Hayatımızı ne zaman askıya aldık?

Ebeveyn olunca yaşam temelden değişiyor. Sinemaya, tiyatroya gitmek, lokantada romantik bir akşam yemeği yemek veya arkadaşlarla eğlenmek en azından bir süre için tarihe karışıyor. Anne babalar ilk bir kaç yıl için resmen dünyadan kopuyor. Kimsenin bahsetmediği o devrimi ben sana anlatayım…

Televizyonda akşam programının başlaması senin de artık yatağa gitme vaktin geldi demek. Çünkü öyle bir yorulmuş oluyorsun ki, gözlerin kapanıveriyor. Bir bebek ve ardından küçük bir çocuğa bakmaya alışman zaten biraz vakit alır. O zamana dek tıpkı ağır işte çalışan bir işçi gibi akşam saatinde pestilin çıkmış oluyor. Buna fiziksel olarak daha ne kadar dayanabileceğini aklını meşgul eden başlıca düşüncelerin arasında yer alıyor.

Kitap okumak bir lüks haline geliyor. Gazete okumak mı? Eskide kalmış bir alışkanlık. Sabahleyin artık daha önemli işlerin oluyor. Pazar günlerini aileye ayırıyorsun. Bunu şunu ne zaman yapalım diyen bir çocuk bir şeyleri okumana zaten fırsat tanımaz. Yani reklamlardaki pazar günkü kahvaltı sofrasında gazete okuyan modern ailenin küçük çocuk babası tamamen hikaye, bunu söyleyeyim. Ya onun orada görünmeyen bir dadısı var ya da verilen izlenimine ters olsa da o aile ataerkil yapıda.

Çay bardağınla başbaşa geçireceğin bir beş dakika bile lüksün anlamını yeniden tanımlayacak.

Akşam programını dışarıda değil, artık evde planlıyorsun. Yani genelde televizyonun karşısında geçirirsin, tabi ki buna vaktin kalırsa. Eskiden belli başlı dizileri takip etmişsen veya film izlediysen, bundan da vazgeçiyorsun. Film boyunca 5-10 kere uyanan çocuğun yüzünden filmi tamamen kaçırdığında, üstelik bunu bir kaç kere yaşadığında, artık daha pratik programlara geçeceksin. Bu demek ki, tıpkı kendi annelerin gibi ya eğlence programları izliyor olursun, ki bir şey kaçırırsan da önemli değil, ya da DVD seyredip “pause” düğmesine iyi bir dost gözüyle bakarsın.

Lokantaları artık romantik bir akşam yemeğine ya da menünün kalitesine göre seçmezsin. Nerede o günler! Artık çocuklara karşı gösterilen sevgi ve tahammül oranı, oyun parkına olan yakınlık ve mevcut otopark en önemli kriterleri oluşturuyor. Çocuğunun damak tadını da unutmayalım. Çocuğun iki yaş sendromundaysa çok fazla yürümek de istemezsin. Aslında onunla dışarıya bile çıkmak istemezsin.

Ama çıkıyorsun diyelim. Daha önce gitmeyi bile düşünmediğin, kesinlikle karşı olduğun o alışveriş merkezlerindeki yemek katlarına cennetmiş gibi bakmaya ne zaman başladın?

Araba alacaksan, tüketim ve hız önemsiz olup bunun yerine güvenliği ve bagaj kapasitesi dikkatini çeker.

Kendini bir anda çok yaşlanmış hissediyorsun. Bu beyaz saçlar ve göz etrafındaki kırışıklıklar ne zaman çıkmış acaba? “Neyse, icabına sonra bakarım” çok kullandığın bir cümle olacak. Nasıl oldu da kocaman evine şimdi hiç bir şey sığdıramıyorsun? Çöp kovası küçüldü mü yoksa, günde iki defa boşaltılması gerek? Bulaşık makinesi böylesine günde bir kere çalışmaya devam ederse ömrü ne kadar acaba? Gibi cümleler günün farklı anlarında aklına geliveriyor.

Ama en kötüsü, annenden duymaktan nefret ettiğin bir takım sözler ve davranışları kendinde fark ediyorsun. En başında o korkunç cümle “çünkü ben söylüyorum!”.

Öyle alışmışım ki, az kalsın unutuyordum; yapmak istediğin, yapılması gereken ama bir türlü vakit bulamadığın işlerin listesi tabi ki daima çok uzun olacak. Uzun bir süre için önceliklerin alt üst oluyor. Ancak aylar veya yıllar geçince ayak uydurmayı öğrenmiş olursun ve şu öncelikleri tekrardan belirlersin. Yoksa ben bu yazıyı yazmaya vakit bulamazdım!

Hayat, çocuksuz çocukla da çok güzel!