Boğaziçi

Eğitim denilen kavramı sorgusuz sualsiz disiplin'den itaat'tan biat'tan ibaret gören, öğretmeyen, ezberleten, öğrencileri düğmesine basınca konuşan, düğmesine basınca susan, kumandalı robotlara dönüştürmek isteyen, kişisel gelişimi umursamayan, gerikafalı zihniyet tarafından yönetilen asık suratlı bir okuldu…

Sınav notlarını öğrencilere doğrultulmuş tabanca gibi kullanan, itiraza yeltenini okuldan atmakla tehdit eden, pırıl pırıl güneşli havalarda bile insanın ruhunu daraltan kasvetli bir atmosferdi.



Fikirleri baskı altında tutulan, neredeyse düşünmesi bile yasaklanan, sınıf, etüd, yatakhane üçgenine sıkıştırılan öğrencilerin bu monoton hayatı, okula gelen yeni öğretmenle bir anda değişiverdi.

Genç öğretmen, o güne kadar tekrar edile edile adeta kemikleşmiş davranış biçimlerini reddediyordu, öbür öğretmenlerin aksine güleryüzlüydü, öğrencilere düşünmelerini, fikirlerini özgürleştirmelerini, klişeleşmiş kalıpları boşvermelerini, tabuları yıkmalarını, hayatlarını dolu dolu yaşamalarını, gençliklerini ıskalamamalarını tavsiye ediyordu.

Diplomanın her şey demek olmadığını anlatıyordu, araştırın, eleştirin, konuşmaktan korkmayın, sizin gelecek planlarınıza başkaları değil, siz karar verin, sizden olmanızı istedikleri kişi olmayın, daima kendiniz olun, kendinize kulak verin, size söylenenleri olduğu gibi kabullenmeyin, farklı açılardan bakın, farklı açılardan görün, kendiniz anlayın, kendiniz kavrayın, kendi geleceğinize dair kendi hayalleriniz olsun, başkaları ne der diye kendinizi kısıtlamayın, mahalle baskısına boyun eğmeyin diyordu.

Öğrencilerini edebiyatın büyülü dünyasına davet etti, nitelikli edebi eserlerle tanıştırdı, hem beyinlerine, hem yüreklerine dokundu.

Okudukça özgürleşen, okudukça cesaretlenen öğrenciler, kendilerinin etrafına örülen görünmez duvarları yıktılar, genç öğretmenden aldıkları ilhamla bir dernek kurdular.

Elbette okul yönetiminden gizliydi, herhangi bir suç işlemedikleri halde, ağır şekilde suçlanacaklarını biliyorlardı… Bu güçbirliği derneğinin sembolik çatısı altında buluşuyor, kendilerine biçilen kalıplardan uzaklaşıyor, toplum ve ebevenyleri tarafından aykırı bulunan düşünceleri tartışıyor, kendilerini keşfediyorlardı.

Ama, bedel ödemeden özgürlük kazanılamıyordu.

Öğrencilerdeki özgüven değişimini en önce aileleri hissetti, çocuklarına diktikleri tek tip gömleğin artık dar geldiğini farkettiler, rahat bırakacaklarına, daha da sıktılar, otoriteye başkaldırının affedilmez bir hata olduğunu söylediler, yoldan çıkmakla suçladılar.

Bağnaz bir baba, fikirlerini ezemediği oğlunu zorla okuldan aldı, ruhunu ezmek için çok daha katı disiplinli bir okula kaydetmeye kalktı, maalesef olacağı buydu, oğlan canına kıydı, yeniden cendereye girmektense, hayatına son vermeyi tercih etmişti.

Okul allak bullak oldu, gerikafalı zihniyet zaten böyle bir vesileyi kolluyordu, çocukların üstüne çullandılar, eskisinden daha ağır disiplin cezaları icat ettiler, arkadaşlarını bunlar zehirliyor diyerek, bazı çocukları elebaşı ilan ettiler, okuldan attılar.

Genç öğretmene kumpas kurdular, düzmece soruşturma açtılar, öğrencilere sahte ifadeler verdirdiler, meslek hayatını bitirdiler.

Zafer kazandıklarını düşünüyorlardı, idealist öğretmenin defterini dürdüklerini, her şeyin yeniden eskisi gibi olacağını sanıyorlardı.

Genç öğretmen eşyalarını toplamak üzere son kez sınıfına girdi. İşte o anda, hiç kimsenin tahmin bile edemediği protesto patladı.

Öğrencilerin tamamı sıraların üstüne çıktı, haykıra haykıra onu ne kadar çok sevdiklerini, ne kadar çok özleyeceklerini, asla unutmayacaklarını bağırmaya başladılar, gözyaşlarına alkışlar eşlik ediyordu, üzüntü, hüzün, mutluluk, gurur, onur, hepsi biraradaydı.

Tarihi utanç yaşayan okul yönetimi nerden geldiğini şaşırmıştı.

Okul aynı okul, yönetim aynı yönetimdi ama, aynı öğrenciler artık asla aynı öğrenciler olmayacaktı.



Ölü Ozanlar Derneği.



Amerikalı gazeteci-yazar Nancy Kleinnbaum tarafından roman olarak kaleme alındı, 1989 yılında filmi çekildi, idealist öğretmeni Robin Williams canlandırdı, en iyi özgün senaryo dalında Oscar kazandı.

Dünya çapında ses getirdi.

Beyaz perdenin en çok izlenen filmlerinden biri oldu.



Çünkü, nesiller değişse de, coğrafyalar değişse de, değiştirilmesi asla mümkün olmayan, evrensel bir gerçeği anlatıyordu.

Gençleri baskı altında tutamazsın!



Amerika'da da baskı altında tutamazsın.

Avrupa'da da muma çeviremezsin.

Asya'da da kalıba sokamazsın.

Afrika'da da sürüleştiremezsin.

Türkiye'de de tek tipleştiremezsin.



Boğaziçi Üniversitesi de budur.

Bilmez denilen Z kuşağı da budur.



Gençlere eziyet eden iktidarlar çok görüldü.

Ama, gençleri yenmeyi başaran bir iktidarı tarih yazmadı.



Sen geçmişsin, o gelecek.

Sen dünsün, o yarın.

Kapıya vurabilirsin ama…

Hayatın akışına kelepçe vuramazsın.



Ölü Ozanlar Derneği'ni belki ilk defa duydun…

Yarım asırdır bıkmadan, dede, çocuk, torun, üç nesile de aynı duyguları hissettiren Hababam Sınıfı'nın, gelmiş geçmiş en çok izlenen filmimiz olmasını tesadüf mü sanıyorsun?



Düşeceksin yakalarından.

Özgür bırakacaksın.



Yılmaz Özdil