Türkiye Selçukluları ve Anadolu Beyliklerinde Teşkilât

1. Saray Teşkilatı

Saray, Türk tarihinde Uygurlardan itibaren kullanılan bir hükümdar mekanı olarak bilinmektedir. Daha önceki Türk devletlerinde atlı göçebe siyasi teşkilatlanmanın sonucu olarak çok değişen bir siyasi merkez geleneği vardı. Türklerin yerleşik hayata geçmeleri saray geleneğinin başlamasıyla doğrudan alakalıdır.

Selçuklu hükümdarları başkent olarak seçtikleri şehirlere "daru'l-memleke,"1 "dergah" veya "bargah" adı verilen saraylar yaptırırlardı. Konya'da Kılıçarslan Sarayı ve Beyşehir yakınlarında Kubadabad Sarayı ve Kayseri'deki Keykubadiye bugün bildiğimiz saraylardır. Selçuklu sultanları saraylarda kadınları, kızlarıyla birlikte ve hizmetçileriyle muhafızlarının ihtimamı altında yaşarlardı.

Selçuklu hükümdarları Abbasi halifesi, Bizans, Gürcü, Gazneli ve Karahanlı hanedanlarından kız almışlar, buna mukabil Abbasi halifesine, Suriye Atabeyine, Danişmendoğlu'na, Hısn-ı Keyfa hakimi, Gazne ve Karahanlı sultanlarına kız vermişlerdir. Yine IV. Kılıçarslan kızını gayrimüslim İlhanlı Hükümdarı Abaka Han'ın oğlu Argun'a vermiştir.

Selçuklularda hükümdarın oğluna "melik" denmekteydi. Büyük Selçuklularda Melik küçük yaşlarda bir eyalete tayin edilirdi. Yanlarına vilayeti idare etmek üzere bilgili ve tecrübeli devlet adamları verilirdi. Selçuklularda bu kişiye "Atabeg" dendiği görülmektedir. Osmanlı'da ise "Lala" denmiştir.

Selçuklularda Melikler bulundukları yerlerin hükümdarı idiler. Öldükleri zaman yerlerine oğulları geçerdi. Melikler içişlerinde diledikleri gibi hareket ederler, dışişlerinde ise Büyük Sultana tabi idiler. Kirman, Suriye ve Irak Selçukluları bu nitelikte idiler.

Anadolu Selçuklularında melik tayini olmuş, fakat onların bir hükümdar gibi davranmalarına izin verilmemiştir. Özellikle I. Alaeddin Keykubat melik ve valilerin yetkilerini azaltmış, memleketi tek elden idare etmeye çalışmıştır. Veliahd ise başkente yakın bir eyaletin valiliğine getirilirdi.

Selçuklu sultanları Melikşah'a kadar debdebe ve gösterişten uzak, sade bir hayat sürdüler. Melikşah Dönemi'nden itibaren devletin şevketi artmış ve bir imparatorluk görünümüne kavuşmuştu. Hükümdar yüksek dereceli memurlarla tantanalı bir hayat sürmeye başladı. Anadolu Selçukluları zamanında ise hükümdara hizmet eden saray görevlileri ve yüksek dereceli memurların sayısı daha da arttı.
Saray görevlilerinin tamamı memluklar arasından seçilirdi. Bunlar hususi şartlarda yetiştirilir, iyi ata biner, iyi silah kullanır ve ok atmayı mükemmel surette yaparlardı. Bu kölelerin başına hükümdarın çok güvendiği kişiler getirilirdi. Bazı durumlarda bu emirlerin hükümdar tarafından hassa ordusu komutanlığına da tayin edildikleri görülmüştür. Harezmşahlar sülalesinin müessisi Emir Anuştekin bir memluk idi ve sarayda taştdar idi. Emir Savtekin Serhenk, Halep Valisi Aksungur ise hacip idi. Bozan da memluk askerindendi.
Hükümdar ve sarayın hizmetinde çalışan görevliler şunlardı:

Hacibü'l-Hüccab (Ağacı): Karahanlılarda Ulu Hacib (Buyruk) denmekte idi.2 Selçuklularda vezir ve divan üyeleri ile sultan arasındaki yazışmaları, konuşma ve buluşmaları temin eden aracılara hacib bunların başına da Hacibü'l-Hüccab denirdi. Hacibü'l-Hüccab Osmanlı'daki mabeynci başına ve bugünkü Cumhurbaşkanlığı genel sekreterine benzetilebilir. Saray görevlilerinin en büyüğü sayılırdı. Sarayda sultandan sonra en yetkili kişiydi. Devlet idaresinde vezirden sonra gelirlerdi. Anadolu Selçuklularında eski önemlerini kaybetmişlerdir. Hacibler Türk memluklar arasından seçilir ve bir süre eğitimden sonra bu göreve gelirlerdi.3

Hacibü'l-Hüccablar dışarıdaki görevlere de tayin edilirlerdi. Valilik ve ordu kumandanlığı yapanları vardır. Büyük Selçuklularda Haciblerin başına "Hacib-i Buzurg", "Hacib-i Kebir", "Emir Hacib" dendiği de olmuştur. Anadolu Selçuklularında ise "Melikü'l-Hacib", "Emir Hacib" denmekteydi.4

Candarlar: Büyük Selçuklularda sarayı koruyan askerlere candar bunların başında bulunanlara da emir-i candar denirdi. Anadolu Selçuklularında da aynı vazifeyi yapan saray görevlileri vardı. Candarlar arasından atabeyliğe kadar yükselenleri ve yüksek görevlere gelenleri olmuştur. Candarlar divanın da muhafazasını sağlarlardı. Hükümdarın idam emirlerini candarlar uygulardı. Ama asıl vazifeleri sultanın ve sarayın güvenliği idi.5

Emir-i Alem: Sancak yada bayrağı taşıyan ve koruyan kişi olup, özellikle savaşlarda çok önemli bir fonksiyonları vardı. Öyle ki, sancağı tutan kişi güçlü olmalı askerlerin gözünden kaybolmamalıydı.6

Şarabdar-ı Has: Hükümdarın meşrubatını hazırlar ve korurdu. Emrinde hademe ve sakiler vardı. İçilecek içkiler sarayın kilerinde korunurdu. Saray kilerine kilerci bakardı. Sarayda şarabın saklandığı yere de "şarabhane" denirdi. Diğer Türk-İslam devletlerinde benzer kurumlar görev yapmaktaydı.7

Taştdar (Abdar): Taşt "leğen" yada ona benzer bir su kabıdır. Taştdarlar hükümdarın elini yüzünü yıkamasına yarayan bu kabı tutardı. Suyunu hazırlar ve bu leğen ile ibrikleri muhafaza ederdi.8

Serhenk veya Çavuş (Durbaş): Törenlerde hükümdarın önünden gider ve yol açarlardı. Günümüzde dahi orduda ve halkımız arasında önden giden ve yol gösterip örnek olan kişilere çavuş denmektedir. Çavuşların ellerinde değnekler ve bellerinde de kıymetli taşlarla süslü kemerler vardı. Halktan şikayeti olanlarla ilk muhatap olanlar bu çavuşlardı. Divan yazışmalarının bir yere götürülmesinde çavuşlardan yararlanılırdı. Törenlerde tebaya "savulun, uzak durun" diye bağırırlardı.9

Camedar: Saray içerisinde sultanın elbisesini belli bir mahfaza yerinde tutardı. Sefer sırasında da hükümdarın elbiselerinin yıkanması ve düzenlenmesi işlerine nezaret ederdi.10

Emir-i Ahur (İlbaşı): Mirahur yada imrahor dendiği de olmuştur. Hükümdarın sarayında bulunan atlara bakan seyislerin ve hademelerin başına Emir-i Ahur denilirdi. Anadolu Selçukluları Haçlılar zamanında ahır kontu anlamına gelen "Kont istabl" da demişlerdir.11 Emir-i ahur merasimlerde hükümdarın atını dizginlerinden çekerlerdi. Diğer saray görevlilerine nispetle ufak bir memuriyet sayılırdı.12
Silahdarlar: Hükümdarın silahlarını korurlar ve merasimlerde taşırlardı. Başlarında emir-i silahdar bulunurdu.13

Vekil-i Has: Mutbak, Şarabhane, gulam vesair görevlilerinin nazırı idi. Saray içerisinde bulundurulması Nizamülmük'ün tavsiye ettiği görevlilerdendir.14

Nedimler veya Musahipler: Sarayda devrin seçkin bilgin ve şairlerini bulunduran Selçuklu sultanları onların ilminden ve sohbetlerinden zevk alırlardı. Hükümdar bu şekilde ilmi seviyenin en zirve bilgilerini saraydan halka dağıtırdı. Sarayda sultanı eğlendiren cüceler, soytarılar, hasekiler, vuşaklar, dilsizler ve müzisyenler de bulunmaktaydı.15

Emir-i Hares: Ceza infaz emiri olup, kösleri, alemleri ve nevbetleri olurdu. Hacibten sonra sarayda en yetkili görevli idi. Yasacının 20'si altın, 20'si gümüş asalı 40 hademesi vardı.16

Emir-i Dad: Bizzat hükümdarın yetkisini de kullanabilen adalet mevkii idi. Hacibu'l-Hüccablar bazan bu görevi geçici olarak üstlenirlerdi. Vezir de denen bir görevdi. Selçuklu'da bu müessesenin devletin kuruluşundan itibaren bulunduğu bilinmektedir.17

Emir-i Devat: Emir-i devatlık bir nevi divan katipliği olup diviti taşıyan, muhafaza eden ve gizli evrakı yazıp hıfz eden kişilerin başında bulunana verilen isimdi. Devattar da denirdi. Sultanın ve vezirin devattarı olduğu gibi divanın da ayrıca devattarı bulunurdu.18
Emir-i Çaşnıgir: Hükümdarın sofrasına nezaret ederdi. Sofracı veya garson denilebilecek türden işlerden sorumlu olup hükümdarın yemeklerini öncelikle çaşnıgirlerin başı Emir-i Çaşnıgir tadardı. Bu bakımdan çok güvenilir kişiler arasından seçilirlerdi. Sultanın hayatı bir noktada onun elindeydi. Nitekim Anadolu Selçuklularında II. Gıyaseddin Keyhüsrev Emir-i Çaşnıgir Nasreddin Ali'yi kandırarak babası I. Alaeddin Keykubad'ı zehirletmiştir. Emir-i Çaşnıgir'in Sultan Keykubad'ın atının dizginini çektiği de İbn Bibi'nin kayıtlarında göze çarpmaktadır.19 Karahanlılarda aşçıbaşı vazifesini Hansalar üstlenmekteydi.20

Emir-i Meclis: Sultanın özel "bezm" meclislerinde hizmet yapan görevlilerin başında bulunurdu. Bezmlere yüksek devlet erkanı ve hükümdara yakın kişiler katılırdı. Çok önemli devlet işleri bu mecliste görüşülürdü. Bezm meclisleri "bezmhane" adı verilen yerde toplanırdı. Sultanla görüşmeye gelenlere aracılık ederek bir nevi teşrifatçılık görevi de yaparlardı.21

Emir-i Şikar: Şikar "av" demektir. Hükümdarın av köpeklerini ve kuşlarını yetiştirenlerin reisine emir-i şikar denirdi. Bu kişiler hükümdarla birlikte ava giderler, av işlerini bizzat organize ederlerdi. Bir nevi spor faaliyeti organize edenlere benzer bir görevleri vardı.22

Üstadu'd-Dar: Öncelikle saraya ait masraflarla ilgilenirdi. Yine hükümdarın alışveriş işleriyle ilgilenir, her türlü evkaf işlerine bakar ve kontrol ederdi.23

Emir-i Mahfil: Çeşitli merasimlerde ve Cuma resmi kabullerinde hükümdara teşrifatçılık yapardı. Bu teşrifat sırasında bol yenli özel bir elbise giyer ve büyük bir sarık takardı. Merasimden sonra hükümdara yönelik klişe bir dua veya telkin cümlesi söylerdi.24
Havayic Salar: Saray aşçısı olup yemekler bunun nezaretinde pişerdi. Bütün saray mutfağı ve kilerindeki görevliler buna bağlıydı. Kilerle beraber saray mutfağının tamamına havayichane denirdi.25

Selçuklu hükümdarı ve saray müessesesi Türk tarihi içerisinde önemli bir halkayı teşkil etmektedir. birçok özelliği ile devrinin muntazam devlet sistemi görünümüne sahip bir yapıdadır. 2. Hükümdar Türk devletlerinde hükümdarın karizmatik bir kişiliği vardı. Bu hükümdarı normal bir kişiden farklı kılıyordu. Öyleki karizma demek hükümdarın "kut" sahibi olması ve "Tengride kutbulmuş" olması demekti.26 "kutlug-tegin, kutlug şad" gibi hükümdarın unvanları vardı.27

Hükümdar Gök Tanrı tarafından bahşedilen hükümdarlığı oğullarına miras yoluyla (bi'l-ırs ve'l-istihlak) bırakırdı. Bu niteliklerin hükümdarın soyundan gelenlerde de olması beklenirdi. Hükümdarın erkek çocuklarının hepsi tahta geçmek hakkına sahipti. Fakat birden fazla varis olunca, bunlar birbirleriyle mücadele etmek zorunda kalmışlar ve halk sonunda kazanana tabi olmuştur.

Türk devlet geleneğinde hükümdarın nasıl olduğunu ve tebası ile ilişkilerinin nasıl olması gerektiğini dile getiren birçok kaynak eser mevcuttur. Mitolojik kaynaklardan başlayarak Tanrı Ülgen'in Oğuz Han'a görev vermesi olayıyla Türk tarihinde çok önemli yeri olan ilk yazılı kaynak "Orhun Abideleri"ndeki bahisler, sonraki devirlerde Kutadgu Bilig, Siyasetname gibi kitaplar, İbn Bibi Selçuknamesi, daha başka önceki ve sonraki eserlerde hükümdarda görülmesi istenen yönetim anlayışı şu temelde özetlenmiştir:28

⦁ Hükümdar teb'asının karnını doyuracak, sırtını giydirecektir. Yani ekonomiyi güçlü tutacak, halkı zengin kılacaktır. Paranın ayarını korumakla yükümlüdür.

⦁ Hükümdar teb'anın güvenlik ve korumasını sağlayacak, zorbalığa izin vermemelidir.

⦁ Hükümdar teb'asına adaletle hükmetmelidir.

Teb'anın da hükümdara karşı vazifeleri vardır. Hükümdar hükümdarlığın gereklerini yerine getirdiği müddetçe halk da bu görevini yapmak zorundadır:

⦁ Teb'a hükümdara itaat etmelidir.
⦁ Teb'a hükümdarın dostuna dost düşmanına düşman olmalıdır.
⦁ Teb'a vergisini vermelidir.
⦁ Teb'a askerlik görevini yerine getirmelidir.

Görüldüğü üzere Türk hükümdarı bir baba gibi halkını gözetmekle sorumlu, halk da bir evlat gibi babasına itaatla ve destekle yükümlüdür.29 Halil İnalcık'a göre30 Türk egemenliği büyük oranda patrimonyaldir. Bunun yanında patriarkallık özelliğini de vurgulamak gerekir. Türk hükümdarı atadan aldıklarını sürdürmekle beraber, bizatihi kanun yapma selahiyetine sahibtir. Yani egemenlik inkişaf eden bir yapı şeklinde Türk devletlerinde tevarüs etmektedir.

Selçuklu hükümdarları da kendi aralarında savaşarak tahtı elde edebilmişlerdir. Bunun nedeni belli bir veraset usulünün getirilmemesi ve herkesin eşit hak sahibi olmasıydı. Genellikle tahta hükümdarın büyük oğlu geçerdi. Primagenetura veya seniaratus yöntemi Türkler arasında alışılmamış bir durumdu.31 Sağken veliaht tayin etme adeti Selçuklu hükümdarlarının yaptığı bir uygulamaydı. Hükümdar devlet erkanından kendisinin ölümünden sonra seçtiği oğluna tabi olacaklarına dair söz alırdı. Fakat hükümdar ölünce hanedanın diğer erkekleri buna karşı çıkarlar ve kanlı mücadeleler meydana gelirdi. Bu kanlı mücadelelerde şehzadelerin yay kirişi ile boğularak öldürülmesi adeti vardı. Kanın dökülmesi uğursuzluk ve fenalıklara sebep olacağı düşüncesiyle azami itina gösterilirdi.32 Büyük Selçuklular, Türkiye Selçukluları ve Osmanlılar döneminde XVI. yüzyıla kadar bu uygulama devam etmiştir.
Selçuklu hükümdarlarının Hakan,33 Yabgu, Kağan, Han gibi eski Türk unvanlarını zamanla bırakarak "Sultan" unvanını kullandıklarını görmekteyiz. Üstelik Selçuklu sultanlarının kullandığı bu unvan İmparator kelimesini karşılamakla birlikte Bizans ve Çin hükümdarlarının sahip olduğu manada mutlak bir hakimiyeti ifade etmiyordu.34 Öyle ki, hükümdar devlet içerisinde meliklere ve emirlere göre bir derece üstün sayılıyordu. Büyük Sultan'ı diğerlerinden ayırmak için "Sultanu'l-A'zam" deniyordu.35

Hükümdarın Unvan ve Lakapları

Selçuklu sultanları "Rükneddin, Şahenşah, Sultanu'l-Muazzam, Sultanü'l-Mağrib ve'l-Maşrık, Kasım-ı Emirü'l-Mü'minin, Sultanu'l-Alem, Sultan-ı Galip, Sultan-ı Kaahır, Zıllullah fi'l-Arz" gibi unvan ve lakapları kullanmaktaydılar.36 Türkiye Selçuklu sultanları ise I. Gıyaseddin Keyhüsrev'den itibaren adeta bir hakimiyet mefkuresini canlandırma peşine düştüler. Sultanlar destani eski İran şahlarının unvanı olan "Keyhüsrev", "Keykavus" unvanlarını kullanmaya başladılar. Diyar-ı Rum'da Kayser-i Rum'un yerine geçtiğini ve Anadolu'nun hakimi olma iddiasını dile getiren bu unvanın kullanılmaya başlamasından sonra Türkiye Selçuklularında İran tesirlerinin arttığını görüyoruz. Bundan sonra Türkiye Selçuklu sultanları "Sultanu'l-Arabi ve'l-Acem" (Arap ve Acem halklarının sultanı) unvanını rahatça kullandılar. Diğer taraftan denizlerde de müessir duruma gelen Türkiye Selçuklu sultanının "Sultanu'l-bahreyn" (iki denizin sultanı) unvanını kullanmaya başladıklarını görmekteyiz. Sultan siyasi gelişmelere göre unvanlarını artırmıştır. "Sultanu'r-Rumi ve'l-Acem", "Sultanu'r-Rumi ve'l-Ermeni ve'l-Efrenc" (Rum, Ermeni ve Haçlıların Sultanı) gibi unvanlar bunlara örnektir.37

Selçukluların siyasi hayata çıkışlarından itibaren halife ile sultanın İslam dünyasının yönetiminde görev paylaşımında bulunduklarını görmekteyiz. Sultan dünya işlerinden sorumlu halife ise din işlerinden sorumluydu. Halife siyasi olarak sultana tabi idi. Böylece Selçuklu sultanları "Kasım Emirü'l-Müminin" olmuşlardır.38 Selçuklu sultanından destek ve koruyuculuk alarak yaşantılarını ve etkisini sürdüren halife, aynı zamanda sultan için bir nüfuz kaynağı olmaktaydı.

Selçuklu hükümdarı ölünce, halka duyulmadan önce devlet ileri gelenleri yeni sultana bağlılıklarını sunarlardı (biat)). Culus merasimi de eski hükümdarın ölümü halka duyurulmadan önce yapılırdı. Ölen hükümdar için üç gün yas tutulurdu. Sultanın ölümünde kusurları olan bulunursa onlar hapis, sürgün veya idam edilirlerdi. Bunların saç ve sakalları kesilmek suretiyle halka teşhir edilirlerdi.

Selçuklu hükümdarı tahta geçer geçmez halifeye hediyeler ve elçiler göndererek hakimiyetlerinin tasdikini isterlerdi. Halife de menşur, hil'at (elbise), asa, çetr (saltanat şemsiyesi), alem (sancak, bayrak), sarık..vb. gibi hediyeler yollar, hükümdarlığı tasdik ederdi. Hükümdarlar hutbelerde halifenin adını kendi adlarından önce okutturur ve para bastırdıkları zaman halifenin adını kendi isimleri üzerine yazarlardı. Selçuklu sultanının tahta geçişini komşu devlet sultanları, tabi melik ve emirler culus sırasında orada bulunarak tebrik ederlerdi. Halifeler birçok defasında melik ve emirlerle mektuplaşarak Selçuklu sultanına karşı isyana teşviklerde bulunmaktaydılar.

Hükümdarlık Alametleri
Hil'at (Tıraz): Hükümdara halife tarafından verilen özel bir giysi olup hükümdar resmi kabullerde bu elbisesini giyerdi. Elbise üzerinde lakap ve unvanlar bulunmaktaydı. Bu tür bir elbise hükümdarı diğer devlet erkanından ayıracak bir renge ve şekle sahipti. Genelde menşurla birlikte halifelerin hil'âti de gönderdikleri bilinmektedir.39

Hutbe: Tahta geçen yeni sultan hakim olduğu ülkelerde hutbeler vasıtasıyla hakimiyetini duyurur ve her Cuma bu durum devam ederdi. Sultanın adı halifeden sonra okunurdu. Herhangi bir başka kişinin hutbe okutması demek isyan anlamına gelirdi. Bu durumda o kişi sultan ile savaş durumu dahil her türlü mücadeleyi göze almış olması gerekirdi.40

Para Kesmek (Sıkke): Selçuklu sultanları tahta geçince adlarını paralarda yazdırarak hakimiyet tescili yaparlardı. Hükümdar tahtında bulunduğu müddetce bu paralar kullanılırdı. Hutbede olduğu gibi başka birinin kendi adına para bastırması isyan olarak telakki edilirdi. Selçuklu hükümdarlarının paraları üzerinde halifenin adı, kendi adı ve unvanı yer almaktadır. Ayrıca figürleri de para üzerinde bulunmaktaydı. Bu durum İslamiyet'e bağlılıklarıyla bilinen Selçuklu sultanlarının bu durumu bir formalite olarak görmeleri ve Sasani parasının tesiriyle izah edilebilir. Son dönem Selçuklu paraları üzerinde bu figürlere rastlanmaması Selçukluların İslamiyet'e bağlılıklarının başlangıçta daha yüzeysel olduğunu göstermektedir.41 Türkiye Selçuklu hükümdarlarının "Sultan" unvanını kullanarak para bastırdıkları anlaşılmaktadır. Sultan I. Mesud'dan itibaren hemen bütün hükümdarlara ait para örnekleri İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir. Sultanların yanı sıra meliklerin de kendi adlarına para kestirdikleri örneklerden anlaşılmaktadır.42

Taç: Taç giyme tarih boyunca en yaygın hükümdarlık alameti olarak kullanılmıştır. Batı'da Bizans ve Roma Germen İmparatorları taç giymeye büyük ehemmiyet verirler ve yeni hükümdar olan birine taç giyme merasimi yapılırdı. Türk tarihinde ise Selçuklu hükümdarı tahta çıkar ve culus ederdi. "Culus merasimi", Osmanlı döneminde daha da görkemli bir hale gelmiştir43.

Taht: Tahtadan imal edilen yüksekçe bir yere vazedilmiş, kürsü şeklindeki hakimiyet alametidir. Taht, Doğu hükümdarlarında sahip olunan makamın ifadesi olarak kullanılmaktadır. Taht sahibi olmak hükümdar olmak demektir. Bu manada Selçuklu sultanı için taht önemli bir alamettir.44

Çetr: Atlastan veya altın işlemeli kadifeden yapılmış bir şemsiyedir. Sultanın başı üzerinde tutulan çetr Sasani hükümdarlarında da görülen bir alametti. Savaş sırasında askerler sultanın başı üzerinde tutulan çetrin yıkılıp yıkılmadığına büyük ehemmiyet verirlerdi. Çetrin düşmesi veya esir alınması savaşın kaybedildiğini gösterirdi. Çetri tutana "çetrci" denirdi ve hükümdarın arka tarafında at üzerinde dururdu. Hükümdar yürürken o da yaya veya atla şemsiyesini tutardı. Çetrin üzerinde ok ve yaydan ibaret bir arma nakşı bulunuyordu ki bu işaret kınık boyunun alametiydi.45

Nevbet: Hükümdarlık alametlerinden olan nevbetin eski Türk devletlerinde de bulunduğu bilinmektedir. Nevbet takımında kös, tabl46, zurna, nakkare (kudüm) ve nefir (boru) bulunuyordu. Bunların günde 5 vakit sarayın önünde çalınması gelenekti. Tabi devlet hükümdarları ise büyük sultanın izniyle günde 3 vakit nevbet çaldırabilirlerdi. Hükümdardan izinsiz nevbet çaldırmak isyan anlamına gelirdi. Nevbet daha sonra da gelişerek devam etmiş, Osmanlılarda bando şekline dönüşmüştür.47

Alem (Sancak, Bayrak): Hükümdarlık alametlerinden biri de sancak veya bayrak da denen alemdi. Selçuklu hükümdarının hakimiyet alameti olarak iki türlü sancak olduğu görünmektedir.

Bunlardan biri Abbasi halifesinin menşurla gönderdiği siyah renkli bir sancaktı. Diğeri ise ru'yet-i saltanat (saltanat bayrağı veya sancağ-ı humayun) olup rengi sarı idi.48 Hükümdarın sancağı bir şehir fethedilince şehir kalesine dikilirdi. Böylece şehrin veya kalenin düştüğü tescil edilmiş olurdu. Yine bayrak savaş sırasında alemdarın elinde tutulur ve bayrağın düşmesi bozguna sebebiyet verebilirdi.49
Saltanat Sarığı: Hükümdarın özel sarık şekli idi. Buna göre hükümdar daha gösterişli renklerde ve daha büyük bir sarık kullanırdı. Hükümdar sarığının sarım şekli de farklı bir görüntüde olup diğerlerinden kolaylıkla ayırt edilebilecek tarzda idi.50

Saltanat Çadırı: Hükümdarın otağı olup, sarayda özel bir bölmede muhafaza edilirdi. Sefere karar verildiğinde bu çadır seferin yapılacağı yöne kurulur ve herkes seferin istikametini bu şekilde öğrenirdi. Savaş sırasında hükümdarın karargahı olarak bu çadırlar kullanılırdı. Bu çadırların içinde birçok oda ve hükümdarın her türlü ihtiyacı için bölümler vardı.51

Tuğ (Asa): At kıllarıyla süslenmiş bir asa idi. Tuğ dikme yoluyla han seçme usulü Orta Asya kökenli bir hakimiyet sembolü idi. Eski Türkler dokuz tuğ dikerlerken Osmanlı ve Avrupa Türkleri yedi tuğ dikmişlerdir. Her halukarda tuğ, devleti temsil etmekte ve mukaddes olarak telakki edilmekteydi. Saltanat alameti olarak hükümdarın asası altın idi. Diğer devlet erkanı da gümüş bastonlar kullanmaktaydılar.52

Tuğra (Tevki): Bir nevi sultanın imzası olup divanda yazılan menşur, ferman, hüküm, misal gibi belgeler üzerine tuğracı tarafından çekilirdi. Tuğra daha sonra da kullanılmaya devam etmiş Osmanlı padişahlarında tekemmül etmiştir.53

Sorguç: Selçuklulardan önceki Türk devletlerinde kullanılan tuğ ve sorguç bu geleneğin devam etmesiyle Osmanlıya kadar gelmiştir. Sorguç hükümdarın kavuğunun ön kısmından yukarı doğru uzanan genelde tavus kuşu tüyünden yapılan bir başlık unsuru idi. Sorguçlar çeşitli şekillerde olabilirdi. Beyaz ve siyah tüyden, balıkçıl tüyünden ve kıymetli taşlardan da yapılırdı. Özellikle son dönemlerde kıymetli madenlerden yapıldığı görülmekteydi. Sorgucun lale, topuz, yuvarlak ve armut şeklinde olanları vardı.54

Görüldüğü üzere Selçuklu sultanı birçok yönüyle diğer devlet erkanından farklı bir görünüme sahipti. Bazı araştırmacılar hükümdarlık alameti olarak payitaht ve sarayı da saymaktadırlar.55

3. Hükümet (Divan) Teşkilatı ve Vezaret

Vezir

Aslen Farsça olup, Pehlevi dilinde "vizir" şekliyle önce Arapçaya daha sonra tekrar Farsçaya geçmiştir. "Vezaret" kelimesi "yük yüklenen", "ceremeyi kaldıran", "yardım eden", "bakan", "yardımcı" anlamlarına gelmektedir.56 Araplar ve Farslar İslamiyet'ten önce bu kelimeyi biliyorlardı. Kelime kökeni itibariyle İbranice sayılabilir.

İslamiyet döneminde ilk defa Hz. Ebubekir'e "Veziru'n-Nebi" tabiri kullanılmıştır. Hz. Ömer, Osman, Ali kendilerinden önceki halifeye yardımcı olarak vezirlik anlamına gelecek görevler yapmışlardır.57

Emeviler zamanında Muaviye ilk defa Ziyad b. Ebihi'ye vezir unvanı vermiştir. Fakat vezirlik ancak Abbasiler zamanında müesseseleşmiştir. Vezirlik mansıbı ilk olarak Abbasilerde Ebu Selemetü'l-Hilal'e tevdi edilmiştir. Abbasi vezirleri genellikle Fars kökenliydi. Abbasilerde vezirlerin ekseriyetle Fars menşeli olmalarının nedeni yerli halkla intibak etmiş şahıslar olmalarıdır. Vezir olacak kişilerin idari teşkilat içerisinden gelmiş, küttap sınıfından ve evlad-ı vezirin zümresinden olmasına dikkat edilirdi. Vezirler, Müslüman, hukuki bilgi ve tecrübeye sahip, mali mevzuları bilen biri olurdu.58
Hükümet, Divan: Orta Asya'da Ayuki denilen hükümet mekanizması vazifesini üstlenmiş bir teşkilatın varlığını Orhun Abidelerinden Tonyukuk bahsinde öğrenmekteyiz. Ayuki üyelerine "buyruk" denilmekteydi. Ayuki 9 kişilik bir meclis hüviyetinde olup "Kurultay" ile benzerlikler arzetmektedir. Ayukilerden sorumlu kişi Ayguçi (vezir) idi. Özellikle Göktürklerden itibaren Ayguçilerin önem kazandıklarını görmekteyiz.59

Vezir: Orta Asya'da bir nevi vezirlik makamı ihtiva eden görevli Ayguçi idi. Bu doğrultuda vezirlik kurumunun Orta Asya Türk devlet teşkilatına dayanan bir yönü olduğu söylenebilir. Ayguçi kelimesi Çincede "Yüksek memur ve nazır" anlamında kullanılmaktadır. Göktürk Devleti'nde ayguçiler hükümdardan sonra gelen meziyetli kişilerdi. Tonyukuk, Bilge Kağan'ın ayguçisi idi. Uygurlarda ayguçilerin sayısı arttığında baş ayguçiye "Uluğ Ayguçi" denmeye başlandı. Uluğ Ayguçi bir nevi müşavir veya yüksek memurluk statüsünde olup, devletle ilgili meseleleri kağana arz eder ve işleri kağanın dediği şekilde tatbik ederdi. Mesuliyetleri çok büyük olup, devletin içerisinde yürütme organının en faal kişisi görünümündeydiler. Görüldüğü üzere "ayguçilik" İslamiyet öncesi Türk devletlerinde vezirliği karşılayan bir görev olarak bulunmaktaydı.60

Divan-ı Lugagiti't-Türk'te vezir kelimesi karşılığı olarak "Yuğruş" kullanılmaktadır. Kutadgu Bilig'e göre vezir "unvan, tuğ, davul, mühür, hil'at, at, koşum ve zırh" gibi alametlerden birkaçını hükümdardan alarak göreve tayin olunmuş olur. Karahanlılarda "Yuğruş" adıyla anılan vezir devlet idaresinde hükümdardan sonra gelir ve Divan-ı A'la'ya başkanlık ederdi.61 Gaznelilerde vezir bir kontrat ile belirlenen esaslar çerçevesinde hükümdarla işlerini yapmaktaydı. Selçuklularda vezirlik ilk defa Sultan Tuğrul Bey tarafından tesis edildi. Tuğrul Bey Ebu'l-Kasım Buzgani'yi kendisine vezir olarak tayin etmişti.

Selçuklu vezirlerinin diplomatik vesaikin hazırlanmasını iyi bilmeleri ve mali mevzulara hakim olmaları gerekirdi. Bu münasebetle vezirler umumiyetle divan-ı inşa ve divan-ı istifa'da vazife almış kimselerdi. Ayrıca vezir tayin edilecek kişi tecrübesinin yanında sultana bağlılığı ve zenginliği ile temayüz etmiş biri olmaktaydı. Hükümdarın vekili olarak vezir, hükümdarın bulunmadığı veya katılamadığı toplantılarda duruma vaziyyet ederdi.

Devamlı hükümdarın yanında bulunan vezir, hükümdarla sefere çıkar hatta sultandan ayrı ordu bulundurabilir ve orduyu sefere gönderebilirdi. Anlaşılıyor ki, Büyük Selçuklu veziri geniş selahiyetlere sahip biridir ve hükümdara en yakın şahıstır. Nitekim kudretli vezirler ferman çıkarabilmekte ve birçok bakımdan sultana çok yakın bir siyasi mevkie ulaşmış bulunmaktaydılar.

Selçuklu Veziri Divan-ı A'la'ya başkanlık eder, şikayetleri dinler ve tahkikat yaptırarak ceza verir, hil'at tevdi' eder, imar ve eğitim faaliyetlerinde bulunurdu. Bazı durumlarda vezir görevinden alınarak bir başka göreve tayin edilebilir veya suçluysa sultanın başkanlık ettiği mahkemeye çıkarılarak yargılanırdı. Büyük Selçuklularda, Vezir Sa'du'l-Mülk, Batını olduğu iddiasıyla tutuklanarak yargılandı ve idam edildi. Görülüyor ki, vezir vazifesini yerine getirip getirmediğinden dolayı sultana hesap vermektedir.62
Selçuklu veziri sultanın tahta çıkışında ve her türlü hizmetinde yanındadır. Bir gün Amidü'l-Mülk Kündüri'nin Tuğrul Bey'e "Ben senin en muti' bir hadiminim" demesi vezirlerin sultanın hadimi olmalarının güzel bir ifadesidir. Sultanın huzuruna protokol sırasında ilk gelendir. Özel kabul edildiği de olur. Sultanın huzurunda yeri öpen vezir, sultanın sohbetlerinde bulunur, av merasimlerine katılırdı. Vezirin bulunmadığı ve katılamadığı durumlarda vezirden sonra en yüksek makam sahibi olan sahib-i divan-ı tuğra vezire vekalet ederdi.63

Vezirin birtakım alametleri ve lakapları bulunmaktaydı. Hil'at-ı vezaret, mühür-yüzük, altın divit, kılıç, sarık, nevbet, mender ve çetr vezirlik alametleriydi. "Sadru'l-İslam ve'l-Müslimin, Kıvamu'l-Mülk ve'l-Mille safi el-iman ve Mecdu'l-enam, Seyyidü'l-vüzera fi'l-alemin, hace-i buzurg.. " gibi vezirin birçok unvanı vardı. Vezirin meskenine daru'l-vezare veya dergah-ı vezaret denildiğini kaynaklarımızdan öğreniyoruz. Vezir bu meskeninde "minder (dest)" üzerinde oturur ve misafirlerini karşılardı.64 İlim adamlarının gelişinde ayağa kalkar ve devletin ilme ve ilim adamına verdiği değeri gösterirdi. Reayanın şikayet ve dileklerini dergahın hacibi vezire iletirdi. Vezirin kendi meskeninde haremi bulunmaktaydı. Selçuklu vezirinin geliri devlet gelirinden hissesine düşen pay, ikta geliri, ganimet geliri ve maaşından oluşmaktaydı. Vezirin görev süresi sultanın onu azliyle veya vezirin ölmesiyle son bulurdu.

Harezmşahlar Devleti'nde de vezirin Selçuklulardaki vezire benzer özellikler taşıdığını görmekteyiz. Vezir Divan-ı A'la'ya başkanlık eder, memur tayin ve azleder, devlet dairelerini teftiş, ikta tevcihi gibi işlere bakardı. Saraya ait ödeme evrakını müstevfi, müşrif, nazır ve arız ile birlikte imzalardı. Bu şekilde rüşvet ve suistimalin önüne geçilmeye çalışılırdı. Hükümdarla vezirin görüşü ters düştüğünde hükümdarın görüşü kabul edilir ve vezir para cezası öderdi. Harezmşah vezirlerinin vezaret mührü ve altın diviti onların memuriyet alametleri idi.65

Türkiye Selçuklu vezareti Abbasi, İslamiyet öncesi Ayguçilik, Büyük Selçuklu ve nihayet Harezmşahlar vezareti çizgisinde teşekkül etmiş, olgunlaşmış, emsallerine göre daha mükemmel bir kurum haline gelmişti. Ayrıca çağın değerleri ve şartlarına göre zamanla çok özellikli bir hal almıştı.

Türkiye Selçuklularında vezir tayininde üç güç etkili olmaktaydı.

1. Selçuklu soyundan gelen sultan: Kösedağ Savaşı'na kadar olan dönemde vezir tayini sultanın mutlak tasarrufunda bulunmaktaydı.

2. Kösedağ Savaşı'ndan sonra ülkenin içine düştüğü zaaftan dolayı idareyi ele geçiren şahsiyetler: Celaleddin Karatayi ve Pervane Müinüddin Süleyman gibi.

3. İlhanlı Devleti: 1285'te Sahib Fahreddin Ali'nin ölümünden sonra İlhanlılar Fahreddin Kazvini'yi Türkiye Selçuklu vezirliğine tayin ettiler. Bundan sonra Türkiye Selçuklu vezirleri devamlı Moğollar eliyle tayin olmuşlardır.

Türkiye Selçuklu Vezirinin Görev ve Yetkileri

Türkiye Selçuklu veziri kendisini göreve getiren şahsa karşı sorumlu idi. Yabancı devlet vezirine elçi gönderebilir ve elçi kabul edebilirdi. Fakat vezirin konumu bulunduğu her yerde hükümdar adına hareket etmesini gerektiriyordu. Kösedağ Muharebesi'nden sonra Türkiye Selçuklu vezirinin yetkilerinin arttığını görmekteyiz. Çünkü bu dönemde vezir kendisini daha çok İlhanlı hanına karşı sorumlu hissetmektedir.
Vezir divana her gün gelir ve müzakere salonu olarak kullanılan Sofa'daki yerine otururdu. Sahib-i azam vezirin sağında ve solunda münşiler ve tercümanlar bulunurlardı. Diğer divan üyeleri vezirin uzağında dizüstü otururlardı. Divanın muhafazası kapıda bekleyen kılıç erlerinin sorumluluğu altındaydı. İmzalanacak evraklar münşiye verilir, meseleler görüşülür, karar verildikten ve mevzular bittikten sonra yemek yenir, böylece divan sona ererdi. Bir gün evvel yazılmış olan misal ve menşurları "Kabız-ı Divan" adlı görevli vezirin huzuruna götürüp tashih ile vezirin alametini koydururdu.66 Büyük divan diğer divanlara küçük daha küçük meseleleri havale ederdi. Küçük divanlarda görüşülen işlerin son onay mercii Divan-ı saltanat idi.

1. Teşrii (Yasama) Yetkisi: Vezirin hükümdar adına ferman ve menşur çıkarma yetkisi vardı. Türkiye Selçuklu vezirlerinden Ziyaeddin Karaarslan Doğu Anadolu'ya yaptığı bir görev gezisinde Harezm beyleriyle anlaştı. Onların lideri Kayır Han'a iltifatlarda bulundu. Erzurum vilayetinin tamamını Kayır Han ve diğer beylere menşurlar vererek taksim etti.

2. İcrai (Yürütme) Yetkisi: Türkiye Selçukluların yürütmenin en başta gelen mercii olan Divan-ı saltanatın (Divan-ı Ali) başında vezir bulunurdu. Divan-ı Ali'de memleket mes'elelerini Naib-i Saltanat, Beylerbeyi, Tuğrai, Atabey, Pervane, Arız, Müstevfi, Müşrif-i Memalik ile görüşerek karara bağlardı. unvanlarını saydığımız divan üyeleri vezirin başkanlığında toplanmakla beraber ayrıca hükümdara karşı doğrudan mes'uliyet sahibi idiler.

3. Mali Yetkileri: Türkiye Selçuklu veziri vergiyi toplamaktan mes'ul olduğu gibi "ihtiyat akçesi" adıyla olağanüstü durumlarda kullanmak üzere ayrıca bir hazine bulundururdu. Bütün vergi mültezimlerinin başı vezirdi. Kaynaklar Türkiye Selçuklu reayasının Moğolların hakimiyeti döneminde sıkıntılar çektiğini yazmaktadırlar. Aksarayi, Vezir Fahreddin Kazvini'nin iş bilmez bir şekilde vergiler koyduğunu ve halkın gelir gruplarını hesaba katmadan vergi toplamaya kalktığını anlatmaktadır.

4. Vezirin Kazai (Yargı) Yetkileri: Kazai yetkileri bakımından da vezir hükümdarın vekili sayılırdı. Hükümdarın olmadığı zamanlarda Divan-ı Mezalim'e başkanlık ederdi. Vezir Şemseddin İsfahani bir defasında siyasi rakibi divan üyesi Pervane Fahreddin Ebubekir Attar'ı Beylerbeyi Şemseddin Has oğuz ve Camedar Bedreddin Ruzba'yı öldürtmekten tevkif ettirmiştir.

5. Askeri Sorumluluk Üstlenme ve Ülkenin Genel Asayişini Sağlama, Sosyal Faaliyetler Yapma: Türkiye Selçuklu vezirleri ve beyler Anadolu'da halkın yararına pek çok sosyal mesken yaptırmışlardır. Eserler arasında medrese, cami, kervansaray, han, hamam, çeşme, türbe, kaplıca bulunmaktadır. Selçuklu ve Beylikler Dönemi'nde yapılmış ve günümüze kadar gelebilen pek çok esere Anadolu'da sıklıkla rastlayabiliriz. Fakat Beylikler Dönemi'nde bina edilen ve günümüze kadar gelmiş Beylikler Dönemi eserlerinin çokluğu, siyasi otoritenin daha küçük alanlarda yatırım yapmak zorunda kalmasının sonucu olduğu düşünülerek açıklanabilmektedir. Vezirler yaptırdıkları eserlerin yanına onun vakfiyesini de kurmaktaydılar. Böylece vakfiyeler eserlerin devamlılığını sağlıyor, imaretin içinde bulunan ve görev alanların iaşesini temin ediyorlardı.

Türkiye Selçuklu Devleti'nde Süleymanşah'tan itibaren vezirlik müessesesinin tesis edildiğini bilmekteyiz. Fakat kaynaklarda ancak I. Alaeddin Keykubat Dönemi'nden sonraki vezirlerin isimlerine sık sık rastlamaktayız. Tespit edilebilen 24 vezir adı elimizde bulunmaktadır;67

1. Hasan b. Tahir I. Rükneddin Süleymanşah'ın (1075-1086) veziri:
Hasan Süleymanşah'ın Tutuş ile yaptığı savaşta esir düştü. Süleymanşah'ın hayatını kaybettiği savaştan sonra Melikşah Hasan'ı Antakya'nın mali işlerinden sorumlu olarak tayin etti.

2. İhtiyarüddin Hasan (Hasan b. Gavras), II. İzzeddin Kılıçarslan'ın (1195-1192) veziri: İhtiyarüddin ihtida etmiş bir Ermeni ailesine mensuptur. 1176'da Manuel Komnenos'a barış teklifini götüren de ya bu Gavras ya da aynı adı taşıyan oğlu olsa gerektir. Sultanşah zamanında Kayseri'de yaptırılan Medrese vakfiyesinde adı Hoca Hasan olarak geçmektedir. Bu ünlü vezir muhtemelen tamamen Türk ve Müslüman ananesine göre yetişmiş olmalı ki devletin üst düzey mevkilerinde yeraldığı gibi dini hizmetler de yapmıştır.

3. Muhammed bin Gazi, I. İzzeddin Keykavus'un (1211-1220) Veziri:

Ravzatu'l-Ukul adlı bir eser yazmıştır. Eserini II. Süleymanşah adına kaleme almıştı. Ulemadan bir vezir idi.

4. Mecdeddin Ebubekir, I. İzzeddin Kevkavus'un Veziri.

5. Vezir Reşidüddin, I. Alaeddin Keykubad'ın (1220-1237) Veziri.
6. Vezir Mahmud, Muhtemelen II. Rükneddin Süleymanşah'ın (1196-1204) veya I. İzzeddin Kevkavus'un Veziri.

7. Ziyaeddin Karaarslan, I. Alaeddin Keykubad'ın Veziri

Karaarslan isminden de anlaşılacağı üzere Türktür ve asker kökenli bir vezirdir. I. Keykavus Dönemi'nde elçi olarak görevlendirilmiş, Ermeni kralı için yazılan tevcih fermanını "emir-i devat" görevinde bulunurken Sis'e (Kozan) götürmüştür.

8. Mühezzibüddin Ali, II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in (1237-1246) veziri.

Türkiye Selçuklu Devleti'nde Müstevfi naibliği ve müstevfilik görevlerinde bulundu. İran asıllıdır. Kayınpederi Müstevfi Sadeddin Ebubekir'in tavsiyesiyle vezir oldu.

9. Şemseddin Mehmed İsfahani, II. Gıyaseddin Keyhüsrev ve II. İzzeddin Keykavus'un (1246*1249) Veziri.

Uzun yıllar münşi-i hass olarak görev yapan İsfahani I. Alaeddin Keykubad zamanında müşrif ve tuğrai olarak inşa divanının başı oldu. Altınorda (Altınordu) Hanı Sayın Han'ın huzurundan Anadolu'da kendi adına hüküm sürebileceğine dair bir yarlık ile döndü. Bu arada Vezir Mühezzibüddin öldüğünden vezarete tayin olundu.

10. Nizameddin Hurşid, II. İzzeddin Keykavus'un Veziri.

Asker kökenlidir. Saltanat naibliği ve Pervanelik makamlarında bulunduktan sonra vezarete getirilmiştir.

11. Cemaleddin Mehmed Hotani, IV. Rükneddin Kılıçarslan'ın (1262-1266) Veziri.

12. Bahaeddin Erzincani, IV. Kılıçarslan'ın veziri Aynı zamanda IV. Kılıçarslan'ın atabeyi idi.

13. İzzeddin Mehmed Razi II. İzzeddin Keykavus'un Veziri.

Kadılık, Müşrif-i memalik ve atabeylik görevlerinde bulunmuş ve vezirliğe tayin olunmuştur. Aslen Reylidir. Kalem ehlindendir.

14. Necmeddin Nahçivani, İzzeddin Keykavus, Rükneddin Kılıçarslan, Alaeddin Keykubad üçlü müşterek saltanat yıllarında (1249-1254) vezirlik yaptı.

Nahçivani Atabek-i Rum Celaleddin Karatayi tarafından vezirliğe tayin edilmiştir.

15. Baba Şemseddin Mahmud Tuğrai, İzzeddin ve Rükneddin Kılıçarslan müşterek ikili saltanatı (1254-1262) veziri.
Tuğrailik (Melikü'l-küttab) mansıbında bulunmuş, Batu Han'ın huzuruna 1251'de Vezir İsfahani'nin ölümünü izaha gönderildiği sırada yarlık almış ve vezir olarak tayin olunmuştur.

16. Fahreddin Ali, II. İzzeddin Keykavus ve sonra Rükneddin Kılıçarslan'ın Veziri. Aslen İranlıdır. Askeri kadrodan yetişerek, emir-i dad ve naiblik görevlerinde hizmetlerde bulundu. 1260'ta vezarete tayin olundu.

17. Müinüddin Süleyman, Rükneddin Kılıçarslan'ın Veziri.

Vezir Mühezzibüddin Ali'nin oğludur. Erzincan Serleşkerliği'nde bulunmuş, daha sonra emir-i hacib (melikü'l-hüccab) ve pervane olarak görevler yaptı. Sultanların tahta geçmesinde önemli rolü oldu. Ehl-i seyften idi. Anlaşılan o ki, Moğol idaresi daha çok asker kanadının Selçuklu idaresinde hakim olmasını istemiştir.

18. Mecdeddin Mehmed, III. Gıyaseddin Keyhüsrev'in (1266-1284) Veziri. Müstevfilik yapmıştır. Azledilen Vezir Fahreddin Ali'nin yerine 1272'de vezir olmuştur. Ancak Fahreddin Ali'nin tekrar göreve tayin edilmesi üzerine kendisine Celaleddin Karatayi'nin selahiyetlerine denk surette "Atabeğlik" verilmiş ve divana dahil olmuştur.

19. Fahreddin Kazvini, II. Gıyaseddin Mesud'un (1284-1296) Veziri.
Aslen İranlı idi. İlhanlı divanında müstevfilik yapmış, Fahreddin Ali'nin yerine vezir tayin edilmiştir.

20. Necmeddin Ferruh, II. Gıyaseddin Mesud'un Veziri.

21. Cemaleddin Mehmed, Selçuklu tahtının 1296-1298 yılları arasında boş kaldığı sırada vezir Kadılık görevinde bulunmuş ve 1249'da vezarete tayin olmuştur.

22. Şemseddin Ahmed Lakuşi, III. Alaeddin Keykubad'ın (1302-1310) Veziri.

23. Vezir Nizameddin Yahya, III. Alaeddin Keykubad'ın veziri.

24. Alaeddin Savi, III. Alaeddin Keykubad'ın veziri.

Yukarıda isimleri geçen vezirler de genellikle İran asıllıdır ve kalem ehlindendirler. Vezir aynı zamanda merkez teşkilatının da idarecisi idi. Merkez teşkilatı Divan üyelerinin nezaretinde teşekkül etmekteydi.

Türkiye Selçuklu vezirinin mansıbını gösteren birtakım semboller kullandığını bilmekteyiz. Bunlar unvan ve lakablar, altın divit takımı veya altın kalem, kılıç, sarık (külah-ı sultani), hil'at-i vezaret, mühür, mesned-i vezaret ve emaret, çadır, tuğ, sancak, nevbet idi. Türkiye Selçuklu vezirleri "hace" ve "sahib" unvanlarını taşımaktaydı. Ehl-i seyften olan vezirler dahi "hace" unvanıyla anılırlardı. Vezirler bunun dışında sultandan ve ilhandan aldıkları unvan ve lakabları da kullanmışlardır. Es-Sahib, Kıvamu'l-Mülk, Vezirü'l-Muazzam..gibi.68

Türkiye Selçuklu vezirinin gelir kaynakları kendisine temlik edilen arazi ve ikta geliri, maaş veya tahsisat, savaş ganimetinden oluşmaktaydı.

Türkiye Selçuklu vezirini diğer Türk devletlerinde görülen vezirlerden ayıran bazı hususlar vardır; Büyük Selçuklularda belli prensiplere bağlı, istikrarlı bir vezirlik müessesi bulunmaktaydı. Türkiye Selçuklularında ise vezirlik bazen sultanı aşan yekiler kullanmış, bazen de yetkilerini pek kullanamamıştır. Beylerbeyi Sadeddin Köpek, Atabey Celaleddin Karatayi, Pervane Muinüddin Süleyman zamanlarında vezir selahiyetlerinin başka müesseselerin eline geçtiği muhakkaktır. Türkiye Selçuklu Devleti'nde ilk defa ordu sınıfından vezarete yükselme görülür. Bu diğer Türk devletlerinde nadir rastlanılan bir durumdur.
Vezir savaş durumunda ve sultan öldüğü durumda devletin mukadderatı üzerinde büyük rol oynuyordu. I. İzzeddin Keykavus öldükten sonra tahta kimin geçirileceği konusunda devlet ricali Vezir Mecdeddin Ebubekir başkanlığında toplandı. Toplantıda Vezirin yanı sıra Beylerbeyi Seyfeddin Ay-aba, Pervane Şerefüddin Mehmed, Emir Mübarizüddin Çavlı, Emir-i Meclis Mübarizüddin Behramşah, Emir-i Ahur Zeyneddin Basara, Emir Bahaeddin Kutluca, Melikü'l-Küttabe Şemseddin Hamza b. Müeyyededdin Tuğrai, Emir-i Arz ve Sultanın münşisi Nizameddin Ahmed bulunmaktaydılar. Neticede tahta I. Alaeddin Keykubad'ın geçirilmesine karar verildi.69

Vezir sultanın kendisini azline veyahut kendisinin ölümüne dek görevde bulunurdu. Fakat çoğu vezirin savaşta vurularak ve katl suretiyle öldüğünü görmekteyiz. Eceli ile ölen vezir çok nadirdir. 70

Türkiye Selçuklu veziri kültürel seviye (ilme ve edebiyata değer verme bakımından), idari kabiliyet (divan işlerinde başarılı ve reaya ile münasebetlerinde iyi olan), siyasi maharet (siyasi kararları isabetli alma ve doğru uygulama), ahlaki vaziyet (rüşvet, görevi suistimal, sefahat bakımlarından temizlik) tebaaya hami olma (tebaaya adil davranma ve onları koruma), bakımlarından üstün nitelikli kişiler arasından seçilirlerdi. Yusuf Has Hacib ve Nizamülmülk eserlerinde vezirin hangi vasıflara sahip olması gerektiğini anlatmışlardır. Eserlerinde vezir hakkında özetle şunları söylemektedirler; Vezir iyi olursa bey rahat uyur. Asil bir aileden, takva sahibi ve dürüst olmalıdır. Vezirin işi hesapla döner. Hesap bilmeyen vezirin işleri yanlış olur. Vezir çok olgun, okuyan ve yazan, anlayışlı bir insan olmalıdır. Vezir sözü özü bir, gözü tok, emanete karşı titiz ve temiz gönüllü olmalıdır. Böyle biri vezir olursa hükümdar da reaya da rahat uyur. 71

Merkez Teşkilatı: Divan-ı A'la ve Üyeleri72

1. Naib-i Saltanat: Büyük Selçuklularda bulunmayan bu makamın Türkiye Selçuklularına Eyyubilerden geçmiş olması muhtemeldir. Süleymanşah Tutuşla Güney Anadolu'ya sefere giderken yerine naib-i saltanat olarak Ebu'l-Kasım'ı bırakmıştı. Bir hükümdar gibi sultanın yokluğunda devleti idare eden Ebu'l-Kasım ölümünde yerine kardeşi Ebu'l-Gazi'yi bırakmıştır (1092). Türkiye Selçukluları Moğolların tahakkümü altına girdikten sonra Konya'da sultanın naibinden başka Moğol hanının da bir naibi bulunmaya başlamıştır. Bu Moğol naibe "naib-i hazre" ve makamına da "niyabet-i hazret" denmekteydi.

2. Beylerbeyi: Emirü'l-Ümera da denilen beylerbeyinin divan üyesi olması kuvvetle muhtemeldir.

Türkiye Selçuklularında, üç beylerbeyi bulunmaktaydı. Bunlardan birincisi merkezde divan üyesi olan ve sulh dönemlerinde ordunun başkumandanı olandır. Beylerbeyi ordunun başı olması hasebiyle divanda ağırlık sahibiydi. En önemli beylerbeyleri; Seyfeddin Ayaba, Şemseddin Hasoğuz, Siraceddin İbn Bace, Kemaleddin Kamyar, Seyfeddin Torumtay, Şerefüddin Mesud bin Hatir, Grek Kont İstabl, Azizüddin'dir. I. Alaeddin Keykubad Dönemi'nde Merkez Beylerbeyi Seyfeddin Ayaba'nın nüfuzu oldukça artmıştı. Sultanın mutfağında günde 30 koyun kesilirken beylerbeyinin mutfağında 80 koyun kesilmekteydi. Bu durumda otoritesinin sarsıldığını gören sultan bir plan ile Seyfeddin Ayaba ve maiyetini ortadan kaldırdı. İkinci beylerbeyi "Uc Beylerbeyliği"nin başında bulunan "sahib-i etrak" da denen kişilerdi. Türkiye Selçuklularında iki uc beylerbeyi bulunmaktaydı. Biri Kastamonu'da idi. Diğerinin ise Ankara-Eskişehir-Kütahya hattı üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Üçüncü beylerbeyi ise sefer zamanı tayin edilen ve orduyu sevkeden beylerbeyi idi. Bir nevi başkumandan idi. Beylerbeyliği bugünkü Genelkurmay Başkanlığı'na denk düşmektedir.
3. Tuğrai: Menşur, berat ve namelerin yazıldığı divanın başkanıydı. Sultan Alaeddin Keykubad Yassı Çemen'de Celaleddin Harezmşah'ı yendiğinde komşu devlet hükümdarlarına fetihnameler yazdırmıştır. Şemseddin Mehmed Isfahani ve Ziyaeddin Mahmud Tuğrai en tanınmış tuğrailerdi. Tuğrai bir anlamda hükümdarın dış devletle her türlü resmi yazışma müessesinin ve temsil heyetinin başı durumunda idi. Günümüzde Tuğrainin görevini Dışişleri Bakanlığı yürütmektedir.

4. Atabey: "Ata" ve "bey" kelimelerinin birleşmesiyle oluşan bu kavram ilk defa Büyük Selçuklularda ortaya çıkmıştır. Ancak Orhun Abidelerinde Yollıg Tigin kendisini "Kül tigin (Köl-tigin) atısı" olarak takdim etmektedir. İlk defa Sultan Alp Arslan oğlu Melikşah'ı eğitmesi için Nizamülmülk'ü atabey tayin etmiştir. Atabeylik bundan sonra tayin edilmeye başlanmış ve bilgili, tecrübeli devlet adamları arasından seçilmişlerdir. Genellikle umeradan seçilen atabeyler Büyük Selçuklu Devleti'nin inkırazı döneminde bağımsızlıklarını ilan ederek Selçuklulardan ayrı bir devlet dahi kurmuşlardır. Türkiye Selçuklularında atabeylik müessesesinin Büyük Selçuklulardan daha çok önem kazanmış olduğunu görmekteyiz. Öyle ki, Üç Kardeş Saltanatı diye adlandırılan dönemde Atabey Celaleddin Karatayi üç sultanın birden "Atabek-i Rum" unvanıyla atabeyi olmuştur. Anonim Selçukname'de Anadolu vezaretinin Celaleddin Karatayi'ye verilmesinden bahisle atabeyin ülkenin tamamına hakim bir vaziyete geldiği ifade edilmektedir.

Türkiye Selçuklularında önemli atabeyler şunlardır: Mübarizüddin Ertokuş, Şemseddin Altun-aba, Mübarizüddin Behramşah, Celaleddin Karatayi.

5. Pervane: Kelime rüzgar çıkaran alet, kelebek anlamına gelmektedir. Büyük Selçuklularda da bulunan bu görevli divan üyesi değildi. Türkiye Selçuklularında başından itibaren toprak hukuku için önemli bir görevli olan pervane, asker kökenliydi. Pervane, büyük divanda bulunan arazi defterlerinde has ve ikta' yani dirlik ve timara ait tevcihatı yapan kişiydi. Bu konuyla ilgili menşur ve beratları hazırlardı. Türkiye Selçuklu pervaneleri içerisinde Muineddin Süleyman Pervane istisnai bir şahsiyet olarak temayüz etmiştir. İbn Şeddad pervanenin Mısır Memlûk sultanıyla münasebetlerini anlatmaktadır. Pervaneler asli görevlerinden başka sultan tarafından siyasi ve askeri görevle görevlendirilebilmektedi.

Türkiye Selçuklularında işbaşına gelmiş önemli pervaneler şunlardır: Zahirüddin İli b. Yağıbasan, Şerefeddin Mehmed, Kemaleddin Kamyar, Taceddin Erzincani, Muinüddin Süleyman.

6. Arız: Büyük Selçuklularda olduğu gibi Türkiye Selçuklularında da ordunun ihtiyaçlarına bakan, maaşlarını verip, defterlerini tutarak yoklamalarını yapmaktan sorumlu dairedir. Reisine emir-i arz denmekteydi. Bunun dışında arızü'l-ceyş adı verilen mühim vilayetlerde ordunun durumunu kontrol eden askeri defterdarlar bulunmaktaydı. Önemli Türkiye Selçuklu arızları: Sinaüddin Kaymaz, Reşidüddin Cüveyni.
7. Müstevfi (Sahib-i Divan-ı İstifa): Mansıb-ı İstifa, İstifa isimleri de verilen bu divan devletin bütün mali işlerine bakardı. IV. Kılıçarslan zamanına kadar müstevfi sultan tarafından tayin edilmekteydi. Daha sonra İlhanlı Devleti bu yetkiyi kendi tasarrufuna almıştır. Osman Turan Mecdeddin Muhammed bin Hasan'ın Divan-ı İstifa'ya tayini münasebetiyle verilmiş bir menşuru yayınlamıştır. Müstevfi divanı Sahib-i Divan-ı İstifa başkanlığında çalışırdı. Bu divan günümüzün maliye bakanlığına denk gelmektedir. Türkiye Selçuklu Devleti'nde önemli müstevfiler şunlardır: Şihabüddin Kirmani, Celaleddin Mahmud, Nasirüddin Yavlak Arslan, Şerefüddin Osman. İlhanlılar tarafından tayin edilen müstevfilerden en değerlisi Hoca Müstevfi Nasreddin idi. O adil bir müstevfi olarak reayanın ve Moğol hanının gözünde değer kazanmıştır.

8. Müşrif: Devletin mali ve idari işlerini kontrol eder, icab eden yerlere memurlar gönderirdi. Müşrif maliye defterlerini düzeltir, memleketi yazıyla mali olarak kaydeder, hanedana ait bina ve masrafları tutardı. Müşrif divanının reisine Müşrif-i memalik, Müşrif-i mülk, Müşrif ve İşraf-ı memalik gibi isimler verilmekteydi. Türkiye Selçuklularında önemli müşrifler şunlardır: Kıvameddin Ashar İbnü'l-Hamid, Zahirüddin İbn Abdurrahman, İmadüddin Zencani, Fahreddin Mehmed bin Abdurreşid.

Emir-i Dad: Divan içerisinde mütalaa edilmeyen, ancak hükümet işleriyle çok yakından alakalı bir görevli olmasından dolayı dikkati çeken "Emir-i Dad" üst seviyeden adalet işlerine bakardı. Üst kademeli amir ve görevlileri adalet önüne çıkaran Emir-i Dad gerektiğinde bu kişileri tevkif edebilirdi. Sultan Alaeddin Keykubad kendilerinden şüphelendiği Kemaleddin Kamyar, Zahirüddin Mansur ve Şemseddin'i emir-i dada tevkif ettirmişti. Türkiye Selçuklularında görülen bu görevlinin yerini bugün Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Anayasa Mahkemesince kurulan Yüce Divan tutmaktadır.

Üst düzey olmayan hukuki meselelere ve taşradaki çeşitli davalara kadılar bakmaktaydı. Kadıların amiri ise merkezde Kadı'l-Kuzat idi. Kadı'l-Kuzatlar aynı zamanda ilmiye teşkilatının da başı idiler.

1243 Kösedağ Savaşı sonrası Moğol istilası karşısında Türkiye Selçuklu devlet teşkilatı baskılar, talanlar, katliamlar ve ağır vergilere rağmen varlığını sürdürmüş ve müessese olarak vezaret ve divanın önemi bu dönemde çok artmıştır.

Türkiye Selçukluları ve Beylikler Dönemi Taşra Teşkilatı

Büyük Selçuklu Devleti, eyaletlere (vilayetlere) taksim olmuştu. Her eyaletin başında hükümdarla doğrudan teması olan bir yüksek devlet adamı tayin edilmekteydi. İkta sahipleri ve amiller eyaletlerde valilik vazifesini ifa etmekteydiler. Nizamü'l-Mülk eserinde "amil (sivil vali, vergi tahsildarı, memur) " kelimesiyle vali kelimesini eşanlamlarda kullanmaktadır.73 Bu idari uygulamalar Tâbî Selçuklu devletlerinde de genel olarak devam etti.

İkta sisteminin bütün devlete şamil olmasıyla birlikte şahneler (eyaletin sivil valisi) de valilik vazifesine atandılar. Öyle anlaşılıyor ki, "amid", "sipehsalar", "emir", "mukta'", "memur", "hakim", "şahne" kelimeleri Selçuklular Dönemi'ndeki büyüklü küçüklü iktalara göre "vali"liğin yerini tutan mansıblar idi. Eyalet teşkilatında amid, şahne, amil, nazır, muhtesib, reis, kadı, hatib, müftü gibi memuriyetler bulunuyordu.74
Türkiye Selçuklularında da idari taksimatın esasını ikta tevcihi oluşturmaktaydı. Bu durumda taşra teşkilatının idarecileri mutlak surette sultanla irtibatlı olan görevlilerdi. Bu bakımdan Türkiye Selçuklularını daha merkeziyetçi bir devlet olarak görmekteyiz.

Şehzadeler başlarında atabey veya lala adı verilen kişiler olmak üzere memleketin belli bir kısmına tayin edilirlerdi. Türkiye Selçuklu ülkesinin kaç mıntıkaya taksim edildiğiyle ilgili elimizde bir vesika bulunmamasına rağmen olayların gelişimi bize Türkiye Selçuklu varislerinin başkente yakın yerlere yerleştirilmesinden ve büyük ikta mülklerinin onlara tevcih edilmemesinden anlaşıldığı üzere Büyük Selçuklulardan farklı bir taşra tevziatının Türkiye Selçuklu Devleti'nde bulunduğunu göstermektedir.

1188 yılında Tokat ve çevresi Rükneddin Süleymanşah'a, Niksar ve havalisi Nasreddin Berkyarukşah'a, Elbistan ve civarı Mugiseddin Tuğrulşah'a, Kayseri ve etrafı Nureddin Sultanşah'a, Sivas ve Aksaray Kutbeddin Melikşah'a, Malatya Muizzüddin Kayserşah'a, Konya Ereğlisi ve etrafı Sencer Şah'a, Niğde Arslanşah'a, Amasya Nizamüddin Argun Şah'a, Ankara Muhyiddin Mes'ud Şah'a, Uluborlu Gıyaseddin Keyhüsrev'e verilmiş, Sultan Kılıçarslan payitaht Konya'da oturarak Gıyaseddin Keyhüsrev'i kendisine veliaht yapmıştı.75

1192'den sonra Türkiye Selçuklularının ülkesi çok genişlediğinden her vilayete gönderilecek Selçuk şehzadesi olmadığından, şehzade gönderilemeyen vilayetlere emir ve ikta sahibi devlet erkanı valilik etmekteydi. Şehzadeler hangi vilayetin valisi ise oranın bir kısım ikta'sı kendilerine dirlik olarak verilmekteydi.

Vilayet idaresine emir-i sipehsalar baktığı gibi muhtelif yerlerde Serleşker ve Subaşılar bakabilmekteydi. Şahneler şehir merkezinde merkez valisi olarak idare ve zabıta işlerini tedvir ederdi. Sahil bölgelerinin idaresi de emir-i sevahil (melikü's-Sevahil yada reisü'l-bahr) adında birine verilmişti.76

Vilayetlerde şer'i ve hukuki işlere bakmak üzere kadılar bulunmaktaydı. Devletin vilayetteki mali işlerine divan-ı istifaya bağlı bulunan muhassıllar bakardı. Hıristiyan ahaliden harac vergisini toplayan muhassılan-ı harac memurları bulunuyordu. Diğer idari ve örfi işlere vali ve seraskerler bakardı. Vilayetlerde birer küçük divan bulunmaktaydı.77

Türkiye Selçukluları ve Beylikler Dönemi'nde Ordu Teşkilatı

Türkler tarih boyunca Adriyatik'ten Çin Seddi'ne, Aden'den Sibirya steplerine kadar güçlü ordularıyla hakim olabilmişlerdir. Türklerde savaş zamanında halk ordu haline gelmekteydi.

Türk ordusunun yapısı Hun Hükümdarı Mete'den itibaren 10'luk sisteme göre düzenlenmekteydi. En büyük birlik on bin kişilik olup "tümen" adı verilmekteydi. Tümenler de 1000'li, 100'lü, 10'lu birliklere ayrılmıştı. Ayrıca savaş anında ordu atların rengine, silah ve techizata göre de düzenlenmekteydi.78

Türk ordusu hafif silahlarıyla hızlı hareket etmesi ve zor taktikleri uygulamasıyla temayüz etmiştir. Yıldırma ve yıpratma taktiği, geri çekilme (sahte ricat, çevirme, turan, pusu kurarak imha etme taktiği ve gerilla taktiği en çok uygulanan taktiklerdi. Orduyu başka kılıklara sokarak düşman ülkesinden geçirme ve düşman ordusunu arkadan dolanma gibi özel taktikler de uygulanmaktaydı.

Çin yıllıkları "Türkleri üstün yapan atlıları ve okçularıdır. Kendilerine uygun gelirse şiddetle saldırırlar, tehlikede olduklarını sezerlerse rüzgar gibi geri çekilirler, şimşek gibi kaybolurlar" demektedir.79 Yusuf Has Hacib teb'anın hükümdara karşı sorumluluklarından birinin de askerlik yapmak olduğunu belirtmiş, askerin seçkin ve techizatının tam olması gerektiğine dikkat çekmiştir. Çünkü nice çok ordular az ordular karşısında başarı sağlayamamıştır. Askerin temini için ülkenin reayasının zengin olması gerekir. Böylece ordu için gerekli olan en önemli techizat olan at temin edilir. Sultan Alp Arslan ve Melikşah Dönemi'nin ünlü Veziri Nizamülmülk eserinde ordunun geçeceği yerlerin meskun ahalisine zarar vermemesi için tedbirlerin alınması gerektiğini ve orduya katılanların değişik kavimlerden olmalarının sağlanmasının yararlarına dikkat çekmektedir.80 Orduyu üç unsura ayırabiliriz: 1) İnsan, 2) Teşkilat, 3) Techizat.
Büyük Selçuklularda ordu beş kaynaktan oluşturularak teşekkül ettirilmektedir:

1. Gulam Sistemi: Savaşlarda esir alınanlardan veya pazarlarda satın alınan Türk kökenli kimselerden oluşurdu. Bunlar genellikle küçük yaşlarda olanlar olurdu. Yıkılmış bir devletin askeri birliğinde bu sınıftan yetişme bir asker de bu birlikler içerisine alınabilirdi. Saraya alınarak yetiştirilen gulamlar birkaç yıl içinde çok üst düzey vazifelere kadar yükselebilirlerdi.81 Sultanın kendine bağlı binlerce gulamı olduğu gibi vezirlerin ve diğer devlet erkanının da belli sayılarda gulamları olabilmekteydi. Gulamlar devletin dayandığı temel kuvvetlerdi. Savaşta ve barışta sürekli askerler olan bu insanların devletin hayatiyetinde rolleri pek büyük olmaktaydı.

2. Gulamlıktan Yetişen Umera Askerleri: Mevkileri çok yüksek olan gulamlıktan yetişme ümeraların emri altında binlerce daimi askerleri bulunmaktaydı. Selçuklu daimi ordusunun büyük bir kısmını teşkil etmekteydiler.

3. Türkmen Askerleri: Türkmen beylerinin emri altında bulunan bu kuvvetlerden Selçuklu ordusu savaş ve sefer durumlarında istifade etmekteydi. Özellikle Anadolu'da Bizans'a karşı bu akıncı Türkmenlerden istifade edilmiştir.82 Beylerine aldığı araziler ikta olarak verilmekteydi. Böylece ekonomik olarak devlete bir yükleri olmuyordu. Ancak bu kuvvetler daha çok bağlı bulundukları boy beyine tâbi idiler. Bundan dolayı emir komuta zincirinde boy beylerine uymayı diğer umeraya uymaya tercih etmekteydiler. Bu durum onları yer yer isyankar duruma da düşürmekteydi.

4. Vassal Devlet Kuvvetleri: Büyük sultana tabi devlet hükümdarlarının vassallık şartları gereği savaş durumlarında vermeyi taahhüt ettikleri kuvvetlerdi. Sayıları bakımından ordu içerisinde en fazla bu kuvvetler yer tutmaktaydı.

5. Yakın Bölge Kuvvetleri ve Gönüllüler: Savaş zamanında savaş istikametine yakın şehir ve yöre ahalisinden katılan büyüklü küçüklü kuvvetler ve gönüllüler bulunurdu. Bilhassa ahalisi Müslüman olmayan devletlerle yapılan savaşlarda gönüllülerin sayısı artmaktaydı. Gönüllüler ücret karşılığı olmaksızın gaza için ve ganimet için savaşa iştirak ederlerdi.83

Büyük Selçuklularda olduğu gibi Türkiye Selçuklularında da ordunun temelini merkezdeki "gulam" veya "memluk" denilen askerler ile "İkta askerleri" oluşturmaktaydı. Bunlara ilaveten "uc askerleri", "geçici ücretli askerler", "aşiret kuvvetleri" gibi yardımcı kuvvetler de mevcuttu. Görüldüğü gibi Türkiye Selçukluları ve Büyük Selçuklu ordusu arasında teşekkül bakımından benzerlik olmakla beraber farklılıklar da doğmuştur.

1. Gulam Askerler: Selçuklu çağı dünya ordularına bakıldığında, bu dönemde İslam dünyasında "memluk" adı verilen köle ve "gulam" adı verilen gençoğlan askerlerinin yaygınlaştığını söyleyebiliriz.

Bizans ise büyük oranda soydaşı olmayanlardan ücretli asker olarak faydalanmaktaydı. Bizans bir büyük "Kapıkulu" ve "gulaman" sınıfı teşekkül ettirememiştir.84 Gerçekten askeri bir yapılanmaya sahip bir imparatorluk için o devirde en büyük eksiklerden biri budur. Küçük yaşlarda saraya alınarak eğitilen hükümdarın şahsına bağlı askerlerdi. Bu askerler içerisinde "halka-i has (Dergah) " adı verilen bir grup vardı ki, hükümdarın şahsi hizmetinden hiç ayrılmazlardı. Gulaman-ı Has adı verilen diğer bir sınıf asker daha vardı. İbn Bibi'nin anlattığına göre85 bazı durumlarda gulam sınıfından askerler bir komutan emrinde tali seferlere de gönderilebilmektedir. Kapıkulu askerleri arasında "Mülazıman-ı Yayak" adı verilen hükümdarın çadırını bekleyen askerler vardı. Bunlar silahsız askerler olup, gerektiğinde silahlandırılırlardı.86 Gulaman sınıfından seçilmiş askerler zamanla Türkiye Selçuklularında üst görevlere kadar yükselmişler ve devletin hayatiyetini etkileyen işler yapmışlardır. Mübarizüddin Er Tokuş, Celaleddin Karatayi, Şemseddin Has Oğus, Seyfeddin Torumtay gulaman sınıfındandırlar. Kapıkulu askerleri yılda dört defa "bişegani" adı verilen bir maaş alırlardı.87 Beylikler, Türkiye Selçuklularının her alanda küçük takipçileri olarak görülmelidir. İbn Batuta Anadolu'daki beylerin maiyetlerinde memluk askerler bulundurduklarını söylemektedir.88
2. İkta Askerleri (Timarlı Sipahiler): Türkiye Selçuklu ordusunun en önemli kaynaklarından biri ikta sistemi idi. Bu sisteme göre ikta sahibi olan beyler ve ileri gelen devlet erkanı belli sayıda ikta askeri beslemekle yükümlü idi. Bu askerlerde "ocakzade" usulüyle babadan oğula mesleklerini devretmekteydiler. Sefer zamanında belli merkezlerde "Sübaşı" adı verilen komutanlarının emrinde toplanırlardı. subaşılar bulundukları vilayetin asayiş ve emniyetinden de sorumlu kişilerdi. Timarlı sipahilerden ellisi bir müfreze teşkil eder, başlarındaki komutana "ellibaşı" denirdi. subaşılar "emir sipehsalar" veya "serleşker" adı verilen mıntıka komutanlarına bağlı bulunmaktaydılar.89 Türkiye Selçukluları ülkesi "uc" vilayetleri haric olmak üzere birtakım "serleşkerlik" adı verilen askeri birimlere ayrılmıştı. Amasya, Antalya, Malatya, Erzurum, Erzincan, Ladik ve Ahlat bunların en önemlileriydi. Tımarlı sipahiler içerisinde tecrübeli, yaşlı kişilerin görüşlerine de başvurulurdu.90 Örneğin bunlardan yaşlı bir zat olan Konya Ocakzade sipahilerinden Hüsameddin Yavlak Arslan, Antalya'nın zaptına sebep olmuştur.

3. Uc Askerleri: Türkiye Selçuklularında uc teşkilatının başında "Uc Beylerbeyi" bulunmaktaydı. Bu kimseye "sahib-i etrak" da denmekteydi. Kastamonu uc bölgesinde Hüsameddin Çoban Bey bulunuyordu. Ankara-Eskişehir-Kütahya hattı uc beylerbeyi ise Seyfeddin Kızıl bulunmaktaydı. Sadece bunların isimlerini belirtmek dahi fethettikleri bölgeler dikkate alındığında uc askerlerinin önemi açısından yeterlidir.91 Türkiye Selçuklu Devleti'nin inhitat devirlerinde bu uc beyleri bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir.

4. Geçici Ücretli Askerler (Ecr-i Har): Türkiye Selçuklularında bazı özel durumlarda ücretli askerlerden de geçici olarak yararlanıldığını bilmekteyiz. Kösedağ Savaşı'nda Moğollara karşı savaşmak üzere getirttiği ücretli Frank askerleri ve Eyyubi hükümdarı Melik Gazi'nin gönderdiği ücretli askerler buna örnektir. Babai isyanını bastırmak için de Frank askerinden faydalanılmıştı.92

5. Aşiret Kuvvetleri: Sınırlara yakın bölgelere doğu bölgelerden gelen Türkmen ahali yerleştirilmekte idi. Bu iskan politikasının da bir parçası idi. Bir nevi akıncı Türkmen birlikleri denilebilecek olan bu birlikler savaş zamanları dışında da düşman sınırlarını ihlal etmekte, bu yüzden Selçuklu sultanını zor durumlarda bırakmaktaydılar.

Orduda Techizat ve Düzen
Savaş sırasında ordunun tertibi şu şekilde oluşmaktaydı; öncü birlikler (pişdar, mukaddeme), merkez kuvvetler (muasker), sağ kol (meymene), sol kol (meysere), artçı birlikler (ihtiyat).

Türkiye Selçuklu ve Beylikler Dönemi ordusunda kullanılan silahlar kılıç, ok, yay, mızrak, neft arabası, gürz, kalkan, sapan, hançer, kargı, süngü, çomak, balta, nacak (küçük balta), mancınık, arrade (küçük mancınık), nekkab ve makkab (kale duvarlarını delmek için), taş gülle, ok ve neft atan çark, topuz, koçbaşı..vs. idi.93

Orduda en çok kullanılan ulaşım aracı at idi. Türk tarihinde savaşlarda hızlı hareketiyle büyük görevler üstlenmiş olan at bir kültür haline gelmiştir. Türk kültüründe bir "at kültürü" başlı başına bir mevzudur. Orta Asya'dan itibaren bir Türk at tipi ortaya çıkmıştı. Bu tip atın kulaklarının küçük ve sağrısının (yan omuz tarafı) kuvvetli olması ve dayanıklı olması temel özelliğidir. Askeri değeri çok büyük olan atın sivil hayatta da geniş bir kullanım alanı olduğunu biliyoruz. Türk devletleri içerisinde Gazneliler at dışında fili de ordu da kullanmıştır. Timur da fili ordusunda kullanan bir Türk hükümdarıdır.

Türkiye Selçuklu ordusu Haçlılarla savaşırken zırhları çok güçlü olan şövalyelere karşı hafif silahlarıyla mücadele etmekte oldukça zorlandı. Bu durumda zamanla Türkler de zırhı öğrendiler ve kullanmaya başladılar. Fakat yine de hafif techizata sahip Türk atlılarının attıkları oklar Bizans zırhlarını delmekteydi.94

Ordunun Mevcudu

Muhakkak ki Türkiye Selçuklu ordusunun başlangıçtan sonuna kadar standart bir sayısı yoktu. Devletin gücüne ve nüfuzuna göre asker sayısı da değişmekteydi. Selçuklu süvarisi hazırlanıp Kösedağ Savaşı'na çıktığında kapıkulu askerleri hariç olmak üzere 80 bin süvariye sahipti.95 1277'de Pervane Muinüddin'in idamından sonra Moğol baskısının artmasıyla Selçuklu ordusu zayıflamıştır.

Türkiye Selçuklu ordu teşkilatı her ne kadar ananevi Orta Asya Türk ordu anlayışını devam ettirse de, köklü Bizans askeri geleneğinden de faydalandığını söyleyebiliriz. Özellikle denizcilik sahasında bu etkilenme daha bariz olarak ortaya çıkmıştır. Moğol istilasına karşı Türkiye Selçukluları kale ve şehir savunma tertibatına önem vermiştir.

Deniz Kuvvetleri

Şimdiye kadar olan Türk tarihi sürecinde ordu denince akla hep kara ordusu getirilmelidir. Türkiye Selçukluları Dönemi'nde ülkenin denizlere ulaşması ve liman şehirlere hakim olmasıyla donanma kaçınılmaz bir ihtiyaç oldu. Anadolu'nun üç tarafının denizlerle çevrili olması Türkiye Selçuklu sultanları ve Beyliklerin savunma stratejilerini de değiştirdi.

1080'li yıllarda vaktiyle Bizans sarayında üst düzey bir komutan olmayı başarmış olan Türk Beyi Çaka'nın kaçarak İzmir ve yöresini ele geçirip donanmasıyla Bizans'a bağlı adaları vurmaya başlaması Türklerin donanma ile savaşlarının ilk örnekleri olarak gösterilebilir. I. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında (1192-1196; 1204-1211) Akdeniz sahilinde önemli bir liman olan Antalya alındı (1207).96 Bu tarihten itibaren Anadolu'ya ticari bir üs olan Antalya'nın savunulması için donanma desteğine de ihtiyaç duyuldu. Hatta "Emirü's-Sevahil" veya "Reisü'l-Bahr" adıyla bir donanma kumandanı da tayin edilerek deniz kuvvetleri sistemli bir şekilde teşekkül ettirilmeye başlandı. Fakat bu komutanlar beylerbeyine bağlı hareket etmekteydi.97 Yani deniz kuvvetleri kara kuvvetlerine bağlıydı.
I. İzzeddin Keykavus (1211-1220) zamanında Trabzon Rum İmparatorluğu'na bağlı önemli bir liman şehri olan Sinop alındı (1214). Sultan İzzeddin hemen güneye dönerek o sırada tekrar Rumların eline geçmiş olan Antalya'yı tekrar aldı (1216).98

1220 yılında kardeşi İzzeddin'in yerine geçen I. Alaeddin Keykubad (1220-1237) zamanında Türkiye Selçukluları her yönden inkişaf ettiği gibi deniz kuvvetleri bakımından da gelişti. Sultan'ın ilk işi Antalya'nın güvenliği açısından fevkalade mühim olan Alaiye Kalesi'ni almak oldu (1223).99Alaiye'nin alınışı sırasında denizden Mübarizüddin Er Tokuş kumandasındaki donanmanın kaleyi kuşatması ve kalenin alınışını kolaylaştırması Türkiye Selçuklularında artık donanmanın da etkili bir şekilde kullanıldığını göstermektedir. Er Tokuş Kervan yolları üzerinde bulunan Ermeniler hakkında şikayet gelmesi üzerine Sultan'ın emriyle Ermenilerin elindeki sahil kalelerinden kırka yakınını aldı ve Kıbrıs Haçlılarının Akdeniz kıyılarına çıkmalarını engelledi.100

Kuzey sahillerinde Kastamonu uc Beylerbeyi Hüsameddin Çoban kara ordusunu Sinop tersanesindeki gemilere doldurarak Suğdak'a gitmiş, önemli bir ticaret üssü olan bu liman şehrini alarak iç bölgelere ilerlemiş, orada Rus ve Kıpçak ordularını bozguna uğratmıştır.101

Türkiye Selçukluları ve Beylikler Dönemi'nde Adliye Teşkilatı

Türklerde adaleti sağlamaktan en çok sorumlu olan kişi şüphesiz ki hükümdardı. Bizzat hükümdarın adil davranması ve adalet kurallarına uyması beklenirdi. Töreye göre hükümdar Yargu, Yolak, Daru'l-Adl (mezalim, şikayet divanı) adlı mahkemelerde bizzat reayaya adalet dağıtırdı.102 Daha sonra Osmanlı padişahları da adaletname adı verilen fermanlarıyla ülkenin en ücra köşesinde kanunlar koymakta adaletini her yere ulaştırmaya çalışmaktaydı.

Patriarkal ve patrimonyal bir devlet olarak Türkiye Selçukluları da, Beylikler de atalarının bu adil olma geleneğini sürdürdüler. Davaların uzamaması için çok hızlı çalışan bir mahkeme sistemi kuruldu. Böylece adalet tez elden sağlanmaya çalışılmaktaydı. Divan-ı Mezalim adı verilen mahkemelere gelen şikayetleri çoğu zaman hükümdar bizzat dinleyerek sonuca bağlamaya çalışırdı. Şikayetler memur ve reayanın ekonomik durumuyla ilgili, divan görevlileri ve vakıflarla ilgili veya kadı gibi üst düzey devlet erkanı şahsiyetlerle ilgili olabilmekteydi. Bu durumda çözüm mercii hükümdarın bizzat kendisi veya o sırada Divan-ı Mezalim'e gelememişse vekili olan vezir başkanlık etmekteydi.103 Büyük Selçuklularda haftada iki gün Divan-ı Mezalim kurulurdu.104 Türkiye Selçuklu Devleti de bu geleneği devam ettirmiştir. Türkiye Selçuklu veziri, kazai bakımdan sultanın tam vekili idi. Bazen ileri gelen devlet adamlarını tevkif edebilmekteydi.105 I. Gıyaseddin Keyhüsrev, pazartesi ve perşembe günleri oruç tutar ve o günlerde Divan-ı Mezalim'de davalara bakardı. Sultan şer'i davaları genellikle kadıya havale eder, örfi davaları da divan aracılığıyla hallederdi.

Türkiye Selçuklu Sultanı Süleymanşah, Halep'in halkının askerlerin şehri yağmalamalarından sultana şikayete gelmeleri üzerine askerlere yağmaladıkları malları iade etmelerini emretmişti. Süleymanşah birçok Nasrani'ye toprak bahşetmiş ve onların dinlerini yaşayabilmeleri için kilise inşa etmelerine izin vermişti. II. Kılıçarslan'ın Ermenilere karşı mücadelesi de yine Hıristiyan halkı zalim Ermeni baronlarından korumayı amaçlıyordu. Nitekim bu sayede birçok bölgede Türkmen ahaliye duyulan sevgi artmıştı. I. Alaeddin Keykubat sultan olduğunda Abbasi Halifesi Nasır, O'na Şeyh Şehabeddin Sühreverdi ile egemenlik sembolleri olan hil'at ve menşur. vs. gönderdi. Sultan, Sühreverdi'nin elini öptü. Hil'ati giydiren sühreverdi sultanın sırtına değnekle vurdu ve adaletten ayrılmayacağına dair sultana yemin ettirdi. Türkiye Selçuklu Devleti'nde Sadeddin Köpek'in askerlere ve halka adil davrandığı, adalet söz konusu olduğunda zengin, fakir ayrımı yapmadığı, mazlumları ezdirmediği pek şayi' olmuştu.106
Türkiye Selçuklu adliyesinin başında sultan ve vezirden sonra en yetkili kişi tüm adli işlerin başkanı olan Konya Kadısı Kâdı'l-Kuzât" bulunurdu. "Kadı'l-Kuzât" aynı zamanda ilmiye sınıfının da başıydı. Memleketin şer'i ve hukuki işlerine kadılar bakardı. Bütün askeri davalara ve miras işlerine ise Kadıleşker denilen bir nevi Osmanlı'daki kadıaskerlerin benzeri yetkilere sahip kişiler bakmaktaydı.107 Bunların dışında Türkiye Selçuklularında "Emir-i Dad" denilen ve üst düzey devlet adamlarını adalet önüne çıkaran, gerektiğinde onları tevkif eden olağanüstü yetkilere sahip bir yetkili görmekteyiz. Sultan Alaeddin Keykubad, kendilerinden şüphelendiği üst dereceli emirlerden olan Kemaleddin Kamyar, Zahirüddin Mansur ve Şemseddin'i emir-i dada tevkif ettirmişti. Meşhur Vezir Fahreddin Ali, emir-i dad tarafından tutuklanıp tevkif edilerek Osmancık Kalesi'ne hapsedilmişti.108

Anadolu Beyliklerinde de Divan-ı Mezalim uygulaması vardı. Kadı Burhaneddin, cumartesi, pazar ve salı günlerini mezalim davalarına bakmak için ayırmıştı.109

Anadolu Beylikleri Dönemi Devlet Teşkilatı

Anadolu Beyliklerinin devlet teşkilatı başlangıçta aşiret teşkilatından ibaretti. Türkiye Selçuklular Dönemi'nde ülkenin uc bölgelerine yerleştirilen başka başka tarihlerde Anadolu'ya gelmiş olan bu beyler ve aşiretleri savaş anlarında ve başka zamanlarda ülkenin güvenliği için önemli görevler üstlenmişlerdi. Türkiye Selçuklu Devleti'nin hakimiyetinin zayıflamasıyla belli bir askeri güce de sahip bulunan geniş ikta' sahibi bu beyler bağımsız hareket etmeye başlamışlardır. Böylece, "Anadolu Beylikleri" adını verdiğimiz birçok küçük siyasi teşekkül ortaya çıkmıştır.

Hükümdar: Anadolu Beyliklerinde hükümdarlık başlangıçta Türkmen aşireti reisliğinden ibaretti ve "Bey" unvanıyla anılmaktaydılar.

Bey unvanı Göktürklerden itibaren Türk asilzade ve ileri gelenlerinin kullandığı bir unvandır. M. F. Köprülü'ye göre110 Bey unvanı evvela Türkler tarafından kullanılmış daha sonra diğer Altaylı kavimlere geçmiştir. Uygurlar ve Hazarlarda da bu unvanın kullanıldığını bilmekteyiz. Türkler İslamiyet'in kabulünden sonra da bu unvanı kullanmaya devam ettiler. Karahanlılarda İlig Beg unvanı Beg böri, Beybars..gibi. Kutadgu Bilig'de Alper Tunga için "Bey" tabiri kullanılmaktadır.111 Kıpçaklarda "Bey", Tanrı'nın bir sıfatı olarak kullanılmaktaydı. "Bey" kadın ismi olarak da verilmiştir. Olcaytu Han'ın kızının adı Satı-bey idi.112 Selçuklular Dönemi'nde Arapça "Emir" anlamında "Bey" kullanılmıştır.

Anadolu Beyliklerinin hükümdarı Beyler, Selçuklu sultanlarını takliden, makam ve hakimiyetlerinin sembolü olarak payitaht, saray, müesseseler, memuriyetler, ve teşrifat usulleri ihdas etmişlerdir.

Beylik bir ailenin malı addedilmekteydi. Ailenin en yaşlısına "Ulu Bey" denir ve Arapça "Emir-i azam" veya "Sultan-ı Azam" unvanıyla da anılırdı. Ulu Bey tabiri halk arasında cari olup, diğer tabirler resmi vesika ve sikkeler ile kitabelerde kullanılırdı.

Ulu Bey payitahtta oturur, kardeşleri de diğer vilayetlerdeki hükümet işlerine bakarlardı. Herhangi bir başka hükümete tabi değil ise Ulu Bey kendi adına para bastırırdı. Muhtelif kuturlardaki Beylikler Dönemi gümüş paraları 3,5 ile 8,5 kırat arasında değişmekteydi.113 Beylikler Dönemi idare tarzının geleneksel idare tarzına uygun olduğu muhakkaktır. Aydınoğlu Mehmed Bey vefat ettiğinde aile efradı matem edip, saçlarını kestirmişler ve O'nun yerine oğlu Umur Bey'i seçmişlerdir.114 Diğer beyliklerde de buna benzer olaylara Dusturname'de rastlamaktayız.
Saray: Selçuklu sarayının küçük bir örneği olan Beylikler Dönemi sarayının mükemmel bir teşkilata sahip olduğu muhakkaktır. Sarayda Hacib (Perdedar veya Mabeynci), Mirahur, Çaşnigir, Candar, Şaraptar, İnak, Rikaptar, Musahip denilen görevliler bulunmaktaydı. Bunların sayıları beyliğin büyük veya küçük olmasına göre değişmekteydi. Anadolu Beylikleri içerisinde sarayı en teşkilatlı olanı şüphesiz Karamanoğulları ve Germiyanoğulları idi.

Germiyanoğlu I. Yakub Bey bir divan heyetine sahipti ve maiyetinde kadı, kumandan gibi devlet ricali bulunduruyordu. Yakub Bey'in maiyetinde Hazinedar, Mirahur, Matbah hademeleri, saray erkanı ve birçok memluku bulunmaktaydı. İbn Batuta Aydınoğlu Mehmed Bey'in sarayından, erkanından ve teşrifatçılarından bahsetmektedir.115 O ayrıca Candaroğulları sarayından da sözeder.116 Beyler av eğlenceleri ve çeşitli şölenler düzenlemekteydiler.117

Divan: Anadolu Beyliklerinin merkez teşkilatının başında devlet işlerini tertib ve tanzim için bir divan teşkilatı bulunmaktaydı. Divan başkanına çoğu vakit vezir veya sahib-i azam denirdi. Askeri işlere bakmaktan çok kanun ve nizama dair işlerle uğraşan divan reislerinin maiyyetinde bir kalem heyeti bulunurdu. Mali işlere ise Divan-ı İstifa denilen ayrı bir divan bakardı. Hükümdarın emir ve fermanlarını Nişan Divanı adı verilen divan yazardı. Bunun dışında askeri ve adli işler için başka makamlar bulunmaktaydı.

Payitahtın dışında şehzade veya beylerin emirleri altında daha küçük divanlar bulunmaktaydı. Şehzade küçük yaşlarda ise yanına Atabey veya Lala unvanıyla bilinen bir bey tayin edilir ve şehzade yetişinceye kadar bu kişi hükümet işlerini idare ederdi.

Vilayetlerin idaresine validen sonra en yetkili kişi kadı ve subaşı idi. Vilayetlerde müstevfi denilen istifa divanı başkanına bağlı tahsil memurları bulunurdu. Bu memurlar vergi mükelleflerinden topladıkları vergiyi icab eden yerlere sarfeder veya merkezdeki büyük mali divana gönderirlerdi. Kadılar şer'i işlere ve şahıslar arasındaki hukuki davalara bakmakla birlikte, kadıların idari yetkilerinin olmadığını söylemek yanlış olur. Subaşılar ise bütün askeri ve inzibati işlerden mesul idiler.

Ordu: Anadolu Beyliklerinde ordu techizat ve tertibat usulü tamamen Selçukluların bir devamı niteliğindedir. Beyliklerde ikta' veya timar suretiyle arazi, beyini has arazisinden başka ileri gelen emir ve valiler ile vakıflara tahsis edilmişti. İkta' veya timarın sahibi olan bey öldüğünde timarları oğullarına intikal ederdi. Uc beyliklerinde ikta sisteminin fetheden komutana arazi tahsisi şeklinde olduğunu bilmekteyiz. Osmanoğulları, Karesioğulları, Candaroğulları, Aydınoğulları ve Saruhanoğulları bu neviden beyliklerdi. Her ikta' sahibi belli sayıda asker bulundururdu. Ulu Bey'in ise kendine ait daimi hassa kuvvetleri vardı ve bunlar yaya ve atlı sınıflardan oluşuyordu. Malikane usulü üzere bir bey hizmeti mukabilinde ikta sahibi olabilmekteydi.

Ordu, hükümdar beyin yaya ve atlı askerleri, beylerin timarlı sipahileri, çerik denilen aşiret kuvvetlerinden teşkil olmaktaydı. Küffar sınırındaki beyliklerde bunlara gönüllüleri de eklemek mümkündür.

Muharebe zamanında ordu merkez, sağkol, solkol olmak üzere üç kısımda tertib olunurdu.

Merkez ordunun önünde "Çarhacı" veya "Talia" denilen piştar kuvvetleri, ordunun arkasında ise ihtiyat kuvvetleri bulunurdu. Ordunun merkezine Büyük Bey, kollara ise yaşı uygun şehzadeler komuta ederdi. Şehzade idare istidadına gelmemişse yetenekli bir kumandan veya hükümdarın akrabalarından önde gelen biri kolları savaş anında idare ederdi.
Ordunun genel kumandanına "Subaşı" denmekteydi. Ulu Bey'e bağlı hassa askerleri muhtemelen Türkiye Selçukileri ve Osmanlılarda olduğu gibi üç ayda bir maaş almaktaydılar.

Karamanoğulları'nın yirmi beş bin atlı ve yirmi beş bin yaya askeri (aşiret kuvvetleri hariç), Germiyanoğullarının da tabi beylerin kuvvetleriyle birlikte iki yüz binden fazla atlı veya kuvveti, Eşrefoğullarının yetmiş bin, Candaroğullarının yirmi beş bin, Menteşeoğullarının yüz bin, Aydınoğullarının yetmiş bin, Karesioğullarının kırk bin, Saruhanoğullarının yirmi bin atlı ve yaya kuvveti, Hamidoğullarından Antalya ve Eğridir kuvvetleri toplamının kırk bin yaya ve atlı kuvveti bulunmaktaydı. Bu verdiğimiz rakamların içerisine şüphesiz alperen ve gönüllüler de dahildir. O halde sayıların mübalağalı olmadığı düşünülebilir. 118 İbn Batuta'dan119 Ahilerin de askeri teşkilata malik olduklarını öğrenmekteyiz. Fakat anlaşıldığı kadarıyla bunların kuvveti ancak mahalli muhafaza kuvvetlerinden ibaretti.

Ulu Bey orduyu daima savaşa hazır tutardı. Muhaberesiz zamanda da askeri işlere titizlikle önem verilirdi.

Anadolu Beyliklerinden denize kıyısı olanların birer donanmaları da bulunmaktaydı. Türkiye Selçuklu donanmasının devamı niteliğinde olan bu donanmaların başında reisü'l-bahr bulunurdu.

Orduda kargı, ok, yay, kılıç, hançer, zırh, süngü, çomak, balta, nacak (küçük balta) ve muhasarada kale içine taş vesair ağır şeyler atmak için mancınık ve bunun küçüğü olan arrade ve kale duvarlarını delmeyi sağlayan makkab (miskab) başlıca silahlardı. Germiyanoğullarında ayrı kargıcı ve okçu birliklerinin teşekkül edilmişti.

Ordunun her kısmının alemdarı bulunmaktaydı. Orduda savaş anında coşkuyu sağlayacak bir de bando takımı bulunuyordu. Bu bando takımında davul ve kös (beygir üzerinde giden büyük davul), zurna, nakkare, zil ve boruları çalan kişiler yer almıştı.

Yukarıda izah etmeye çalıştığımız gibi Türkiye Selçukluları ve Beylikler Dönemi hükümet teşkilatı, taşra teşkilatı ve adli teşkilat bakımlarından büyük benzerlikler görmekteyiz. Ordu teşkilatı bakımından Beyliklerin durumuna gelince, birbirinden farklı coğrafi şartların da etkisiyle sahil beylerinin donanma bulundurma zarureti dışında büyük bir farklılık taşımamaktadır. Yukarıda izah ettiğimiz müesseseler dikkate alındığında, Türkiye Selçukluları ve Beylikler Dönemi'nin Türk devlet geleneğindeki ehemmiyeti daha iyi anlaşılacaktır.

Kaynak: Turan, Refik, "Türkiye Selçukluları ve Anadolu Beyliklerinde Teşkilât", Türkler, C. 7, Ankara 2002, s. 151-168.