Rus Edebiyatının Güncel Sorunlarından Biri: Sovyet Döneminde Arşivlere Kapatılan Yazarlar

Edebiyat tarihinde (ve araştırma konusu tarih olan diğer bilimlerde) zaman kurgusu için belirli bir koşul vardır. Öncelikle tarihe konu olan olay geçmişe aittir, tıpkı gazetecilikte ve dedektif romanlarında olduğu gibi. Araştırmacının merak konusu ise, olayın sonuçlanmadan önceki sürecinde nelerin olduğudur. Yani araştırmacı/anlatıcı kaleme aldığı metnin başlığını seçtiği andan itibaren incelediği olayın doğal zaman kurgusunu bozar.

Bu, dış zaman kurgusuyla ilgili bir sorundur. Bu tür metinlerde zaman, sonuçlanmış olayın başlangıç noktasına ya da daha geriye, olayı hazırlayan etmenlerin etkilerinin hissedildiği zaman dilimine taşındıktan sonra oluşumlarının dizisi anlatım anına doğru yönlendirilir. Olayları böyle oluşum tarihlerini takip ederek vermek okuru yormayan bir yöntemdir. Ancak, okurun konuyla ilgili gerekli altyapısı varsa, araştırmacı iç zaman kurgusunu yaparken istediği gibi hareket edebiliyor. Ayrıca, araştırmacının diğer alanların (örneğin: ulusal tarih) okur arıyla kıyaslandığı zaman edebiyat tarihi okurlarının yeniliklere karşı daha esnek olması beklentisi vardır. Bu görüşün dayanağı, edebiyat tarihi okurunun edebi metinlerin de okuru olmasıdır. Bizi yönlendiren de bu beklenti oldu. Amacımız, Rus edebiyat tarihinden seçtiğimiz konularla bağlantılı çarpıcı kesitler sunmak. Bunu yaparken bilgi boşlukları yaratmamak için, zaman zaman anlatılan dönem(ler)in siyasal yapısına, edebiyat ve felsefe gruplarına, yazarın kişisel yaşamına ya da yayın dünyasına ait genel veya özel bilgileri ve geçmişte ve günümüz de Rus edebiyat dünyasının gündemini belirleyen tartışmaların içeriklerini aktaracağız.

Bugün, yani Sovyetler Birliği’nin dağılmasından on dört yıl sonra Rus bilim adamları, sosyal bilimlerin diğer alanlarında olduğu gibi, edebiyat bilimi alanında kullanılan araştırma ve inceleme yöntemlerini ve değerlendirme ölçütlerini değiştirmek için yoğun bir çaba içeri sine girdiler. Verilere göre, Sovyet yönetimi tarafından sakıncalı bulundukları için arşivlere kapatılan yazarlar ve şairlerin eserleri yeniden değerlendirilmeye alınıyor. Bunun yanında, Rus edebiyatının (Gogol gibi) dünya klasikleri arasına giren bazı yazar ve şairlerinin geçmişte yan lış değerlendirildiği şeklindeki görüşler de yaygınlaşıyor.

Çağdaş Rus edebiyatının Batı edebiyatıyla entegrasyon sürecini tamamladığı XIX. yüzyılda edebiyat gruplarını gösteren genel tablo şöyledir: Fransız Devrimi’nin bir benzerini Rusya’da gerçekleştirmek arzusuyla yapılan 1825 yılındaki Dekabrist ayaklanmasına katılan veya ayaklanmayı destekleyen yazarlar, şairler, eleştirmenler ve düşünürler ile yönetimin yanında olanlar arasında “ilerici” (ayaklanmayı destekleyenler) ve “gerici” (yönetimi destekleyenler) ayrımı yapılıyordu. XIX. yüzyılın ikinci yarısına gelindiği zaman da “Batıcılar”1, “Slavyanofiller”2, “Doğalcı Okul”un3 temsilcileri birbirleriyle hararetli tartışmalar yapıyorlardı. Daha sonra Sovyet devrimine inanmayanlar da “gerici” olarak adlandırıldılar. XX. yüzyılda “gerici” kabul edilen bu yazarların adı edebiyat tarihi kitaplarında yalnızca “önder” edebiyatçının gerekli gör düğü ölçüde önyargılı değerlendirmelerle yer alabiliyordu. Bu veriler Rus edebiyat tarihinin tahrif edildiği yönünde yapılan tartışmaların başlıca dayanağı. Bu alandaki çalışmalar Perestroyka döneminde başladı, 1991 yılından sonra da ivme kazandı. Edebiyat tarihinin yönünü değiştirme zorunluluğu, tarih boyunca hep olduğu gibi bu defa da politika ve ekonomi alanında yeniden yapılanmaya duyulan gereksinimlerin bir uzantısı olarak doğdu. Doğaldır ki, bu eğilim yalnızca Rus edebiyatına özgü değil. Diğer ulusların edebiyat tarihini incelediğimiz zaman siyasi tercihlerin, ulusal edebiyatların da yönünü belirlediğini fark ederiz. Değilse, edebiyat ürünlerini denetleyen sansür kurullarının Rus siyasilerinin parlak buluşu (!) olduğu savından yola çıkardık.

Konuyu incelerken ‘Bir eserin ulusal kimliğini belirleyen öğeler nelerdir?’ sorusunu da tartışmaya açmak gerekiyor. Çünkü Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra tartışma konusu olan yazarlar var. Sorunun çözümüne yardım edebilecek öğeleri belirlemek için örneklerden yola çıkalım. Dostoyevski’nin eserlerindeki kişilerin Afrika, Amerika, hatta Avrupa ya da komşu ve yakın ülkelerden Çin veya Hindistan’ın kültürünü temsil ettiğini düşünebilme olasılığımız ne kadardır? Hiç yoktur. Nedeni, Dostoyevski eserlerinde yalnızca Rus olan öğeleri ve motifleri kullanmıştır. Onun eserlerini okurken Rus halkının dinini, geleneklerini, kültürünü, dünyayı algılayış biçimini ve Rusya’nın tarihini, yasalarını ve de doğasını bilmek zorundayız. Yalnızca edebiyat tarihiyle ve yazarın biyografisiyle ilgili ve kuramlarla sınırlı bil gileri kullanarak Dostoyevski’yi anlayabilmemiz olanaksızdır. Oysa aynı şeyi Çehov için söyleyemeyiz. Örnekleyelim. Çehov’un “Kötü Niyetli Adam”4 adlı öyküsünde tren raylarını traverslere bağlayan somunu söken Denis Grigoryev ile Van’ın Çaldıran ilçesinde yüksek gerilim hattı direklerinin somunlarını sökerek direklerin devrilmesine neden olan (03.01.2004 tarihli haber)5 kişinin/kişilerin davranışı arasında (en azından biçimsel olarak) büyük bir benzerlik vardır. 2004 yılında Çehov’u anma etkinlikleri yürütülürken Literaturnaya gazeta’nın internet sayfasında “Ama Çehov Uyarmıştı”6 başlıklı bir makale yayımlandı. Makalede Moskova bölgesinin Çehov semtinde telefon direklerindeki fincanların çalındığı bilgisi yer alıyordu. Kısaca, Çehov’un öyle öyküleri vardır ki, biz dünyanın hangi bölgesine ait olursak olalım ve hangi zaman diliminde yaşarsak yaşayalım onun eser kişileri içimizden biridir. Bununla birlikte, Çehov’un eserlerinin ulusal kimliğini belirlemek gibi bir sorun da yoktur. Onun eser kişilerini içimizden birisiymiş gibi görmemizin nedeni, Çehov’un eserlerinde kişilerin yaşadıkları an ve ortamdaki davranışlarının psikolojisini yakalayarak resmetmesidir. Çehov’u kolaymış gibi gösteren de sanatının bu özelliğidir. Örnekler, eserin ulusal kimliğiyle ilgili sorunun çözümü için kültür öğesinin önemli olduğuna işaret ediyor.

Bu konuda yazarın kendi tercihi de önemlidir. Bununla ilgili çarpıcı iki örnek var. Cengiz Aytmatov adını dünya okurlarına Sovyet yazarı olarak duyurdu, Birlik’in dağılmasından sonra tercihini Kırgız edebiyatı için kullandı. Diğer yandan, bir başka Sovyet yazarı Fazıl İskender, etnik kültürünü yadsımıyor ama kendisini Rus edebiyatına ait hissettiğini söylüyor.”7

Çözüm için, değerlendirilmesi gereken üçüncü öğe dil olacaktır. Ancak, Nobakov gibi, bi lingual yazarların eserlerinin kültürel kimliğini ne kültür ne de dil öğesiyle çözme olanağımız var gibi. Çünkü yazar Rusçaya da İngilizceye de eşit düzeyde hâkim, eser kişilerinin Ameri kan kültürü ya da Rus kültüründe yetişmiş olması yazar için herhangi bir zorluğa neden olmuyor. Konuyla ilgili olarak Lolita’nın odak kişilerini örnek göstermemiz yeterli olacaktır. Bu sorunun diğer boyutunda, yazarın sanatını besleyen kültürün yaratıcısı olan halk var. Sorunun bu boyutu 1991 yılından sonra Ukrayna ve Rus edebiyat çevrelerinin Gogol’ün ve eserlerinin ulusal kimliği üzerine yaptıkları tartışmayla gündeme geldi. Gogol’ün etnik kültürünü ön plana çıkartan Ukraynalı okurların, ünlü yazarın eserlerini çevirilerden okuması gerekiyor. Rus okur da Gogol’ü yorumlayabilmek için, Ukrayna halkının kültürünü yakından tanımak zorunda. Çünkü Rus ve Ukrayna halkları arasındaki akrabalık ilişkisi bunun için yeterli olma yapabiliyor.

Bu noktadan sonra konumuz, yazarın kendi kültürüne bakış açısını araştırmak olacak. Bu bağlamda, genelde Rus edebiyatının, özelde ise öykü türünün gelişim evrelerindeki ilginç olguları incelerken Rus edebiyatının hem konusu hem de yaratıcısı olan Rus insanın karakterini oluşturan coğrafya ve iklim koşullarının, siyaset, din ve kültür politikalarının Rus edebiyatına etkisinden bahsetmek açıklayıcı olacaktır.
Rus yazarların tanımlamasıyla, ova, nehir ve orman Rus insanının yüreğinin genişliğini, sakinliğini, tembelliğini, hayalciliğini ve bilgeliğini simgeleyen coğrafi öğelerdir. Diğer yan dan, ülkenin topraklarının çok geniş olması (batı ile doğu sınırı arasında on bir saatlik zaman farkı vardır) Rus insanının belleğindeki uzam imgesini oluşturan somut bir öğedir. Rus’un zamanı kullanımı da farklıdır. Kuzey bölgelerde gündüz ile gecenin değişim sürecini takip etmek oldukça zordur. Çünkü bu bölgelerde doğa, yılın büyük bir bölümünde gündüz ve gece ayrımına izin vermez. Petersburglu ve Moskovalı yazın geceye, kışın gündüze hasrettir. Kuzey kutbuna çıkıldığı zaman bu durumu daha keskin çizgilerle resmedebiliyoruz. Her şeyi küçük parçalara ayırarak algılama eğiliminde olan Batılı ile Rus arasındaki uyuşmaz nitelikler belirgin olarak bu noktada, zamanın ve uzamın algılanması ve kullanılması sırasında ortaya çıkar. Bunlara ilave olarak, doğa olaylarından kar ve soğuk da unutulmamalı. Okumak için, Rus edebiyatından hangi eseri seçersek seçelim yazarın bu etmenlere ve bunların Rus insanının karakterinde ortaya çıkan etkilerine ya doğrudan ya da dolaylı göndermeler yap tığını belirleriz. Türk okura yabancı olmayan eserlerden birkaç örnek verelim: Beyaz Geceler’de (Dostoyevski) Petedburg’da yaşanan beyaz geceler, Acı’da (Çehov)8 soğuk, Kar’da (Paustovski)9 kar, Bozkır’da (Çehov) uçsuz bucaksız bozkır, Oblomov’da (Gonçarov) ileride tembelliğin simgesi olacak Oblomov, Tunç Süvari’de (Puşkin) Neva Nehri, Avcının Notları’nda (Turgenev) Orlov bölgesinin doğası ve insanı, Durgun Don’da (Şolohov) Don Nehri, Aptalcık’ ta (Leskov) aptallık perdesinin altındaki bilge vd…

Ulusların karakterini belirleyen etmenleri sıralarken (sosyal yaşamın ve kültürün çok önemli bir parçası olarak) ülkenin yönetim biçimini ve yöneticilerin takip ettiği siyasetleri de listeye dahil etmemiz gerekiyor. Rus edebiyat tarihçileri, yönetim edebiyat ilişkisini anlatırken karmaşık, bir o kadar da ilginç bir tablo çizerler. Konuya çağdaş Rus edebiyatının başlangıç noktasında görülen karakteristik bir özelliğin altını çizerek başlayalım. Çağdaş Rus edebiyatının kurucuları arasında yazar ve şairlerin yanında bilim adamı, diplomat, tarihçi, hatta askerler vardır: V. K. Trediakovski (170368) şair, filolog ve bilim adamı; A. D. Kantemir (170844) şair, diplomat; M. V. Lomonosov (171165) ilk Rus bilim adamı, şair, Rus edebiyat dilinin re formcusu, ressam, tarihçi ve ekonomist; A. P. Sumarokov (171777) dramaturg, şair, edebiyat kuramcısı ve eleştirmen; M. M. Heraskov (17331807) yazar, yayıncı, Moskova Üniversitesinin müdürü; Ya. B. Knyajnin (1742 (1740?)91) dramaturg, şair, asker ve akademisyen; G. R. Derjavin (17431816) şair ve askerdir (Pugaçyov isyanının bastırılmasına katılan subaylar ara sında yer almıştır); D. I. Fonvizin (1744/4592) yazar, aydınlanmacı, ayrıca 176983 yılların da diplomat N. I. Panin’in sekreterliği görevinde bulunmuştur. Bu kişilerin görevleri, Çağdaş Rus edebiyatının kurucularının, aynı zamanda devleti de temsil ettiklerini gösteriyor. Bu, bek lenen bir olgu. Çünkü, I. Petro’nun Rusya’yı Batılılaştırmak için yaptığı reformlara kültürel bir zemin hazırlaması zorunluydu. Yukarıda adları anılan edebiyat ve bilim adamları da I. Petro döneminin ruhuyla yetiştirilmişlerdi. Çağdaş Rus edebiyatının temelleri bu uygulamayla atıldı. Daha sonra devlet kadrolarında çalışacak kişilerin eğitim konusunda I. Aleksandır (1801 1825) çok daha sistemli bir program hazırlattı. Bu programda edebiyat çok önemli bir yer tutuyordu: “Rus aristokratlarının çocukları için imtiyazlı bir öğretim kurumu açılıyordu, dediko dulara göre, İmparator I. Aleksandr’ın küçük kardeşleri de büyük knyazlar: Nikolay ve Mihail bu lisede eğitileceklerdi. Başlangıçta Aleksandr’ın böyle bir niyeti vardı, fakat sonradan vazgeçti. Bununla beraber, Tsarskoye Selo Lisesi, yapısındaki imtiyazlı yüce hedefini korudu: Lise “devletin önemli bölümlerindeki görevler için” ayrılmış olan öğrencileri yetiştirmek zorun daydı.”10 Bu eğitim programının ilk döneminde aralarında A. S. Puşkin’in de bulunduğu otuz öğrenci yetiştirilmiştir.

Edebiyat dünyasında yönetimi de eleştiren muhalif gruplar belirince söz konusu destek programında değişikliklerin yapılması da kaçınılmaz olur. Düşünülen formül şöyledir: Devle tin edebiyatı desteklerken kontrolü altında tutması daha kolay olacaktır. Bu konuya çarpıcı örneklerden birisi II. Yekaterina dönemidir (176296). Çariçe, I. Petro’nun reformlarının hararetli bir takipçisidir. Onun döneminde yayımlanan edebiyat gazetelerinin ve dergilerinin sayısında artış görülür. Çariçe’nin bizzat kendisi bu faaliyetlere aktif olarak katılır: komedi türünde eserler yazar (Ovremya/Zamana Doğru ve Imeninı gospoji Vorçalkinoy/Bayan Vorçolkina’nın İsim Günü) ve edebiyatçıları çevresinde toplamak için “Vsyakaya vsyaçina” adlı der ginin çıkartılmasına gizli destek verir. Gazete ve dergilerin köşelerinde yer alan edebiyat tartışmalarını takip eder, hatta bu tartışmalara adını gizleyerek katılır. Benzer bir yaklaşımı Sovyet döneminde de görüyoruz: Stalin “yazarlarına” ölüm kadar yakın olmuştur.11

Rus devletinin tarihinde yönetimin programlarını halka benimsetmek amacıyla edebiyatı resmi anlatım aracı haline getirmek için politikaların üretildiği dönemler de olur: XIX. yüzyıl da I. Nikolay ve XX. yüzyılda Sovyet yönetiminin yaptığı gibi. 1825 Dekabrist ayaklanması nın bastırılmasından sonra I. Nikolay çarlığı korumak ve aldığı tedbirlerle ilgili kamuoyu oluş turmak için, “Ortodoksluk, otokrasi ve halkçılık” ilkeleri üzerine kurulan politikasını uygula maya koyar. Çar “Halkçılık’ ilkesi doğrultusunda yönetimini destekleyen edebiyatçı ve yayın cılar aracılığıyla uygulamalarını geniş kitlelere benimsetmek için girişimlerde bulunur. I. Ni kolay’ın “Resmi Halkçılık” politikasını savunan ve yazdıkları öykülerle de gündemde olan dö nemin en etkin ve sevilen yazarları, F. V. Bulgarin (17891859), M. N. Zagoskin (17891852),

  • A. Polevoy (17961846), N. V. Kukolnik’tir (180968). Sovyet yönetimi I. Nikolay’ı des tekleyen bu yazarları arşivlere kapattı. Olayın diğer boyutunda şöyle bir görüntü vardır: Sovyetler Birliği’nin kurulması aşamasında politikacılar edebiyat alanından büyük destek aldılar. Hatta XIX. yüzyılın son çeyreğinde ve XX. yüzyılın ilk onlu yıllarında edebiyatı çarlık yönetiminin ortadan kaldırılması için propaganda aracı olarak kullanan yazarlar grubu vardır. Bunlar arasında kaderi en ilginç olan Mayakovski’dir. Elde edilen sonuç Sovyetler Birliği’nin kurulması olur; ancak edebiyatı yazarların öngöremediği bir tehlike beklemektedir. Sovyet edebiyatının en karakteristik olayı edebiyatın devletleştirilmesi yönünde üretilen ve uygulanan politikadır. Bu politikaya göre, “yazar devletin mülkiyetidir”. Bu dönemde aykırı düşüncede olan yazarların Sovyet kamuoyuna seslenmeleri olanaksızdı. Sovyet devletinin sınırları içeri sinde kalan muhalif yazarların iki seçeneği vardı: Yönetimle uyuşmak ya da sus/turul/mak. İkinci şık için örneğimiz şiir biçiminde öyküleriyle Rus edebiyatının klasikleri arasına giren Blok (18801921), Mayakovski (18931930) ve Yesenin’in (18951925) şüpheli intiharları olacak. Yaşamda kalanların ödedikleri bedel biraz da kendi tutumlarıyla bağlantılıdır. Öykü yazarı Zoşçenko (18841958), yaşamı boyunca Sovyet yönetimine karşı olmadığını ispatla mak için uğraş verir. Tiyatro eserleri, romanları ve öyküleriyle klasikler arasına giren Bulga kov (18911940), yasaklandıktan sonra yaşamını tehlikeye atarak Stalin’e yurt dışına çıkabil mesi ya da ekmek parası kazanabilmek için kendisine tiyatroda çalışma izni verilmesi ricasıyla mektup yazar. İzni Mayakovski’nin intiharından üç gün sonra alır. Tiyatroda yönetmen yardımcısı ve çevirmen olarak çalışır.
Bu bilgileri de dikkate alarak yazarların Rus kültürüne ve halkına bakış açısını belirlemeye çalışalım. Çünkü çağdaş Rus edebiyatını başlangıç anından itibaren özgün kılan yazarların bu bakış açısı olmuştur. Öncelikle, Rus edebiyatçılarında gördüğümüz genel eğilimleri saptayalım: Rusya’nın tarihiyle ilgilenmeyen ve Rusya’nın geleceği konusunda kaygılanmayan yazar ve şair neredeyse yoktur. Rus halkının manevi değerleri, halk şiirleri, halk masalları, halkın dini algılayış biçimi ve yaşama bakış açısı Rus edebiyat ürünlerinin besin kaynağı olmuştur. Rus edebiyatının bir başka besin kaynağı ise, Batı edebiyatlarının klasikleri ve Alman felsefesidir. Farklılık yazarların algılama ve yorumlama biçimlerindedir. Örnek olarak Gogol (180952), Dostoyevski (182064), Lev Tolstoy (18281910) ve Leskov’u (183195) seçelim. Bu yazarla rın ortak yönü öykü türünde klasik kabul edilen eserler yazmış olmalarıdır. Bunların arasında Leskov’un adı bize yabancı, çünkü o yasaklı bir yazardı. Bu yazarların bir başka ortak özelliği inançlı olmaları ve Rus halkına duydukları derin sevgidir. Aralarındaki farka gelince; Gogol Rus edebiyatının hâlâ gizemli kalmış yazarlarından biridir. Edebiyatı değerlendirme ölçütlerinin tartışıldığı bugünkü ortamda Gogol biyografisiyle, dünya görüşüyle ve eserleriyle yeniden değerlendirilmesi gerektiği düşünülen yazarlardan biridir12. Gösterilen gerekçe, yazarın eserlerindeki doğaüstü karanlık güçlerin bugüne kadar gerektiği şekilde incelenmediği. Oysa bu motif yazarın halk kültürüyle olan en güçlü bağıdır. Gogol yazar kişiliğinin dışında koyu bir dindardır. Gogol’ün yaşamındaki trajediyi inandığı kutsal güç ile eserlerindeki karanlık güçle rin çatışması hazırlamıştır. Gogol’ün eserlerinin en belirgin özelliği Ukrayna kültürünün imge leri ve motifleriyle dolu olmasıdır. Gogol bireylerin manevi kusurlarını yergisel bir tutumla an latır ama bu tutumunu halkı eleştirmek için değil, kusurları ve kötülükleri yok etmek için kul lanır. Dostoyevski’ye gelince… O da Rus edebiyatında hâlâ gizemli kabul edilen yazarlardan bi ridir. Hatta aldığı garip bir ölüm cezasını izleyen Sibirya’da kürek mahkûmiyeti ve sürgünlük dönemi vardır. Sibirya’dan Ölü Bir Evden Hatıralar adlı romanıyla dönmüştür. II. Aleksandr’ın bu eseri okurken ağladığını söylerler13. Onun eserleri yalnızca edebiyatın değil felsefenin de konusudur. Dostoyevski Rus insanının sözcüsüdür. Stefan Zweig onun yarattığı eser kişileri için şöyle der: “Rus olduklarını, binlerce yıldan beri süregelen barbar bir bilinçsizlikten Avrupa uygarlığına atlamış olan bir milletin fertleri olduklarını hatırda tutmadıkça, Dostoyevski’nin kahramanlarını anlamak mümkün değildir.”14 Zweig’ın bir başka konuda daha son derece isabetli bir saptaması vardır. Yapılan çalışmalar da Dostoyevski’yi Rus halkından bağımsız algılamanın olanaksız olduğunu gösteriyor. Rus edebiyat tarihinde Rus insanıyla ve Rus kültürüyle böylesine bütünleşmiş bir başka yazar yoktur. Lev Tolstoy’un sanatına yansıyan en belirgin özelliği, keskin gözlemleri, isabetli saptamaları ve analizlerinin doğruluğudur. Sosyal normları ve manevi değerleri tartışır, analiz eder, doğruyu bulmak için en küçük ayrıntıyı bile dikkate alır. En önemlisi de, Tolstoy’un olduğu yerde güven vardır, Gogol ve Dostoyevski gibi okuru endişelendirmez. Çünkü duygularını eserlerine yansıtmaz. Tolstoy ileri yaşlarında ölüm ve Hıristiyanlık inancıyla ilgili sorunlar yaşar: “Yazık! Yalnızca Tanrının huzurunda yaşamak ne kadar güç, yerin altına gömülmüş ve oradan hiçbir zaman çıkamayacaklarını bilen insanlar gibi yaşamak ne kadar güç! Ve kimse onların nasıl yaşamış olduklarını bilmeyecek! Ama gerekiyor, böyle yaşamak gerekiyor, çünkü yalnızca böyle bir hayata hayat denebilir. Yardım et bana Tanrım!” (Tolstoy, Günlük, Kasım 1900).15 Burada ‘Üç Ölüm’16 adlı öyküsünde ölüm sorununu üç farklı boyutta tartıştığını anımsamak açıklayıcı olacaktır. Tolstoy yalnızca yazar değil, kişilik olarak da ayrıcalıklı bir konuma sahiptir: İnsanlar ona inanırlar. Üstelik onun bu etkisi edebiyatla sınırlı değildir. Dünyanın her bir yanından gelen insanlar onu görebilmek için evinin önünde günlerce beklerler. Yazarlar, onun değerlendirmelerini almayı sanatlarının önemli bir aşaması kabul ederler. Tolstoy, sevdiği kadar da halkı tarafından sevilmiş bir yazar dır. Rus araştırmacılar, gelecekte Leskov’un adının da dünya klasikleri arasına gireceği görü şündeler. Leskov devrime inanmaz, devrim için hazırlanan kuramları temelsiz bulur, üstelik yaşadığı döneme olan inancı da kölelik reformunun ilanından sonra sarsılmıştır. Bu nedenle Rusya’nın geleceğini geçmişinde arar (bu görüşleri onu yasaklı yazarlar sınıfına sokmuştur). Leskov’un öykülerinde dikkat çeken ermiş imgesidir. Bu, Rus kültüründen alınmış bir imge dir. Eserlerinde, halk masallarını, şarkıları, halk kültürüne ait motifleri kullanır. Onda Rusya’nın geçmişine ve Rus kültürünün özgünlüğüne hayranlık vardır. Öykülerinde Shakespeare’in etkisi hissedilir. Sonuç olarak, edebiyat tarihi boyunca Rus yazarlar eserlerinde Rus in sanında olduğuna inandıkları iç güzelliklerini ortaya çıkarma çabasında oldular. Rus okurun yüreğinde de edebiyatın temsilcilerinin hep özel bir yeri vardı. Özellikle XX. yüzyılda Rus okurlarda yazarları ve şairleri yaşamın öğretmeni olarak görme arzusu yüksekti, onlar da buna gönüllüydüler. Postmodernist gelenekle birlikte yazar bu görevinden çekildi. Böylece, Rus edebiyat tarihinde yeni bir yazar ve okur imgesi oluşmaya başladı.

Son yıllarda Rus Edebiyat ve felsefe çevrelerinde yeniden canlanan tartışmanın bir başka boyutunda I. Petro’nun reformları var. Sorunu, I. Petro’nun reformlarını eleştirenler gün demde tutuyorlar: I. Petro’yu Rusya’yı yanlış yola yönlendirmekle suçluyorlar. Sorun ulusal karakterli, ancak edebiyatla ilgili bölümünde yadsınamayacak bir gerçek var: I. Petro’nun reformlarını eleştirenler de dahil olmak üzere, eski Rus edebiyatı ölçütlerinde yazarak oku ra ulaşan yazar yok, en azından kayıtlarda böyle bir bilgiye rastlamıyoruz. ‘Rus edebiyatçıları eski ölçütleri kullanarak dünya okurlarına açılabilir miydi?’ sorusuna olumlu bir yanıt bulmak olanaksız. Üstelik araştırmalar değişikliğin gerçekleştiği dönemde eski Rus edebi yatının statik bir durumda olduğunu gösteriyor.17

Bu noktada edebiyatın ulusal kimliği sorununu bir başka açıdan daha değerlendirmek gerekiyor. Çünkü bugün gelinen noktada Rus edebiyatı Batı edebiyatının ölçütlerini yakalaya bilme sorununu geride bıraktı ve kendi kimliği ve ölçütleriyle ön plana çıkmaya çalışıyor.

Rus edebiyatı 1991 yılından sonra yeni bir evreye girdi ve yapılmakta olan çalışmalar Rus edebiyat tarihinin sayfalarına yeni isimlerin ekleneceğini gösteriyor. Diğer yandan, geçmişte ki yargı ve değerlerin, hatta bilgilerin yeniden gözden geçirilmesi gerektiği görüşünü destekleyen veriler de gün ışığına çıkıyor. Örneğin: Bulgarin’in 1824 yılında yazdığı Gerçek Dışı Bir Masal ya da Dünyanın Merkezine Yolculuk adlı antiütopik eseri gibi. Oysa, antiütopya konu sunun önce Rus, sonra da dünya edebiyatlarına XX. yüzyılda Zamyatin’in Biz (yazılış tarihi 1920) adlı romanıyla girdiğini biliyorduk 18.

Kaynak: Karaca, Birsen, "Rus Edebiyatının Güncel Sorunlarından Biri: Sovyet Döneminde Arşivlere Kapatılan Yazarlar", İmge Öyküler, Sayı 2, İstanbul 2005, s. 112 - 120.