22 Ekim 1938 günü neşredilen rapor:
Bir hafta evvel zuhur eden arazlar tamamiyle geçmiştir. Nabız muntazam, kuvvetli 80, teneffüs 19, hararet derecesi 36.8'dir. Hastalık normal seyrine avdet etmiştir; günlük tebliğ neşrine lüzum kalmamıştır.
Atatürk daha evvel de işaret ettiğimiz gibi çoktan beri Ankara'ya gitmek niyetini besliyordu. Elim akıbetini sezmiş olmakla beraber Ankara 'ya dönerek vasiyetnamesini yazdırırken söylediği işleri tamamlamak ve bilhassa Cumhuriyetin 15'inci yıldönümü münasebetiyle yapılacak geçit resminde bulunarak bir kere daha halka ve orduya doğrudan doğruya hitap etmek için vakit kazanabileceğini ümit ediyordu.
Bu düşünce ile ölçüleri epeyce değişmiş bulunan vücuduna uygun yeni elbiseler ısmarlamıştı; bir taraftan da Ankara'da geçit resimlerinin yapıldığı Hipodrom'daki şeref tribününe asansör konulmakta idi.
Fakat acaba istediği vakti kazanabilecek miydi? İlk komadan çıktığının ertesi günü muhterem Dr. Nihat Reşat Belger, bana: "Ancak daha 20 gün kadar yaşayabilir" dediğine göre bu, biraz şüpheli görünüyordu. Sonra acaba böyle bir yolculuk ve faaliyet hastalığı üzerinde ne gibi tesirler yapardı; zayıf vücudu bunlara dayanabilir miydi?
Tabiidir ki, bu suallere yine ancak doktorlar cevap verebilirdi.
Binaenaleyh biz de onlara başvurduk; bu husustaki kati mütalaalarını açıkça bildirmelerini rica ettik. Derhal aralarında bir toplantı yaptılar; epeyce uzun süren müzakerelerde bulunduktan sonra beni yanlarına çağırdılar.
Heyet adına rahmetli Prof. Akil Muhtar Özden konuştu:
-"Açık söyleyeceğim: Aziz Hastamız çok zayıf ve ümitsiz bir haldedir. Ömrü artık günlerle sayılacak kadar azalmıştır. Yolda ne kadar itina edilirse edilsin, vukuu pek muhtemel ani bir kalp durması ile bu müddetten birkaç gün daha eksilebilir. Bu duruma göre kati kararın ailesi tarafından verilmesi lazımdır" dedi. Halbuki Atatürk'ün aileden sayılacak yalnız bir hemşiresi vardı; o da fevkalade üzgün ve şaşkın bir haldeydi. Esasen o kıymettar varlığı, hangi şartlar içinde olursa olsun, bile bile ölüm tehlikesine maruz bırakmaya kim rıza gösterebilir, buna kim ve nasıl cesaret edebilirdi?
Elim bir imkansızlık karşısında bulunuyorduk; zaten mevcut olan derin ızdırabımız tahammül edilemez bir hadde yükselmişti, kıvranıp duruyorduk.
Bereket versin ki tereddütle geçen birkaç gün zarfında hastalığın nasıl seyrettiğini gören kendisi de vaziyeti kavramış, kararından vazgeçmişti.
Verilen karar üzerine Cumhuriyet Bayramı günü Büyük Millet Meclisi'nde yapılmış olan merasimde, tebrikleri Cumhurbaşkanı adına Büyük Millet Meclisi Reisi rahmetli Mustafa Abdülhalik Renda kabul etti.
Atatürk'ün içinden yetiştiği kahraman Türk ordusuna gönderdiği aşağıda yazılı son mesaj da -ki bunu Genelkurmay Başkanı rahmetli Fevzi Çakmak ile beraber hazırlamışlardı- aynı gün Hipodrom'da yapılan geçit resminden evvel Başvekil Celal Bayar tarafından çok heyecanlı tezahürler arasında okundu:
"Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferlerle beraber medeniyet nurlarını taşıyan Kahraman Türk Ordusu;
Memleketini en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felaket ve musibetlerden ve düşman istilasından nasıl korumuş ve kurtarmış isen, Cumhuriyetin bugünkü feyizli devrinde de askerlik tekniğinin bütün modern silah ve vasıtaları ile mücehhez olduğun halde, vazifeni aynı bağlılıkla yapacağına hiç şüphem yoktur.
Bugün, Cumhuriyetin 15'inci yılını mütemadiyen artan büyük bir refah ve kudret içinde idrak eden Büyük Türk Milletinin huzurunda Kahraman Ordu; sana kalbi şükranlarımı beyan ve ifade ederken, Büyük Ulusumuzun iftihar hislerine de tercüman oluyorum.
Türk Vatanının ve Türklük camiasının şan ve şerefini dahili ve harici her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni her an ifaya hazır ve amade olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız vardır. Büyük Ulusumuzun, orduya bahşettiği en son sistem fabrikalar ve silahlarla bir kat daha kuvvetlenerek büyük bir feragati nefis ve istihkarı hayat ile her türlü vazifeyi ifaya müheyya olduğunuza eminim.
Bu kanaatle Kara, Deniz, Hava ordularımızın kahraman ve tecrübeli komutanları ile subay ve eratını selamlar ve takdirlerimi bütün Ulus muvacehesinde beyan ederim.
Cumhuriyet Bayramının 15. yıldönümü hakkınızda kutlu olsun."
1 Kasım 1938 günü Büyük Millet Meclisi'nde açış nutkunu, Anayasanın 36'ncı maddesindeki hükme uygun olarak yine Başvekil okumuştu.
Bilindiği gibi bu açış nutukları, Hükümetin bir yıllık faaliyet programları mahiyetindedir ve esasları Hükümet tarafından tespit edilir.
Atatürk, her yıl Vekaletler tarafından hazırlanan esasları ve malumatı alır, inceler, icap ederse Başvekil ve ilgili Vekillerle fikir teatisinde bulunur, sonra bunları kendi mütalaa ve tavsiyelerini de ilave etmek suretiyle bir araya getirerek nutku bizzat hazırlardı. Nutukta bilhassa bir yıl evvel yapılacağı ifade edilen işlerin ne dereceye kadar tahakkuk ettirildiğini açıklamaya çok ehemmiyet verirdi.
Bu yıl çok arzu etmesine ve hükümetten daha Eylül başında nutka mevzu olacak malumatı istemiş olmasına rağmen maalesef o çalışmasını yapamadı. Yalnız Başvekil ile görüşerek esaslar üzerinde mutabık kaldı. Nutuk, Hükümet tarafından hazırlandı ve bir gün hazırlanan bu nutku, kendisine Başvekil Celal Bayar okudu; dikkatle dinleyip bazı cümlelerini tekrar ettirdikten sonra tasvip etti ve sonuna:
"Büyük Kamutay; şimdiye kadar olduğu gibi, bütün işlerinizde başarılar dilerim," cümlesini ilave ettirdi.
Cumhuriyet Bayramı gün ve gecesini çok düşünceli ve heyecanlı geçirdi; bilhassa merasim dönüşü Sarayın önünden vapurla geçen Kuleli Askerı Lisesi talebelerinin bando refakatinde İstiklal Marşı okumak suretiyle yaptıkları pek hararetli tezahürat, heyecanını en yüksek haddine çıkarmıştı.
Gece Kız Kulesi'nden atılan havai fişekler de hassasiyetini arttırmakta, kendisini pek muzdarip etmekteydi; telefonla ilgililerden rica etmek suretiyle bunu durdurmuştuk.
Aziz Hastamızın artık iştihası büsbütün kesilmiş, zaafı çok artmıştı. Karnındaki mayi süratle çoğalıyor, göğsünü ve kalbini tazyik ediyor, nefes almasını güçleştiriyordu, dayanılmaz bir ıstırap içindeydi.
Açıkça görülüyordu ki hastalık son sathasına girmiş ve herhalde
ikinci defa su almak zarureti belirmişti; kendisi de ;bunu ısrarla talep etmekte idi.
Yalnız doktorlar, ölümü tesri edeceğini bildikleri için bu ameliyeyi mümkün olduğu kadar geciktirmek istiyorlardı; fakat buna imkan bulamadılar. Atatürk 7 Kasım 1938 Salı sabahı kendilerine: "Daha fazla dayanamayacağını, suyun derhal alınmasını" kati bir lisanla ifade etti. Doktorlar hiç değilse 24 saat daha kazanmak için son bir teşebbüste bulundular; ilk ponksiyonu yapan Prof. Operatör Mim Kemal Öke'nin Sarayda olmadığını, o saatte Gülhane'de talebesine ders vermekle meşgul bulunduğunu söylediler ve ameliyenin ertesi güne tehir edilmesini rica ettiler; dinlemedi:
-"İşte Dr. Mehmet Kamil Bey var; zaten bu işi en iyi beceren de o imiş. O yapsın!" emrini verdi. Çaresiz kalan doktorlar, hazırlık yapmak üzere odadan çıktıktan sonra, kaşlarını çattı; hiddetli bir sesle:
-"Niçin tereddüt ediyorlar, olacak olur;" fakat karnını işaret ederek "bu 'insuportable'dır" dedi.
Hazırlık bitince rahmetli Dr. Mehmet Kamil Berk suyu çekmeye başladı (saat 12.20) Atatürk bütün suyun alınmasını emrediyor ve her an kaç litre alındığını öğrenmek istiyordu.
Sayın Prof. Dr. Nihat Reşat Belger, bu sahneyi şöyle hikaye ediyor:
-"Atatürk su çekme esnasında suyun hepsinin çekilmesini ısrarla emrediyordu; bizlere kaç litre var? Sayın" diyordu. Sayan bendim ve her yarım litreyi bir sayarak on iki litre yerine hakikatte altı litre su çekmiş bulunuyorduk. Fakat bu tedbire rağmen niha'i koma 7- 8 saat sonra baş gösterdi.
Ponksiyondan sonra, ateşi biraz yükselmiş olmakla beraber, epeyce rahatlamış, akşam saat 20.00'den, gece yansına kadar sakin uyumuştu. Gece yarısı uyanmış, saat 2.00'den sonra kendisinde hafif bir unutkanlık hali başlamıştı ve bu hal dört saat kadar devam etmişti.
8 Kasım 1938 günü çok yorgun olmakla beraber sakindi Doktorlar sıra ile yanına geliyor, icap eden tedaviyi yapıyorlardı.
O gün gıda olarak saat 6.00'da altı kaşık sütlü kahve, 8.30'da beş kaşık sütlü çay, 11.00'de bir miktar yulaf unundan puriç, 13.00'de altı kaşık süt, 15.00'i 10 geçe biraz çorba ve 17.15' de dört kaşık elma suyu almıştı. Saat 18.00' den sonra yanından aynlıp, günlük işlerimle meşgulolmak üzere büroma inmiştim; çok geçmeden fenalaştığını telefonla bildirdiler. (Saat 18.35) Telaşla husus'i daireye koştum; yatak odasının iç içe olan iki kapısı arasındaki boşlukta Ali Kılıç duruyordu. Odaya girdiğim zaman Atatürk'ü şu vaziyette gördüm: Yatağın ortasında, iki elini yanlanna dayamış, oturuyor ve mütemadiyen öğürerek: "Allah kahretsin" diye söyleniyordu. Ara sıra da hizmetçilerin tuttukları tasa koyu kahverengi bir mayi (pıhtılaşmış kan) çıkarıyordu.
Nöbetçi doktor Abrevaya ile o sırada yetişen Prof. Neşet Ömer İrdelp kendisine yine bir taraftan bazı ilaçlar enjekte etmeye, bir taraftan da buz parçaları yutturmaya başladılar. Bir aralık sağında bulunan tuvalet masası üzerindeki saate baktı; herhalde iyi göremiyordu ki bana sordu:
-"Saat kaç?" Cevap verdim: "7.00 Efendim."
Aynı suali bir, iki defa daha tekrar etti, aynı cevabı verdim. Biraz sükunet bulunca yatağa yatırdık; başucuna sokuldum:
-"Biraz rahat ettiniz değil mi efendim?" diye sordum.
-"Evet!" dedi.
Arkamdan Neşet Ömer İrdelp yanaşıp rica etti:
-"Dilinizi çıkarır mısınız efendim?"
Dilini ancak yarısına kadar çıkardı; Dr. İrdelp tekrar seslendi:
-"Lütfen biraz daha uzatınız!"
Nafile! Artık söyleneni anlamıyordu; dilini uzatacağı yerde tekrar tamamen çekti; başını biraz sağa çevirerek Dr. İrdelp'e dikkatle baktı ve "Aleykümesselam" dedi; son sözü bu oldu ve ikinci ponksiyondan tam 30 saat sonra komaya girdi.
Bu seferki koma devresi sakin geçiyor; Dev Adam, yatağında adeta uyur gibi yatıyor; gerçi ara sıra küçük ihtilaçlarla hafifçe sıçrar gibi oluyorsa da bu asabi haller her defasında ancak birkaç saniye sürüyor ve tekrar sükuna kavuşuyordu.
Saatler ilerledikçe hançeresinde yavaş yavaş kesik hırıltılar başlamıştı.
Doktorlar bir an bile Saraydan ayrılmıyorlar ve her zaman olduğu gibi canla, başla vazifelerini yapıyor, ilmin emrettiği bütün tedbirleri alıyorlar; ara sıra "Ouabain", "Huile Camphre" gibi enjeksiyonlarla beraber "Glycose" seromu yapıyorlar. Ne çare ki bunlann hiçbirisi müessir olamamakta, Büyük Kurtarıcı anbe an ölüme yaklaşmaktadır.
Kaynak: Atatürk’le Beraber, İsmail Habib Sevük, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Genel yayın 1492, 2008. Sayfa: 110-114
Damla
Üyelik tarihi
15 Aralık 2014
Bulunduğu yer
İzmir.
Mesajlar
45.996
Seslenildi
8368 Mesaj
Etiketlendi
235 Konu
Ulu Önder Atatürk'ün Vefatı | Atatürk Günlüğü
05 Kasım 2016
Ulu Önder Atatürk'ün Vefatı | Atatürk Günlüğü
- Paylaş
- Share this post on
- Digg
- Del.icio.us
- Technorati
To view links or images in signatures your post count must be 10 or greater. You currently have 0 posts.
Years and years.