Atay günlük hayatın her cephesini oyunlarında yansıtan gazeteci yazarlardandır. Diyaloglara yer yer şiirsel ifadeler kazandıran şair tiyatro yazarları arasında Ahmet Muhip Dıranas, Oktay Rifat Horozcu, Melih Cevdet Anday zikredilebilir. Hikâyeci Haldun Taner, Brecht tiyatrosu ile seyirlik oyunları birleştirerek çok başarılı siyasal ve sosyal taşlamalar yazmıştır: Günün Adamı, Keşanlı Ali Destanı, Eşeğin Gölgesi, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı. Sonuncusu oyun içinde oyunlarla Türk tiyatro tarihinin hikâyesidir. Şair ve hikâyecilerden Sabahattin Kudret Aksal tiyatro edebiyatında özel bir yere sahiptir. Bütün eserlerinde insan-çevre-kâinat ilişkilerini geniş zaman dilimlerinde araştıran yazar oyun yazarlığında dilin gücünü başarıyla kullanır: Şakacı, Kahvede Şenlik Var, Kıral Üşümesi, Bay Hiç, Sonsuzluk Kitabevi, Önemli Adam. Orhan Asena Tanrılar ve İnsanlar-Gılgameş ile başladığı oyunlarda güç/iktidar kavramını işler: Kanuni Sultan Süleyman Dörtlemesi, Alemdar Mustafa Paşa-Tohum ve Toprak, Simavnalı Şeyh Bedreddin ve Atçalı Kel Mehmet, Şili Üçlemesi, Yıldız Yargılanması. Necati Cumalı Boş Beşik, Mine oyunlarında kadınların kaderi üzerinde durur. Turgut Özakman değişen Türkiye’yi Ocak adlı eseriyle aileden başlayarak işler. Romancı Adalet Ağaoğlu aile ve kadın konularını, eğitim boyutuna ağırlık vererek ele alır: Evcilik Oyunu, Çatıdaki Çatlak. Tiyatro eğitimi görmüş olan Güngör Dilmen ve A. Turan Oflazoğlu tiyatro yazarlığını ön planda tutmuş ve klasik tiyatrodan hareketle Türk tiyatrosunda bir tragedya geleneği oluşturmaya çalışmıştır. Güngör Dilmen konusunu mitolojiden alan Midas’ın Kulakları, sömürgeci Amerika ile sömürülen Çin’i son derece etkili ve şiirsel bir dille anlattığı Canlı Maymun Lokantası, Anadolu kadınının kuma ıstırabını ve karşı koyuşunu Medea örneğine dayanarak işlediği Kurban ile ünlenmiştir. A. Turan Oflazoğlu konusunu köyden (Keziban, Allahın Dediği Olur, Elif Ana) ve Osmanlı tarihinden (Deli İbrahim, IV. Murat, Genç Osman, Kösem Sultan, Bizans Düştü-Fatih, Cem Sultan, III. Selim Kılıç ve Ney, Yine Bir Gülnihal, Sinan, Kanunî Süleyman-Hem Kanunî Hem Muhteşem, Yavuz) aldığı oyunlarıyla tragedyalar yazmıştır. İnsanın zıtlıklarını dile getiren Gardiyan, Dörtbaşı Mamur Şahin Çakır Pençe ise birer komedidir.

Deneme. Süreli yayınlar sayesinde çok gelişen bir türdür. Makale gibi çok çeşitli konuların işlendiği denemeler daha çok felsefe, ahlâk, siyaset, sanat ve edebiyat alanlarında ispat gayesi gütmeyen, sübjektif yorumlara dayanan ve birkaç sayfayı geçmeyen yazılardır. Cumhuriyet dönemi yazarlarının hemen hepsi bu türde eser vermiştir: Ahmed Râsim, Ruşen Eşref Ünaydın, Reşat Nuri Güntekin, İsmail Habip Sevük, Malik Aksel, Hasan Âli Yücel döneminin ilk denemecileri arasındadır. Türün en güzel örneklerini veren Ahmed Hâşim şiirinde uzak tuttuğu alelâdeyi denemelerinde hârikulâdeye dönüştürür: Gurebâhâne-i Laklakan (1928), Bize Göre (1928), Frankfurt Seyahatnâmesi (1933). Nurullah Ataç, dil konusundaki tutumunda kendi zevkini hâkim kıldığı denemelerinde izlenimci tavrı dolayısıyla hem çok beğenilmiş hem çok yerilmiştir. Divan, halk ve Avrupa edebiyatını iyi bilmesi, yeniyi sürekli takip etmesi ve beğendiklerini açıkça söylemekten çekinmemesi denemelerinin özelliğini teşkil eder. Ahmet Hamdi Tanpınar’da tarih, toprak ve kültür içinde oluşup bugüne ulaşan insanı, günlük yaşayışı, geçmişe bakışı ve geleceğe uzanışıyla Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul’u anlattığı Beş Şehir’de bu şehirleri Türk kültürünün aynaları haline getirir. Öteki denemeleri Yaşadığım Gibi adlı eserindedir. Abdülhak Şinasi Hisar, Suut Kemal Yetkin, Sabri Esat Siyavuşgil, Ahmet Muhip Dıranas, Sabahattin Eyüboğlu, Haldun Taner, Salâh Birsel ve Alain’in yazarak düşünmek metodunu denemeleriyle gerçekleştiren Mehmet Kaplan deneme alanının önemli adlarıdır.

Kaynak: Enginün, İnci, "Türkiye" (Kültür ve Medeniyet / Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı), DİA, C. 41, İstanbul, 2012, s. 576-578.