Sert bir el istiyor zaman zaman. Tutup omuzlarından çeksin. Fırlatsın sonra duvara. Derisinin hemen altında zorlu kabuğu var. İstiyor ki onu çatırdatıp kırsın. Öyle de maharet göstersin, ezilmesin içi. Öyle sert olsun istese de okşayamasın onu. Çizikli parçaları olsun ama kırıldıkça ferahlasın. Acımak istiyor zaman zaman. Canı yansın.

“Kalem, kâğıt” diyor.

“Yaz bunları.”

Güneşli divana oturduk. Elleri çok soğuktu. Aramıza palto koydum. Altından uzanıp dokundum. Şehir görmesin diye. Kaçak yaşamak neymiş öğrendim. Hep gölge arıyor insan ardına saklanmak için. Şehir onu tanımasın istiyor. Yabancı gibi dolanmak, her gün gördüğü sokaklarla ilk kez tanışmak istiyor. Onu ısıttıkça ben üşüdüm. Sonra masada duran adisyonun arkasına yeni bir dil uydurdum.

sipas mahu: sevgili açlığım,

asdu E'rk'wê Melantia: şimdi sizinle Melantia'ya gitmeyi öneriyorum. Ahşapları arap sabunu kokan bir evim olacak. Annem ve büyük halam olacak içinde. Küçük memuriyetim olacak. Babam son vapurla İsrail'e hareket etti. Dönmeyecek. Odam ince el halılarıyla kaplı. Yalın ayak gezmeyi yakıştıramam kendime. Ekmeğimizi mutlaka küçük parçalar halinde yeriz. Asil bir aileyiz. Şimdi siz bakmayınız bu yoksulluğumuza.

Şimdi bütün bu manasız hikâyeleri yazarak saklanmaya çalışıyorum. İstiyorum ki ona dokunurken kimse bilmesin. Ve elimden tutup bu güneşli avludan çıkarsın ve büyük, sıcak odasına götürsün beni. Sert bir el istiyorum. Soyarken derimi de alsın. Utancımı ve günahlarımı da kırsın. Ama içimi ezmesin. Öyle maharetle dokunsun ki kanatırken iyi de etsin.