Dâvûd-i Kayserî ki, çok mübârek bir kişi.
İnsanları gafletten uyarmaktı sırf işi.

O bir gün buyurdu ki: (Yaşamayın gafletle.
Zîrâ âni geliyor ecel umûmiyetle.

Bilhassa "Kul hakkı"na edin ki çok riâyet,
Mahşerde, hak altından kurtuluş zordur gâyet.

Meselâ harâm olsa, elbisenin düğmesi,
O namâzın, insana olmaz bir fâidesi.

Üstümüzde kul hakkı, olsa da "Yarım akçe",
Cennete giremeyiz, onu ödemedikçe.

Kul hakkını, dünyâda, kolaydır edâ etmek.
Ve lâkin âhirette, çok çetindir ödemek.

Zîrâ o gün, geçmiyor dünyâdaki paralar.
"Sevap" ve "Günâh" ile ödenecek bu haklar.

Yâni sevâbı varsa, gider alacaklıya.
Yoksa, onun günâhı yükletilir borçluya.

Bunun için dünyâda, her kişi helâllaşsın.
Aslâ mahşer gününe, borç alacak kalmasın.

"Haklı" olsanız bile, siz yine dileyin af.
Belli olmaz, belki de haklıdır karşı taraf.

Zîrâ mahşer yerinde, nice alacaklılar,
Hesâpları "ters" dönüp, sonunda borçlu çıkar.)

Dediler ki: (Efendim, îzâh buyurduğunuz,
Kul hakları, nelerden ibârettir bâhusus?)

Cevâben buyurdu ki: (Kul hakkı denilince,
Hâtıra, "Maddî haklar" gelirse de ilk önce,

Bunlardan daha mühim haklar da var muhakkak.
Meselâ kul hakkıdır, "Kalp kırmak, gönül yıkmak.

Hattâ insan, "Kâbeyi yıksa da yetmiş defâ,
Kalp kırmanın yanında "Hafif" kalır bu daha.

İnsanın, kimler ile varsa çok alâkası,
Onlarla îcâb eder, sık sık helâllaşması.

Meselâ sıra ile, zevcemiz, çocuğumuz,
Hısım akrabâ ile, arkadaş ve komşumuz.

Hepsinin, ayrı ayrı üstümüzde hakkı var.
Bunların içinde de, en mühimi, "Hanımlar".

Eğer ki hanımını incitirse bir kişi,
Helâllık almadıkça, mahşerde zordur işi.

Her gün evden çıkarken, helâllaşmak gerekir.
Zîrâ ölebiliriz, eceller âni gelir.)

Dediler ki: (Efendim, Allah katında bir kul,
Hangi vasıflarıyla olur iyi ve makbûl?)

Buyurdu: (Mâhir olsa bir kişi mesleğinde,
Sırf bununla, bir kıymet kazanmaz Hak indinde.

Zekî ve kurnaz olmak, makâm, mevkî, müdürlük,
İndallah, o insana sağlamaz bir üstünlük.

Kim fazla korkuyorsa Allahü teâlâdan,
Odur Allah indinde kıymeti fazla olan.

Kim kazanmak isterse, Hak indinde îtibâr,
"Takvâ"ya sarılsın ki, Rabbimiz buna bakar.)