Forumunuz.Com

Forumunuz.Com (https://www.forumunuz.com/)
-   Atatürk Günlüğü (https://www.forumunuz.com/ataturk-gunlugu/)
-   -   Milli Mücadele Dönemi ve 31 Mart Olayı | Atatürk Günlüğü (https://www.forumunuz.com/ataturk-gunlugu/93058-milli-mucadele-donemi-ve-31-mart-olayi-ataturk-gunlugu.html)

Damla 15 Şubat 2017 20:26

Milli Mücadele Dönemi ve 31 Mart Olayı | Atatürk Günlüğü
 
Milli Mücadele Dönemi ve 31 Mart Olayı | Atatürk Günlüğü

http://fs5.directupload.net/images/170215/7gj3rmxw.jpg


II. Abdülhamit’in İslamcı despotizmine karşı 1908 İnkılâbını başaran İttihat ve Terakki’nin iktidara doğrudan el koymaması ve perde arkasında kalması, devlet yönetiminde tecrübeli olmamaları zayıflık olarak görüldü. İkinci Meşrutiyeti gerçekleştirenlerin amacı başlangıçta Kanun-u Esasiye dayanarak parlamenter bir rejim kurmaktı. “Teb’ay-ı Şahane” yerine, Fransız İhtilâlinin insan hakları sisteminin örneğine uygun olarak “vatandaş” kavramını sistemleştirmek istiyorlardı. “Hürriyet” kavramı yeterince anlaşılmadan, bir avuç aydının eseri olan İkinci Meşrutiyet kısa bir süre sonra iç anarşiye yol açmaya başladı.

Özellikle basın bu anarşinin en önemli bölümünü ve sebebini oluşturdu. Sayısız gazete birbirlerine çok karşıt fikirler kaosunun yaratıcısı oldu.

Bu ortam içinde özellikle İstanbul halkının söylentiler yolu ile tahrik edilmekte olduğu görülüyordu. İttihat Terakki’nin de içinde çıkar grupları oluşmuş ve sürgünden dönenler de yeni problemler çıkarmaya başlamışlardı. Fakat en önemlisi ordu içinde “Alaylı”, “Mektepli” çatışması idi. Eğitimin orduda hızlandırılması ve özellikle “namaz kılmak bahanesiyle askerin talim ve terbiyeden geri kalmalarına meydan verilmemesi” eğilimi tepkilere yol açmaya başladı. Alaylı subayların orduda modernleşmeye karşı tepkileri ile, dini tahrikler bütünleşmeye başladılar. Bir yandan modernleşme ve askerî eğitim, diğer yandan namaz saatleri ve vaaz saatleri çelişkisi bir gerici dinci propaganda malzemesi oldu.

1908 İnkılâbına karşı olanlar tarihî “din” malzemesini yine kullandılar. Yeni eğitim sisteminin Hassa Ordusuna gelmesinden hemen sonra “kâfirler idaresinin ordudan namazı kaldıracakları” şeklindeki tahrikler, İstanbul’un en küçük semtlerine kadar yayıldı. İlmiye sınıfına mensup hocalar, subayların zaafından yararlanarak askerî birliklerde bu fikri işlediler. Bu durumdan yararlanan “dinci irtica”nın Derviş Vahdetisi ve yandaşlarının tahrikleri, basındaki organları ve kurdukları “İttihad-ı Muhammedî” cemiyetinin desteği ile irtica ortamı giderek gelişti.

Bu gelişmelerin sonucunda 30-31 Mart (12-13 Nisan) 1909 gecesi “Avcı Taburları” ayaklandılar, subaylarını hapsederek,yeşil bayraklı, sarıklı hocaların öncülüğünde “Ey kahramanlar, şeriat elden gidiyor, ne duruyorsunuz?” sloganları ile İstanbul’a yayıldılar. İsyanın önceden planlandığı, örgütlendiği anlaşılıyordu. Şeriat istekleri, Meb’usan Meclisi’nden asîlerin isteklerinin de özünü oluşturuyordu. İstanbul “irtica”nın elinde idi.

İrticaya karşı en kararlı tutum, yine Makedonya’da bulunan askerî kuvvetlerden geldi. 3. ordudaki genç subaylar Meşrutiyet’i kurtarmak için İstanbul üzerine yürümekten başka çare görmüyorlardı. Genç subayların içinde en kararlı ve İstanbul üzerine yürümesinde gecikilmeme-sinin en ateşli savunucusu Mustafa Kemal idi. Bu fikrini ordu komutanına da kabul ettirdi. 14 Nisan günü Selanik Redif Tümeni’nin bütün alayları sefer durumuna getirildi.

Tümenin Kurmay Başkanı Mustafa Kemal idi. Bu ordunun adının nasıl konduğunu M. Kemal şöyle anlatmaktadır:

“İrticayı bastırmayı üzerine alacak askerî kuvvetimiz için bir isim düşünmüştüm. Öyle bir isim olmasını istedim ki, çarpışan tarafların duygularına dokunmasın… Herkes bu ismi benimseyebilsin… Fransızca “Mouvemet” manasına gelen hareket kelimesi aklıma geldi. Zaten yürüyüş halindeydik. Kuvvetlerimizin adı “Hareket ordusu” oldu.”

Hareket Ordusu’nun İstanbul halkına yayınladığı Hüseyin Hüsnü imzalı bildiriyi de yine Mustafa Kemal’in kaleme aldığı aynı kaynaklarca belirtilmektedir.

Bu bildiride Abdülhamit’in uzun istibdat yönetiminin yıkıldığı belirtiliyor, mel’un ve vicdansız istibdat taraftarlarının alçak ve menfur hareketinin sebep olduğu kanlı isyan tel’in ediliyor, bu isyanı bastırmak üzere ordunun büyük bir kısmının Yeşilköy’e geldiği duyuruluyordu.

İstanbul’a giren hareket ordusu birkaç gün süren sokak çarpışmalarından sonra “irtica”nın kuvvetini kırdı. Abdülhamit’i tahttan indirdi. 20. yüzyılın Türkiye tarihinin ilk irtica olayı da Mustafa Kemal’in de çok önemli rol aldığı Hareket Ordusu aracılığı ile yenilmişti.

Fakat din ve devlet, din ve millet işleri birbirinden ayrılmadıkça irtica yok olamazdı. Bu konuda en ileri düşünen kişi olan M. Kemal’in yalnız kalması sebebiyle düşüncelerini uygulayabilmesi için daha zaman gerekiyordu.

M. Kemal’in bu konuda cesur bir davranışı da Balkan Savaşı sırasında görülmektedir. Balkan Savaşında bozulan Türk ordusu perişan durumda, bütün Trakya’yı bırakarak Çatalca hattına çekilmiş, Mustafa Kemal de Çatalca’da birliklerde kurmay olarak görev aldı. Genel kurmay aracılığı ile Şeyhülislamlık’tan gelen bir yazıda askerin maneviyatının yükseltilmesi için “din adamı” gönderilmesi önerilmektedir.

Kendi birlikleri adına yanıt veren M. Kemal, Türk subayının askerine manevi güç verecek durumda olduğunu belirttikten sonra, din adamının gelmesinin tam tersine manevî çöküntü ifade edeceğini cesaretle açıklayıp, isteği geri çevirmişti.

Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Osmanlı İmparatorluğu artık tarihe karışıyordu. “Avrupa’nın Hasta Adamı”nın mirası İtilâf Bloku tarafından yağmalanıyordu. Bu korkunç tablo M. Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basması ile değişti. M. Kemal Türk kelimesini, ulusal bağımsızlık ve ulusal egemenlik hareketinin dinamik gücü yaptı. Amasya Genelgesi milletin kurtuluşunu, yine milletin azim ve iradesine dayandırıyordu. Bu fikir ve buna dayanan hareket Erzurum ve Sivas Kongrelerinde hızla gelişti. Giderek millete mal oldu. Millî bağımsızlık ve Millî egemenlik fikri temel ideoloji yapılarak yeni bir Türk devletinin kuruluşu aşama aşama gerçekleşmekteydi. Millî egemenlik kavramı 1789 Fransız İhtilâli’nin ortaya koyduğu bir fikirdi ve Tanrı hakları sisteminden insan hakları sistemine geçişin de en açık ve somut ifadesiydi. Bu sebeple Padişah ve Osmanlı hükümeti Millî egemenlik fikrinin ve bu fikre dayanan Millî Mücadele’nin düşmanı oldular.

1920 Nisan’ında Ankara’da “Selâhi-yet-i Fevkalâdeyi Haiz” bir meclis toplanacağının anlaşılması üzerine, Padişah ve Osmanlı hükümeti Meclis’in toplanmasını engelleyebilmek için yine dini istismar yoluna başvurdular ve “Fetva” yayınlanarak Millî Mücadeleyi yapanlar hain, asî ilân edildiler ve halk isyana kışkırtıldı. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde dinî kışkırtmalarla isyanlar patlak verdi. Ulusun ve vatanın varlığını tehdit eden bu isyanlar İhtilâl Meclisinin “İnkılâp” kanunlarını uygulamaları ile bastırıldı.

T.B.M.M 29 Nisan 1920’de “Hıya-net-i Vataniye Kanunu”nu kabul ve ıi Eylül 1920’de “Firariler Hakkında Kanunla” İstiklâl Mahkemelerini kurdu. Böylece milletin egemenliğine dayanan sistem inkılâp kanunları ile kuruluyordu. H. Vataniye Kanunu, T.B.M.M.’nin meşruluğuna karşı çıkanları vatan haini kabul ederken, İstiklâl Mahkemeleri vatan haini, asker kaçağı, asî, bozguncu, casus gibi bütün suçları cezalandırdılar. İdam dahil verdikleri kararlar kesin olup, derhal infaz ediliyordu.

Padişahta toplanan dini ve geleneksel hanedan haklarına dayanan egemenlik sistemi yıkılıyor, 23 Nisan 1920’de egemenlik İstanbul’dan Ankara’ya geçmekle kalmıyor, egemenliğin kaynağı milletin kendisi oluyordu. Görülüyor ki, “İrtica” milletin egemenliğine dayanan sisteme karşı çıkmakta ve bunu başarabilmek için de din bir kere daha araç olarak kullanılmaktadır.

İrtica inkılâbın kanunları ve kuvveti tarafından ezildi.

1876’da Kanun-u Esasî ulusal bir ihtilâl sonucu ilân edilmemiş olmakla beraber, halkın siyasî haklar yönünden eşitliği, devlet yönetimine katılması ve denetlemesi, parlamenter bir sisteme bağlanmaya çalışıldı. Fakat buna rağmen I. Meşrutiyet Kanun-u Esasî’si (Anayasa) devletin monarşik ve teokratik niteliğini değiştirmedi. Hatta Saltanatın Osmanlı Hanedanına ait olduğu, Padişah’ın kutsal ve sorumsuz bulunduğu esası kabul edildi.

1908 İnkılâbı ve 1909’da Kanun-u Esasî’de yapılan değişikliklere rağmen dinî vasıflara dokunulmadı ve egemenliğin kaynağı değiştirilmedi. 1919’da M. Kemal Anadolu’da bütün bir sistemi değiştirmeye kaynağından başladı.

Egemenliğin kaynağı millet olunca tüm devlet, hukuk ve sosyal kurumlar da değişmek zorunda idi. Bunun ilk kurumu da T.B.M.M. oldu. Islahatçı Padişahlar gibi hanedan çıkarlarına bağlı olmayan, Genç Türkler gibi Osmanlı’yı yaşatma amacında olmayan, gücünü Tanrısal kaynaktan değil, ulusal iradeden alan Atatürk’ün başarısında hiç şüphesiz en büyük etken çağdaş devlet hukuk ve sosyal düzenini kabul etmesi ve bunu aşama aşama Türk devlet ve toplum yapısına, sabırla öğreterek ve kararlı bir ihtilâlci metotla uygulamasıdır.

Halife-Padişah yanlısı dinci çevreler M. Kemal’e T.B.M.M içinde de engel olmak istediler. Başkumandanlık Kanunu’nun kabulü sırasında, Mareşallik rütbesinin verilmesi sırasında tepki gösteren bu çevre büyük zaferin kazanılmasından sonra da O’nu vatandaşlık haklarından mahrum bırakmak gibi bir haince plânı uygulamak istedi. T.B.M.M.’nin sarıklı üyelerinden biri “Yunan’dan kurtulduk, bakalım M. Kemal’den nasıl kurtulacağız?” diyerek bu görüşünü dile getirmişti.

Atatürk, daha genç bir yüzbaşı iken Osmanlı İmparatorluğu’nun ömrünün bittiğini görmüş, Türk ulusuna dayanan yeni bağımsız bir Türk devleti kurulması gerektiğini belirtmişti. Anadolu’ya ayak basar basmaz 1919’da bu düşüncesini uygulamaya başlamıştı. Erzurum Kongresi sırasında, Mazhar Müfit’e bir gece, zaferden sonra devlet şeklinin Cumhuriyet olacağı, modern hukukun kabul edileceğini, tesettürün kalkacağını, Latin harflerinin getirileceğini not ettirmiş ve Mazhar Müfit’in şaşkın bakışları karşısında “Cumhuriyet ilânında başarılı olalım da üst tarafı yeter” demişti.

Zaferin kazanılmasını takiben, en önemli mesele Millî Egemenlik sisteminin kurumlaşmasında, Cumhuriyete doğru gidişte eski sistemin kurumlarının tasviyesi idi. 1 Kasım 1922’de Saltanat eski dünya görüşünden, yeni dünya görüşüne geçişin bir sonucu olarak kaldırıldı. Altı yüzyıllık Osmanlı Saltanatı, Atatürk’ün çok sert, ihtilâlci kararlılığının en açık bir ifadesi olan şu konuşmasıyla kaldırılıyordu:

“Hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; müzakere ile, münakaşa ile verilmez. Hâkimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin, hâkimiyet ve saltanatına, vâziülyed olmuşlardı; bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdir. Şimdi de, Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hâkimiyet ve saltanatını, isyan ederek kendi eline, bilfiil, almış bulunuyor. Bu bir emr-i vakidir. Mevzuubahis olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız bırakmayacak mıyız? meselesi değildir. Mesele zaten emr-i vaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehal, olacaktır. Burada içtima edenler, meclis ve herkes meseleyi tabî görürse fikrimce muvaffak olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir. “

Saltanatın bu ihtilâlci tutumla kaldırılışı, muhafazakârların ve gericilerin ağır bir yenilgisi idi. Fakat bu olay Millî Mücadelenin lider kadrosu arasında da parçalanmaya yol açtı. Rauf Bey, Refet, Ali Fuat ve Kâzım Karabekir Paşaların muhalif tutumları saltanatçılara umut veriyordu. Atatürk’ü yurttaşlık haklarından yoksun bırakmak isteyen 2 Aralık 1922 tarihli Meclisteki önerge komplosu, bizzat M. Kemal tarafından bozuldu. Atatürk’ün aynı ay içinde Batı Anadolu gezisini fırsat bilen Meclisteki Saltanatçı grup “Hilâfet-i İslâmiye ve Büyük Millet Meclisi” başlıklı bir broşür yayınlayıp, Meclisin halifesiz olamayacağını belirtip, halifede egemenlik haklarının toplanmasını istiyorlardı.

Millî egemenliğin sistem olarak ve kurumlaşarak gittikçe kuvvetlenmesi Atatürk’ün üstün başarılı uygulamalarıyla yerleşmesi, eski düzen taraftarlarını korkutuyor, taraftarların tutumu bir irtica hareketine doğru eğilim gösteriyordu. Atatürk’ün bu broşürü yayınlayan ve o eğilimde olan Saltanatçılara tepkisi sert oldu. İzmit’te yaptığı konuşmada :

“T.B.M.M halife’nin değildir ve olamaz. T.B.M.M yalnız ve yalnız milletindir”, 16 Ocak 1923’de İzmit’te yaptığı basın toplantısında “İnkılâbın kanunu mevcut kanunların üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim kafamızdaki cereyanı boğmadıkça başladığımız inkılâp ve ilerleme bir an bile durmayacaktır” diye tamamladığı konuşması Türk İnkılâbının açık bir ihtarı oluyordu.

27 Ocak 1923’de İzmir’de annesinin mezarı başında:

“… bu kadar kan dökerek, milletin elde ettiği egemenliğin korunması ve savunması için gerekirse annemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Millî hâkimiyet uğrunda canımı vermek benim için bir vicdan ve namus borcu olsun.” diyerek ant içti.

Atatürk inkılâp yolunda kararlı adımlarla ilerlerken ne yazık ki Millî Mücadele’ye birlikte başladığı bazı silah arkadaşları, karşısına geçmeye başladılar. Refet Paşa, Halife’ye çok sevdiği atını hediye edip, özel ziyaretlerde bulundu, Rauf Bey ve diğerlerinin de bu tutumu izlemeleri Halife’ye cesaret, Saltanatçılara cüret veriyordu. Üç yıl kan dökülerek başarılan Millî hâkimiyetçi bir dünya görüşü karşısında “irtica” oluşuyordu.

Atatürk bu gelişmeleri yakından izliyor, inkılâba karşı olanlara kendi azim ve iradesini sık sık ihtar ederek gösteriyordu. 20 Mart 1923’de Konya’da gençlerle yaptığı konuşma “irtica”ya karşı kararlılığının en güzel örneğidir:

“Eğer onlara karşı benim şahsımdan bir şey anlamak isterseniz derim ki, ben şahsen onların düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız benim şahsî imanıma değil, yalnız benim gayeme değil, o adım benim milletimin hayatıyla ilgili, o adım benim milletimin hayatına karşı bir kasıt, o adım benim milletimin kalbine yöneltilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı fikirde olan arkadaşlarımın yapacağı şey mutlaka o adımı atanı tepelemektir… Sizlere bunun da fevkinde bir söz söyleyeyim. Farz-ı muhal eğer bunu sağlayacak kanunlar olmasa, bunu sağlayacak meclis olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam, yine tepeler ve yine öldürürüm.”

Bir yandan Lozan görüşmeleri sürüyor, bir yandan da Atatürk yurtta “İnkılâp”ın en önemli aşaması olan Cumhuriyet fikrini işliyordu. Fakat siyasî kıskançlık ve hizipleşmeler, irticaya cüret veriyordu. Henüz gerçek barış sağlanmamıştı. İngiltere ile yeni bir savaş çıkma ihtimali varken, yurt içinde Balkan Savaşı öncesinin anarşisini görmek istemeyen Atatürk, Cumhuriyet sözcüğünü kullanmıyordu.

Birinci T.B.M.M. dağılmadan önce M. Kemal, 15 Nisan 1923’de Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na ek bir madde koydurtarak, “Saltanatı geri getirmek için çalışanları vatan haini” suçları içine aldırtmayı başardı.

Lozan’ın imzalanması ile barış sağlandı ve Atatürk’ün daha 22 Eylül’de bir Avusturyalı gazeteciye açıkladığı gibi 23 Nisan 1920’de kurulmuş bulunan sistemin artık adının konması sırası geldi ve 29 Ekim 1923’de yeni Türk devletinin adı kondu:

“TÜRKİYE CUMHURİYETİ”.


Kaynak:
Vehbi Tanfer
ATATÜRK KÜLTÜR DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU
1 Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Mustafa Nihat Özön, Osmanlıca- Türkçe Sözlük, Larousse, a.g.madde. Rebhouse. ingilizce-Türkçe Sözlük.
2 Aynı sözlükte II. Abdülhamit’in istibdat rejimi sebebiyle “İnkılâp, İhtilâl, Hürriyet” gibi sözcüklere de yer verilmemiştir.
3 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, s. 238, 5 Kasım 1925 Ankara Hukuk Fakültesi’nin açılış konuşması.
4 Celal Bayar, Ben de Yazdım, İstanbul 1966, s. 212-214, Y.H. Bayur, Türk İnkılâbı, C.I, s. 197-208.
5 Bildirinin tam metni, İkinci Meşrutiyet’in İlânı De Otuz bir Mart Hadisesi, Yayına hazırlayan Faik Reşit Unat, Ankara 1960, s. 139. Avrupa’dan dönen Enver Bey, M. Kemal’in yıldızının parlamasından çekindiği için Merkez-i Umuminin desteğini sağladı ve M. Kemal pasif bir göreve getirilerek Enver Bey ön sırada yer aldı. Sina Aksin, 31 Mart Olayı, Ankara 1970, s. 285.
6 Genelkurmay Askeri Tarih dergisi, Ankara 1980.
7 Ergün Aybars, İstiklâl Mahkemeleri 1920-1923, Ankara 1975. Bu dönemde aralıklarla toplam 14 İstiklâl Mahkemesi görev yaptı.
8 Nutuk, s. 494-5.
9 Seçil Akgün, Hilâfetin Kaldırılması ve Sonuçları, Ankara 1986 s. 119. Nutuk, s. 506.
10 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c.2, s. 146.
11 Ergün Aybars, İstiklâl Mahkemeleri (1923-1927), Ankara 1982.
12 S.D.II, s. 214 (Ağustos 1925 Kastamonu gezisi)
13 Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, İstanbul, 1986, s. 45 (Şubat 1924)
14 S.D.II, S. 215.
15 Afetinan, Medenî Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Ankara 1969,s.56.
16 Atatürk’ün Tamım, Telgraf ve Beyannameleri, Ankara 1964, s. 551.


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 18:32.

Powered by vBulletin® Version 3.8.9   Copyright ©2000 - 2024, vBulletin Solutions, Inc.

Site kurucuları: Damla ve Meltem