Girişe öncelikle insanoğlunun açlığını ve bununla birlikte açlığın doğurduğu sonuçlarla birlikte neler olabileceğinin sonuçları hakkında bir efsane ile girmek istiyorum.
"İnsanoğlu var olduğu andan itibaren ölümü öldürmenin yollarını aramış, ölümsüzlük özlemi ile yanıp tutuşmuştur."
"Ey İskender, büyük bir fırsatı kaçırdın. O balık tutmaya çalıştığın dereden âb- ı hayat akardı. Balıkları bu yüzden pişiremedin. Bunu anlayamadın ve ölümsüzlük suyunu kaçırdın...
Derler ki, işte o koca deniz Marmara Denizi olmuş. İskender'in aradığı ölümsüzlük suyu, yani Âb-ı hayat ise Marmara Denizi'nin altında kalmış."
İnsanoğlu çoğu zaman gözünün önünde bulunan şeyi farkedemez. Ve düşünmek yerine içinden gelen dürtüler ve ısrarlar sayesinde burnunun dikine gitmeye çalışır, nefsine yenik düşer. Bu yüzden bir konu hakkında yapmaya çok çalışmak yerine; düşünmeye çok çalışmalıyız, ona daha fazla vakit ayırmalıyız. Bu sayede yaptığımız işlerde negatif sonuçlardan çok pozitif sonuçlar elde edebiliriz.
Perilerin Şehri
"... Onun için derler ki, İstanbul dünyanı en güzel yerlerinden biri olan Boğaziçi'nde kurulmuştur."
Bu efsaneyi beğenmemin sebeplerinden birisi yaşadığım şehrin ne kadar güzel olduğunun yazılmış olmasıdır. Efsanede yaşanılan mekandır. Fakat biz bu güzel şehri zaman ile bozmaktayız, doğal güzellikleri tahrip etmekteyiz. Çoğu zaman olduğu gibi elimizde olanların farkına varamıyoruz, kendi isteklerimiz sonucu zamanla kaybetmeye başlıyoruz.. Başlıyoruz dediğime bakmayın çünkü bu güzel şehri ve dünyayı katletme konusunda epeyce bir yol sarf ettik.
Yağfur'un Avratpazarı'nda Yaptığı Tılsımlı Sütun
"Hazreti Muhammed doğduğu gece büyük bir deprem olmuş. Bu sütunun tepesindeki peri heykeli ve üzerinde bulunan bütün çanlar yere düşüp parçalanmış. Ama bu sütun tılsımlı olduğu için yıkılmamış. Bu sütunu İstanbul'a gelenler büyük bir zevk ve hayranlıkla seyrederlermiş."
Tılsım sözlükte doğaüstü işer yapabileceğine inanılan güç anlamına gelir. Bu efsanede tılsımın ne işe yaradığını görmüş oldum. Bana bu efsane garip geldi ama bir yandan ise hoşuma gitmiş bulunduğu için paylaşmış oldum.
"Yağfur'un yaptığı bu tılsımlı peri, yılda bir kez çığlık attığında yeryüzünde ne kadar kuş varsa o heykelin etrafında döner ve binlercesi de yere düşermiş. Yere düşen bu kuşları İstanbul halkı alıp yermiş."
Kıztaşı
"Bugün Fatih'te bulunan Kıztaşı'nın diğer adıyla, İmparator Markianos sütununun bir benzeri olan bu sütunun üstünde aşk ve sevgi tanrıçası diye bilinen Afrodit'in heykeli bulunuyordu. Bu taşın altından geçen genç kızlar, evli kadınlar, eğer bir günah işlemişerse, analarından, babalarından, kocalarından habersiz erkeklerle yasak ilişkiler kurmuşlarsa taş hemen eğilip bu günahkarları belli ederdi. Bu özelliği yüzünden Kıztaşı diye anılır olmuştu. Bugün orada bulunan sütuna da bu yüzden kıztaşı denmektedir."
Burada anlatılan Kıztaşı bir ayna niteliğindedir. Günah göstericidir ve bir ayna niteliğinde olup yapılmış olan kötü işleri gösterir. Beğenmemin sebebi ise ilginç gelmesi ve günümüze kadar Kıztaşı'nın ulaşmış olmasıdır.
Eskici Baba
Fetihren önce İstanbul'a yerleşen eskici baba maddi fetihten önce manevi fethi gerçekleştirmektedir. Halkın gönlünü kazanmaktadır. Bu da fehtin gecikmesine neden olmuştur.
Bu efsaneyi beğenmemin nedeni bir şeyin sadece maddi olarak değil maddi-manevi olarak yapılması gerekir. Böylece sonucu bizi daha çok tatmin eder ve ileri ki işlerimizde bizim için daha güzel sonuçlar çıkarır.
Ayasofya'nın Denize Batan Sunağı
Efsaneyi beğenmemin nedeni sunağın battığı yerde hiç dalga olmaması ve güzel kokuların yayılmasıdır.
"Sunağın battığı yer oranın dalgasız olmasından ve güzel kokusundan tanınıyordu. Hatta birçok insan denizin derinliklerinde bulunan sunağı görebiliyordu."
Fatih Sultan Mehmet Ve Hızır
Efsaneyi beğenmiş olmam aklımda 'Acaba Hızır Aleyhisselam yaşıyor mu?' sorusunu getirmiş olmasıdır ki zaten bilgilere göre ölüp ölmediği net olarak söylenmez.
Bu efsanede Fatih Sultan Mehmet ile Hızır Aleyhisselam anlaşma yapar. Bu anlaşma ise Hızır Aleyhisselam'ın bes vakit namazdan birini mutlaka Fatih Camii'nde kılmasıdır.
Açık Unutulan Kapı Kerkoporta
"Kekoporta kapısının yeri, Teodosyus surunun son kulesinin eteğinde ve kuleden başlayarak ikinci sura varan duvardaydı. Sirk kapısı manasına gelen Kerkoporta uzun müddetten beri örülü bulunuyordu. Daha güneyde ve Tekfur Sarayı'na yakın bir yerde bulunan Ksilokerkon Pili daha kullanışlı olduğundan burası zamanla terk edilmişti.
Bu kapı İstanbul'un fethi ile ilgili bir Bizans efsanesine konu olmuştur. Bu efsaneye göre surların arasında dolaşan birkaç Türk askeri Edirnekapı ve Eğrikapı arasında bulunan Kerkoporta denilen, yayalara ayrılmış küçük kapılardan birinin aklın alamayacağı bir unutkanlık yüzünden açık kaldığını görürler. Diğer askerlerede bu haber verilir ve Türkler bu kapıdan girerek İstanbul'u fethederler. Herkesin unuttuğu kapı olan Kerkoporta böylece dünya tarihinin gidişatını değiştirir."
Bu efsaneyi çok beğendim çünkü unutlan bir şeyin daha sonradan ön plana çıkmış olabileceğini görmiş oldum, hayatta hiçbir şeyden umut kesilmemelidir. Ve unutulmamalıdır çünkü unutulan şey beklenmedik bir anda karşıma çıkabilir.
Alıntı.