Her şeyini yazmışlar mıydı İstanbul’un?

Ne kadar çok yazarlarsa yazsınlar anlatılmayan, eksik kalan bir şeyler olacaktı hep. İstanbul’un kimseye göstermediği yüzleri, kimsenin bilmediği adetleri, günden geceye değişen renkleri, fotoğrafçının kamerasından, ressamın fırçasından, şairin kaleminden kaçan utangaç köşeleri...

Hep anlatılmayan bir İstanbul olacaktı...

Sokakları dolduran insan kalabalığı... Trenler,martılar,vapurlar... Her gün yeni bir gizini açıyordu Konstantiniyye. Sokaklar geceleri neler yaşandığını unutup ve unutturup sabahla birlikte yeni yaşamlara açılıyordu. Hepsi anlatmıştı İstanbul’u, hepsi çok sevmişti. Hepsinin yad edeceği bir şey vardı bu şehirde.

Aşklar, hüzünler, acılar, sevinçler, sevişmeler, her şeye tanıklık eden meydanlar, sokaklar...

Şimdi izler silinse de her biri hatırlıyor, sevgiliyle buluşulan pastaneyi, ağır ağır çıkılan yokuşları, tramvayın çıngırağını, yoksul mahalleleri, ketum evleri, mehtapta kayık sefalarını, ‘çamların altında verilen o buseyi...’