Günün Sözü DamlaPenia.
Her şey neye layıksa ona dönüşür. -Mevlana
Etiket Listesi

Seçenekler
Seçenekler
Stil
Avatar Seçilmemiş
Üyelik tarihi
03 Şubat 2015
Bulunduğu yer
Antalya
Mesajlar
20.169
Seslenildi
1439 Mesaj
Etiketlendi
51 Konu

Standart İslâm Düşüncesinde Siyasî-İtikâdî Yorumlar

11 Şubat 2015
1


İslam dünyasında siyasi itikadi ayrımlar Hz. Muhammed'in (s) 632 tarihinde vefatıyla birlikte başlamıştır. Yaşadığı sürece peygamber kimliğinin yanı sıra siyasi önder vasfını da kendisinde bulunduran Hz. Peygamberin artık hayatta olmayışı müslüman toplumu yeni önderin kim olacağı sorusuyla karşı karşıya bırakmıştı. Sakife denilen yerde toplanan bir grup Müslüman hilafete Ebu Bekir'i seçmiş daha sonra Şii olarak adlandırılacak olan Ali taraftarı bir grup Müslüman da Muhammed'in damadı olan Ali'nin bu göreve daha layık olduğunu ve Ebu Bekir'i seçen grubun hak yoldan saptığını düşünmüştü.

Hz. Peygamberin vefatının üzerinden yaklaşık otuz yıl geçtikten sonra İslam toplumu ilk iç savaşı yaşamıştır. Bu savaş Müslümanların üç grubunu birbirinden kesin olarak ayırmıştır.

Sünniler Sünnilik: Sünniler ilk dört halifenin (Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali) Kur'an ve Sünnet'e uygun hak yöneticiler olduğuna ancak sonradan gelen çoğu halifenin önceki halifelerin standartlarına uymakta başarısız olduğuna inanmaktaydılar. Ancak ilk halifeler kadar başarılı olamadıysalar da Sünni ulemaya Müslümanlar sonradan gelen otoritelere de itaat etmeleri gerekliydi. İtaat, siyasi itaatsizlik sonucu doğacak kargaşadan daha hayırlıydı.

Şiiler – Şia: Ali'yi ilk ve Hak İmam kabul ediyor ve diğer ilk üç halifeyi reddediyorlar ve yöneticiliğin (İmamet) Hz. Muhammed'in ailesi ve soyundan olan İmamlar tarafından yapılması gerektiğine inanıyorlardı. Şiiler ve bazı Sünni bilginler Ali'nin oğlu Hasan'ı halife ilan ettiler. Tarihi kayıtlar Hasan'ın altı ay yöneticilik yaptığını kaydetmektedirler.

Hariciler Haricilik - Başlangıçta dördüncü halife olarak Ali'ye bağlıydılar ancak sonraları sorunun çözümü için Hakeme baş vurmayı isteyerek Ali'ye karşı çıktılar. Günümüzde Haricilerden bir grup Yemen ve Oman bölgelerinde varlığını sürdürmektedir.

Bu üç grubun dışında da gruplar olmasına rağmen günümüze kadar gelememişlerdir.

Alıntı



Hayatın ağıtını bilenler anlar ancak.
Değeri değere değen kavrar.




Bilgi kokmayan karşı çıkışlarda cehalet kokusu ve kompleks vardır.







Avatar Seçilmemiş
Üyelik tarihi
03 Şubat 2015
Bulunduğu yer
Antalya
Mesajlar
20.169
Seslenildi
1439 Mesaj
Etiketlendi
51 Konu
Standart Haricîlik
11 Şubat 2015
2

Hariciler, Hz. Ali döneminde meydana gelen Sıffin savaşından sonra ortaya çıkarlar. Hz. Ali ve Hz. Muaviye taraftarları arasında meydana gelen bu savaşta, Hz. Muaviye taraftarları yenileceklerini anlayınca mızraklarının ucuna Kuran sayfaları takarlar, "Aramızda Kuran hakem olsun" derler. Bunun üzerine çatışmalar durur, görüşmeler başlar.

İşte bu "hakem olayından" sonra bir kısım insanlar

"-Sen insanları hakem olarak kabul ettin. Halbuki hüküm ancak Allahındır" diyerek Hz. Alinin saflarından ayrılırlar. Bunlara "hariciler" denir.

Ayetten alınma "Hüküm ancak Allah’ındır" (En’am 57) cümlesi haricilerin sloganı haline gelir. Hatta bir gün Hz. Ali halka hitabederken haricilerden biri kalkar,
"–Ey Ali! Allah’ın dinine insanları ortak kıldın. Hüküm ancak Allah’ındır" der. Bunun üzerine her taraftan "Hüküm ancak Allah’ın!", "Hüküm ancak Allah’ın!" sesleri yükselir. Hz. Ali buna mukabil şöyle der: "Hak bir söz. Fakat bununla kastediliyor."

Bir gün Hz. Peygamber ganimet dağıtırken biri çıkar,

"–Ya Muhammed, adil ol! Adaletle dağıtmadın!" der. Kıpkırmızı olan Hz. Peygamber:

"–Ben adil olmazsam daha kim adil olur?" der ve şunu bildirir:

"–Dikkat edin, bunun neslinden (bu cinsten) ilerde bir kavim çıkacak. Okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar."

İşte hariciler bu hadisin çizdiği çerçevede insanlardır. İslam kahramanı Hz. Ali’yi bile kafir olmakla suçlamaktan çekinmemişlerdir. Aslında ibadete düşkündürler. Hz. Peygamberin tarifiyle,

"–Sizden biri onların namazı yanında kendi namazını, onların orucu yanında kendi orucunu küçük görür. Lakin onların imanı boğazlarını aşmaz." Şatıbî’nin yorumuyla, yani okuduklarını anlamazlar.

Hz. Ali, İbn-i Abbası haricilere elçi olarak gönderir. Onlar "Hüküm ancak Allah’ın!" dediklerinde İbn-i Abbas:
"–Evet” der, “hüküm ancak Allah’ın. Fakat Allah karı- koca arasındaki geçimsizlikte kararı kim verir?"

Hariciler genelde çöl Araplarıdır. İslam öncesinde fakir bir halde yaşamışlardı. Çölde yaşamaya devam ettiklerinden İslam’a girince de ekonomik durumları iyileşmez. Bunların fikirleri basit, tasavvurları dardı. Bu yüzden dinde mutaassıp, dini anlamada dar görüşlüydüler. Çabuk öfkeleniyorlar, kolaylıkla infiale kapılıyorlardı. Yaşadıkları çöl misali, sert tabiatlı, katı kalpli idiler.

Hariciler, mücadelelerini içte yapmışlar, gayr-i müslimler yerine Müslümanlarla uğraşmışlardır.

-Hoşgörüsüzlük,
-Fanatiklik,
-Kendinden olmayanlara kapıları kapatmak,
-Kaba kuvvete, şiddete başvurarak politik değişmeyi etkilemek, bunların en belirgin özelliklerindendir.

Hariciler her günahı küfür olarak kabul ederler. Büyük günah işleyenlerin ebedi cehennemde olacağını söylerler. Amelin imandan bir parça olduğunu söylerler. Müşrikler ve kafirler hakkında inen ayetlerin zahiri manalarından hareketle hüküm çıkarırlar.

Mesela, "Ona bir yol bulan için beytullahı haccetmek Allahın insanlar üzerinde hakkıdır. Kim de inkar ederse, şüphesiz Allah alemlerden müstağnidir"(Al-i İmran 97) ayetiyle, haccetmeyenin küfrüne hükmederler. Halbuki hüküm hac yapmayana değil, onu inkar edenedir.

(Yukarıdaki anlatım, Doç Dr. Şadi Eren’in “Haricilik” adlı makalesinden özetlenerek alınmıştır.)


Hayatın ağıtını bilenler anlar ancak.
Değeri değere değen kavrar.




Bilgi kokmayan karşı çıkışlarda cehalet kokusu ve kompleks vardır.







Avatar Seçilmemiş
Üyelik tarihi
03 Şubat 2015
Bulunduğu yer
Antalya
Mesajlar
20.169
Seslenildi
1439 Mesaj
Etiketlendi
51 Konu
Standart Şiîlik
11 Şubat 2015
3

Şiilik veya Şia, İslam'ın Sünnilik ten sonra en büyük mezhebidir. Bu mezhebin mensuplarına Şii denir. İran, Irak, Azerbaycan, Yemen, Bahreyn, Katar, Türkmenistan ve Lübnan'da yaygındır. Ayrıca Suudi Arabistan'ın %15'i ,Pakistan'ın %25'i ve Afganistan'ın %27'si Şiidir. Türkiye ve Suriye'deki Aleviler Şii nüfusun çoğunu oluştururlar. Türkiye Şii'lerinin yaklaşık %70'i Alevidir. Bu nedenle Türkiye'de Alevi kelimesi hatalı olarak tüm Şiileri tanımlamak amacıyla kullanılır.
Etimoloji

"Şia" terimi "takipçiler" veya "izdeşler" anlamına gelen Arapça ‘ŞİA’ kelimesinden gelmektedir. Tarihteki kullanım "Ali'nin takipçileri" anlamına gelen "Şiat-ı Ali" ifadesinin kısaltılmış formudur. Sünni ve Şii kaynaklar terimin Hz.Muhammed'in vefatını takip eden yıllarda kullanılmaya başlandığı konusunda hemfikirdirler.
Şii ve Sünnilikte Sünnet ve Hadis

Sünnilik Hz.Muhammed'in sünnetini takip edenler anlamına gelmekteyse de bu durum Şiilerin sünneti veya hadisi dinin kaynakları arasında saymadıkları anlamına gelmemektedir. Şiiler peygamberin "gerçek" sünnetini takip ettiklerini çünkü peygamberin soyundan gelen kimselerden bu sünneti aldıklarını savunmaktadırlar.

Bunun sonucu olarak Şiilik ve Sünnilik kayıtlı sözlü gelenek veya hadislere farklı yaklaşmaktadır. Şii inancına göre Şiilik ve Sünnilik arasındaki ayrım peygamberin vefatıyla bir kısım Müslümanların Ali'nin önderliğini (hilafet) benimsemesiyle diğerlerinin ise güçlü bir şekilde Ebu Bekir'i desteklemesiyle birlikte başlamıştır. Şiiler Ali'ye hilafetin Gadir Hum'da verildiğine ve bu olayın kendilerinin de benimsedikleri güvenilir kaynaklarda bulunduğuna inanmaktadırlar.

İslam hukuku kısmen hadise dayalı olduğundan Şiilik Sünni hadis kaynaklarından bazılarını Sünniliğin de Şii hadis kaynaklarından bazılarını reddetmeleri her iki grubun kabul ettiği İslam hukukunda da farklılıklar doğmasına neden olmuştur. Örneğin Şiilik ve Sünnilik, Cuma namazını kılmalarına karşın namaz vakitlerinde farklılıklar vardır. Yine Şiilerin uygulayageldikleri geçici nikah (Mut'a Nikahı) Sünnilik tarafından dinde bir zamanlar gerçekleştirilmekle birlikte daha sonra Hz. Muhammed (s) tarafından tümüyle uygulamadan kaldırıldığına inanılmaktadır.

Caferi Şiası için Sünnet Hz. Muhammed'den (s) aktarılan sözlü gelenek olduğu kadar İmamlardan da aktarılanları kapsamaktadır. "Şii dünyada en güvenilen ve benimsenen hadis" külliyatı Kuleyni'nin "Al-Kafi"sidir. Dörtbin hadisin bulunduğu bu kaynak kitap Sünniler tarafından güvenilir bulunmadığı için kullanılmamaktadır.
Şiilerin güvenilir kabul ettiği diğer hadis kaynakları ise;

İbn-i Babeveyh el-Kummi'nin "Men Lâ Yehduruhül Fakih" (Bir Fakihin Ortaya Koyduğu Şeyler)
Ebu Cafer et-Tusi'nin "El-İstibsar" ve "Tehzib'ul Ahkam" kitaplarıdır
Sünni hadis kaynakları için bakınız Sünni maddesi
Şii Öğretisi

İmanın Şartları

Tevhid (Birlik): Tanrı'nın Bir oluşu
Adalet : Tanrı'nın adil oluşu
Nübüvvet (Peygamberlik): Tanrı'nın tüm insanlığa dini öğretmek için mükemmel ve yanılmaz peygamberler atadığı.
İmamet (Liderlik): Tanrı'nın insanlığa rehberlik edecek belirli liderler atadığı
Kıyamet (Hüküm Günü): Tanrı'nın kıyamet günü insanları dirilteceği

İslamın Şartları

Namaz: Günde 5 kez icra edilen ibadet
Oruç : Ramazan ayında oruç tutmak
Hac: Mekkedeki Kabe bölgesinde hac ibadetinin gereklerini yerine getirmek.
Zekat: Fakirlere dağıtılmak üzere belirli gelir grubuna sahip insanların gelirinden ödediği miktar
HumsBeşte Bir) Vergi verme
Cihad (Mücadele): Allah adına mücadele etmek. Cihad iki türlüdür. İlki insanın yaşamının her aşamasında iyiyi yerine getirmek adına nefsiyle verdiğidir ki buna "Büyük Cihad" denir ikincisi de "Küçük Cihad" denilen kişinin dışında olan kötülüklerle mücadelesidir.
Emr-i Bil Maruf: İyiliği emretmek
Nehyi Anil Münker: Kötülükten sakındırmak
Tevella: Ehl-i Beyti ve onların takipçilerini sevmek
Teberra: Ehl-i Beyt'in düşmanlarıyla tüm ilişkiyi kesmek

Şiilerin Sünnilerden Farkları;

1. Şiiler, Hz. Muhammed'den sonra hilafet'in Hz. Ali ve soyuna ait olduğunu savunur ve Sünnilerin meşru ve dince makbul kabul ettikleri ilk üç halife (Hz.Ebu Bekir, Hz.Ömer ve Hz.Osman'ın) hilafeti Hz.Ali'den gasp ettiklerine inanırlar.Yezid'in babası Muaviye konusunda ise bir ayrılık vardır. Şiiler Yezid hakkındaki görüşlerin benzerini Hz.Ali'nin hilafetine karşı çıktığı için Muaviye için de sürdürürler ancak Sünniler Muaviye'nin bir "ictihad" yaptığını ve görüşünde yanılsa bile vahiy katibi ve Peygamberin sahabesinden olduğu gerekçesiyle hakkında kötü ifadede bulunmaktan kaçınırlar.

2. Şiiler'e göre Sünnilikte iktidar siyasi bir mesele ve Peygamberin dahi olsa bir soy meselesi olarak değil ümmetin kendi içinde istişare ile çözeceği bir konu olarak görülür ve genellikle "devlet başkanına itaat" kültürü hakimdir. Şiilerde ise iktidar inanç meselesidir ve meşru siyasi lider aynı zamanda ruhani liderliği de elinde bulunduran Ali ve soyundan gelen imamlara (lider) aittir.

3. Caferi şiası toplam en sonu kıyamete kadar gizli kalan Mehdi de dahil 12 imamı kabul ettiğinde "12 imamcılık" (Caferi Şiası) olarak da bilinir. 12 imamın günahsız olduğuna, "vahiy alma" hariç peygambere benzediğine inanılır (mesela günahsızlık). Şiilik içinde İsmailik gibi mezhepler bir ölçüde farklı bir İmam listesini kabul ederler.

4. Küçük yaşta gaip (saklı) olan 12. imamın ölmediğine ve halen hayatta olup kurtarıcı (mehdi) olarak tekrar geri döneceğine inanırlar. Sünniler ise Mehdi'nin henüz dünyaya gelmeyen Hz.Muhammed'in soyundan birisi olacağına inanırlar.

5. Tehlike anında inancı saklama (Takiyye) nin caiz olduğuna inanırlar.

6. Muta nikahının (belirli bir süreyle sınırlandırılmış evlilik) Sünnilerin kabulünün aksine dinen geçerli (caiz) olduğuna inanırlar.
Oniki İmam ve Şii Mezhepleri

Şiilerin çoğunluğu Şiiliğin İmamiyye koluna tabidirler ve kabul ettikleri oniki imam şunlardır:

Ali ibn ebi Talib (600–661), "Emir ül-Mü'minin" olarak da bilinir
Hasan ibn Ali (625–669), Hasan al Mücteba olarak da bilinir.
Husayn ibn Ali (626–680), Husayn al Şehid, veya Şah Hüseyin, veya Husayn al Şaheda olarak da bilinir.
Ali ibn Hüseyin (658–713), Ali Zeynel Abidin olarak da bilinir.
Muhammad ibn Ali (676–743), Muhammad al Bakır olarak da bilinir.
Cafer ibn Muhammed (703–765), Cafer-i Sadık olarak da bilinir.
Musa ibn Cafer (745–799), Musa al Kazim olarak da bilinir.
Ali ibn Musa (765–818), Ali ar Rıza olarak da bilinir.
Muhammad ibn Ali (810–835), Muhammad al Cevad olarak da bilinir.
Ali ibn Muhammed (827–868), Ali al-Hadi, veya Naki olarak da bilinir.
Hasan ibn Ali (846–874), Hasan al Askeri olarak da bilinir.
Muhammad ibn Hasan (868—), Muhammad al Mehdi olarak da bilinir. Şii inancına göre halen kayıptır. Kıyamete yakın tekrar ortaya çıkacaktır.

Diğer şii gruplar: Nizari Ismailileri, Davudi Bohra, Alavi Bohra, ve Yedicileri içine alan İsmaili Şiası. Nizariler İsmailik içindeki en büyük gruptur. İsmailik Cafer-i Sadık'ın en büyük oğlu İsmaili bir sonraki İmam kabul etmişlerdir. Yediciler (Seveners) ise Cafer-i Sadık'tan sonraki İmamları kabul etmezler. İmamilik ve İsmailik dışında diğer Şii grup Zeydilerdir.

Alıntı



Hayatın ağıtını bilenler anlar ancak.
Değeri değere değen kavrar.




Bilgi kokmayan karşı çıkışlarda cehalet kokusu ve kompleks vardır.







Avatar Seçilmemiş
Üyelik tarihi
03 Şubat 2015
Bulunduğu yer
Antalya
Mesajlar
20.169
Seslenildi
1439 Mesaj
Etiketlendi
51 Konu
Standart Maturîdilik
11 Şubat 2015
4

Matüridîlik, ünlü Türk bilgini Matüridî'nin, Hanefî Mezhebi nin kurucusu İmam-ı A'zam 'ın açtığı yoldan yürüyüp, aklı ön plâna alarak geliştirdiği inanç sistemidir.

Matüridî'nin İslâm ilâhiyatının meselelerinden iman, Allah, Peygamberlik konularındaki görüşleri kısaca şöyledir:

İman tanımı

Matüridîye göre iman; "kalp ile tasdik dil ile ikrar" (açıkça söyleme) dır. Diliyle ikrar ettiği hâlde kalbiyle tasdik etmeyen kimse mü’min değildir.

İman-amel İlişkisi

Genellikle ilmihal kitaplarında kullanılan amel kelimesi; "yapılan iş, fiil, bir kişinin dinin emirlerini yerine getirmesi için yaptıkları" anlamındadır. İmam Şafiî'nin aksine Matüridî iman ile ameli birbirinden ayırır. Amelin imandan bir parça olması ve imanın artıp eksilmesi konusunda Matüridî, görüşlerini benimsediği Ebu Hanife 'ye uyar. Ebu Hanife ve Matüridî'ye göre iman ve amel ayrı şeylerdir.

Matüridî'ye göre adam öldürmek, zina etmek, içki içmek... gibi büyük günahlar (günah-ı kebair) da mümini imandan çıkarmaz. Allah’a ve emirlerine-yasaklarına-inanan kimse bunlara uymaz, bunları uygulamazsa dinden çıkmaz, günahkâr olur. Günahkâr olan kimse tövbe ile kurtulabilir.

Allah'ın Varlığı ve Bilinmesi

İslâm dininde iman esaslarının başında Allah 'a iman gelir. Mümin ; öncesi ve sonrası olmayan (ezelî ve ebedî), her şeyi yoktan var eden ve zât'ı, sıfatları ve fiilleri yönlerinden bir olan Allah'a imanla yükümlüdür.

Allah'ın varlığı ve Birliği mantık kurallarıyla da (akılla) ispatlanabilir. Kâinattaki varlıkların hareketlerini düzenleyen, bir nizam ve âhenk içerisinde bulunmalarını ve her birinin ayrı ayrı ve diğerlerine zarar vermeksizin görev yapmalarını sağlayan, her şeyin üstünde bir varlık var ki, O da, eşi ve benzeri olmayan Yüce Allah’tır.

Allah'ın zâtına ve fiillerine ait sıfatları vardır ve bu sıfatlar Allah'ın zâtının aynı da değildir, gayrı da değildir. Allah'ın sıfatları sonradan yaratılmış da değildir.


Allah'ın Başka bir Kelime ile İfâdesi:

Allah'a, O'nu yaratılmış varlıklara benzetmeye götüren isim koymak uygun değildir. Çünkü O, Kur'an'da belirtildiği üzere hiçbir şeye benzemez. (Şûra suresi/11).

Allah'a "Şey" Denilebilir mi?

Ebu Hanife gibi Matüridî de Allah'a ‘Şey’ denilmesini câiz görür. Allah'a şey denmesini gerektiren sebep, cisimde mevcut olmadığı için bunu kullanmakta sakınca yoktur.


Allah'ın Görülüp Görülmemesi

Matüridî Ahiret'de Allah'ın görülebilirliğini savunmaktadır.

Bilgi, Akıl ve İrade Hürriyeti

Matüridî, Kitab üt-Tevhid'inde bilgi ve önemi üzerinde ısrarla durur. Farklı görüşlere karşı herkesin kendi görüşünün "doğruluğunu kanıtlayan, karşı durulmaz bir delile sahip" olması gerekir. Akıl, bilgi edinilmesine kılavuzluk eder. Bilgi edinme yollarını Matüridî duyular, haberler (nakiller) ve akıl olarak belirler. O'na göre bilgi vehbî (kendiliğinden, doğuştan) olmaz; kesbî (sonradan kazanılan) dir. Doğru akıl yürütmeyle ortaya çıkan bilgi bir âdet-i ilâhiye 'dir. Tanrı insana düşünme, aklını kullanma yeteneğini, diğer varlıklara bir üstünlük özelliği, temyiz gücü olarak bahşetmiştir. Yani insan eşref-i mahlûkat tır.

Matürüdî irade hürriyeti bakımından, insanı iradesiz robot olarak gören Cebriye ile, insanın eylemlerinde Allah'ın hiçbir etkisini kabul etmeyen Mutezile arasında üçüncü bir yol izler. Zira Matüridî bu bu konuda ‘Kesb’ ve ‘halk’ terimlerini kullanır. Halk, insanın kendi kudret ve isteği olmadan meydana gelen eylemlerdir. Refleksler, kalbin çalışması... gibi. Bir de insanın kendi iradesi ile seçtiği eylemlerin yaratılmasıdır. Kulun eylemine "halk" değil, "kesb" denilir. Allah'a ait eylem (fiil) de "kesb" değil, "halk"tır.

Alıntı



Hayatın ağıtını bilenler anlar ancak.
Değeri değere değen kavrar.




Bilgi kokmayan karşı çıkışlarda cehalet kokusu ve kompleks vardır.







Avatar Seçilmemiş
Üyelik tarihi
03 Şubat 2015
Bulunduğu yer
Antalya
Mesajlar
20.169
Seslenildi
1439 Mesaj
Etiketlendi
51 Konu
Standart Eş’ârîlik
11 Şubat 2015
5

Eşarîlik H.4. ve 5. yüzyıllarda gelişen ve temelde Mutezilenin akılcı kelamına karşılık oluşan bir kelam (dini düşünce) ekolünün adıdır.

Eşarîlik kelam ilminin konularında vahyi temel alırken Ahmed İbn Hanbel ve talebelerinin aksine diyalektik metodu ve felsefeyi de kullanmışlardır. Ancak her ne kadar tartışmalarında felsefi metodu kullanmışlar ve bundan ötürü bazı akımlarca ehl-i sünnet dairesi dışında tutulmuşlarsa da ana materyalleri vahye dayanmaktadır.

Ayrıca bu hareket İslam’ın nakille gelen inançlarını akılla destekleyerek ve sağlam bir zemine oturtarak onun itikadı esaslarını iç ve dış bütün saldırılara karşı savunmanın ve bu inançlara karışan gayr-i İslamî unsurları dışlamayı hedeflemiştir. Bu hedefin tahakkukunda diğer ekollerin aksine başarılı olmuş, Sünnî kelamı kurarak sağlam temellere dayandırmıştır. Eşarî, gençliğinde Mutezilî alim Cubbaî'den ders görmüş ve bu mezhebin inanışlarını savunurken anî bir değişiklikle Mutezîlî esaslardan döndüğünü halka açıklayan ve görüşlerini eserlerinde sistemleştiren Ebu'l-Hasen AIi b.İsmail el-Eşarî (Öİ.330 veya 334-M.94I veya 345) tarafından kurulmuş ve bu ekol kurucusunun adıyla anılmıştır.

Eşarî'nin savunduğu fikirler ve kullandığı metot döneminde iki zıt uç arasındadır. Bunlardan ilki hak ve hakikatin ölçülü olarak vahiy yerine aklı koyan ve bunlar birbiriyle çatıştığında akıl tarafında olarak vahyi tevil eden Mutezile, diğeri dini esasların açıklanmasında ve savunulmasında aklî metodu kullanmaya karşı çıkan ve kelam ilmindeki malum usullerle bunun tartışılmasını bidat olarak nitelendiren ehl-i hadis, zahiriler, Mücessime ve fakihler vardı.
“Matüridî ile Eş’ari arasındaki başlıca fikir ayrılıkları şunlardır:

Cüz’i irade: Eş’arilere göre cüz’i iradeyi Allah yaratır. Matüridîlere göre ise cüz’i iradeyi Allah yaratmaz

Hüsün ve kubuh: Eş’arilere göre hüsün ve kubuh, yani bir şeyin iyi veya kötü olduğu aklen bilinemez. Hüsün ve kubuh , Allah’ın emir ve nehiyleriyle bilinir. Allah bir şeyi emrettiyse o şey iyidir. Allah bir şeyi yasak etti ise o şey kötüdür.

Matüridîlere göre ise hüsün ve kubuh akıl ile idrak olunur. Emir ve nehiy bir şeyin iyi veya kötü olduğuna delalet eder. Herhangi bir şey iyi ise Allah onu emretmiştir. Kötü ise Allah onu yasak etmiştir.

Allah’ı tanıma: Eş’ariler, Allah’ı tanımanın şer’an vacip olduğunu söylerler. Matüridîler ise Allah’ı tanımanın aklen vacip olduğu fikrindedirler.

Tekvin: Eş’ariler tekvini itibarî bir sıfat olarak kabul ederler. Hakikî sıfat olarak kabul etmezler. Matüridîler ise tekvinin, kudret ve irade gibi hakiki bir sıfat olduğunu söylerler.

Kula gücü yetmeyecek şeyleri teklif: Eş’arilere göre Allah’ın kula gücü yetmeyecek şeyleri teklif etmesi caizdir. Mesela cisimleri yaratmak gibi. Matüridîlere göre ise Allah’ın kulun gücü yetmeyeceği şeyleri ona teklif etmesi caiz değildir.

İlliyet ve hikmet: Eş’ariler ‘Allah’ın fiileri için sebep aranamaz’ der. Onun fiileri hikmet ile bağlı da değildir. Çünkü Allah yaptığından sorumlu değildir. Sorumlu olan kullardır.

Matüridîlere göre Allah abesten münezzehtir. Allah’ın fiilleri hikmeti icabı meydana gelir. Çünkü Allah Hakîm’dir, Alîm’dir. Allah tekvinî fiilerinde ve teklifî hükümlerinde hikmetini gösterdi ve irade etti. Hasılı Allah’ın fiileri hikmeti ile bağlıdır ve fiiller bir sebebe bağlıdır. Bu Allah’ın abesle meşgul olmasının icabıdır. Allah yaptıklarından sorumlu değildir.

Ezelde ma’duma hitap: Eşariye’ye göre ma’duma ezelde ilahî hitap taalluk eder. Buna göre Allah ezelde Mükellim’dir. Matüridîye’ye göre Allah ezelde Mükellim değildir. Çünkü ma’duma ezelde ilahi hitap taalluk etmez.

Nübüvvet için Cinsiyet: Eş’arilere göre nübüvvet için erkeklik şart değildir, kadınlar da nebi olabilirler. Nitekim Meryem, Asiye, Sare, Hacer, Havva ve Hz. Musa’nın annesi nebidirler.Nübüvvetin Matüridîlere göre ise nübüvvetin şartlarından birisi erkek olmaktır. Kadınlar nebi olamazlar.

İbadetin ifası: Eş’ariler müslim olmayanın ibadetle mükellef olduğu reyindedir. Onlara göre gayri müslimler bu sebeple de ceza görürler. Matüridîler ise, müslim olmayanların ibadeti ifa ile mükellef almadıkları reyindedirler. Onlar küfürden dolayı ceza görürler ve fakat ibadeti ifa etmedikleri için cezaya çarptırılmazlar.

İrtidat: Eş’arilerce mürted yeniden imana dönerse amelleri de avdet eder. Matüridîlere göre ise mürted imana dönse de amelleri avdet etmez.

Tevbe-i ye’s: Eş’arilerce tevbe-i ye’s makbüldür. Maturilerce makbul değildir.

Kur’ân: Eş’arilerce Kur’ân’ın bazı âyetleri, bazılarından daha büyük değerdedir. Matüridîlere göre ise, bu caiz olmaz.”

(Bu anlatım çeşitli kaynaklardan derlenmiştir.)



Hayatın ağıtını bilenler anlar ancak.
Değeri değere değen kavrar.




Bilgi kokmayan karşı çıkışlarda cehalet kokusu ve kompleks vardır.







Konuyu 1 kişi okuyor. (0 üye ve 1 ziyaretçi)
 
Seçenekler
Stil