I- Rivayetçi Tarih Tarzı buna referant, narratif, hikayeci, nakilci gibi adlar da verebiliriz. Bu tarzdan tarihçiler yalnız olayları nakletmekle yetinirler. Hadiseler ne kadar mühim olursa olsun, bunlar hakkında hiç bir tenkide, muhakemeye girişmez; olaylar arasındaki bağları tespite çalışmaz, sistemleştirmez; yani tarihi manalandırmaya gayret etmez. Bu çeşit eserlerde "rivayet olunur ki..denilir ki,..”diye hadiseler nakledilir. Hadiseler arasında sebep-netice bağı kurmak, irtibat tesis etmek hiç akla gelmez, Bu hüviyetiyle masaldan, ancak yer ve zaman tasrih edildiği için ayrılır. Bu tarihçilikten ziyade bir nevi hikâyecilik gibi görünüyor. Bu tarz tarihçilik bütün milletlerde ilk merhaledir. Tarihçiliği iptidâisi ve en manasızıdır. Tetkikçilerin ifâdesine göre bazı tarihi hadiseler kısmen efsaneleşmiş vaziyette ve halkın heyecanla takip ettiği kahramanlık hikayeleri şeklinde ağızdan ağza söylenen tarzda idi.Sonra bir devir geldi, bu hikayeler manzum olarak söylenmeye başlandı.İşte bu yarı efsanevi, yarı hakikat olan hadiselerin ozanların, ağzından söylenmesi şekline “epos” yani destan denilir. Bu devir eski Greklerde Homeros’la en yüksek çağını bulmuştur. Homeros'un iki eseri vardır. İliada ve Odisseus; bun-lar eski Grek destan devrinin hatıralarını taşırlar. Zamanın akışı içinde bir üçüncü devre gelmiş, bu zamanda eserler nesre çevrilmiştir. İşte bu tarihçiliğe doğru ilk adımdır. Burada efsaneden ziyade bir hakikatin kalece alınması mevzubahistir. Bu devreyi de en iyi şekilde Heredotos ka-rakterize etmektedir. Masaldan tarihe doğru gelişmenin ilk temsilcisi bu sebeple tarihçilerin babası denilen Herodotos, Grek-Pers savaşlarını ele almış, bunu birçok masal unsuru ile süsleyip anlatmıştır. Gerçi kendisi Grekleri ve Persleri yakından tanıyordu, üstelik birçok resmi vesikaları görmüş, bunları eserinde de kullanmıştır.Ancak hadiseler arasındaki bağa önem vermeyerek, sadece nakletmekle yetinmiştir. Nakilci tarihçilik sonraları Roma ve Ortaçağ Avrupa’sında birçok mahsuller verdi. Kronikler, vekayinameler nakilci tarihçiliğin örneklerin-dendir. Keza kilise tarihleri de böyledir ve bu tarz, uzun müddet devam etmiştir. İslam dünyasında bunun ömrü daha uzun olmuştur. En kudretli İslam tarihçileri Taberi , (Öl.932); İbn-ül-Esir, (öl. 1231) bu nakilci tarza mensupturlar.Bu tarihçileri, gerçi verdikleri bilgileri senede yani vesikaya dayandırırlar; lakin hadiseler hiçbir şekilde sistemleştirilip anlamlandırılmamıştır. Bunlar kolaylık olsun diye hadiseleri tarih sırasıyla yıl yıl nakletmişlerdir. Bunlara "aynı zamanda vekaayinâme/kronik de denilir. Olaylar arasında sebep-netice bağı kurulmamış, muhakeme edilmemiş, sadece bir olayın oluşu haber verilmiştir. Çok zayıf olan bu tarihçilik,doğuda hala devam etmektedir. Bu tarihler sıkı bir tenkid süzgecinden geçirildikten sonra kullanılır. Zira bunlar hadiseler arasında irtibat kurmaz, muhakeme etmez, zaman-mekanı kesin göstermez, olayları tenkit etmez. Bu itibarla bunların verdikleri bilgiler, cansız, ruhsuz ve manasızdırlar.
II- Pragmatik ,Öğretici Tarihçilik:Hikayeci tarihçiliğin daha miladdan önceki yıllarda, yu-karda zikredilen büyük eksikliği sezilmiş, yeni bir tarz, öğretici yâni pragmatik tarihçilik meydana çıkmıştır. Bu tarzda geçmişin olaylarından gelecek için faydalar çıkarmak için gayesi güdülür.Mazinin insanlık için ibret teşkil edecek iyi veya kötü halleri, sırf cemiyeti terbiye, yani faide bakımından öğretilir;tarihi hadiselerden bugünkü hadiselerden bugünkü şartlara uygun şekilde ahlaki ve siyasi hükümler çıkarılır. Beşeri gibi görünen bu tip tarihçilikte asıl gaye milli-dir ve cemiyeti ahlaken yükseltmek gayesini güder. Pragmatik tarihçilik çok eski olup, kurucusu da eski Grek tarihçisi Thukydides'dir. Bu zat, M.Ö. 431-404 arasında cereyan eden ve Atina’nın mahvına sebep olan Peleponnes savaşlarının tarihini yazmıştır. Bu eser tarihi değerinden başka, hem edebi yönden, hem de tarihçiliğe ait nazari ve felsefi fikirler ileri sürmek bakımından önemlidir. Kısacası bu tür tarihçiliğin ilk müellifi ve onun teorisini de ilk vaz'edendir. Müellif, bu savaşların bizzat içinde bulunduğu için bu eser birinci derecede bir kaynak olup, bu özelliğinden dolayı, birçokları bunu ilk tarihçi kabul ederler. Tabii bu noktai nazar, pragmatik bakışlardır. Tjıukydides tarihe birkaç yenilik getirmiştir: Tarihi- hadiselerin aydınlatılmasında yer ve zaman kesin şekilde göstermiştir. Peleponnes savaşlarında, zaman kendi zamanı, mekan da Atina ve Isparta’dır .İkinci olarak maksat ve gayesini tespit etmiştir. Ona göre tarihin gayesi, hikaye ve masal nakletmek değil, siyasi olayları tespit etmektir.Thukydides’e göre tarihi yapan iki ana kuvvet para ve ordu olan maddi kuvvetler yanında, akıl ve irade olan manevi saiklerde vardır, işte Thukydides, Atina-Isparta savaşları sırasında Atina'nın perişanlığını görmüş, yıkılmış bir memleketin nasıl imar edileceği, Atina'nın bir daha böyle bir felâkete uğramaması için gerekli tavsiyelerde bulunmuştur. Thukydides 'in çığrından sonraki Grek ve roma tarihçileri de devam ettirir.Polybios ve Germen tarihçisi Tacitus da bu tarz tarihi yazmışlardır. Bu tarihin gayesi, önce insanlığa, sonra da mensup oldukları milletlere iyi örnekler vermektir. Burada umumiyetle milletleri yükselten şahsiyetler ön plana alındığından bu tarz tarihçilik tedricen bir büyük adamlar tarihi şekline girmiştir. Gaye millete fayda olduğundan büyük şahsiyetler çoğu kere idealleştirilir, renklendirilir ve mübalağalandırılır. Bu itibarla bu tarz tarihçilikte büyük adamlar tarihine doğru bir yönelme oldu.Plutarkhos, eski Grek ve Roma'nın meşhur adamlarını bu açıdan yazmıştır. Machiavelli, Prince adlı eserinde Thukydides' in gayesini gütmüş, hükümdarların nasıl olmaları gerektiğini anlatmıştır, Th. Carlyle.'in Kahramanlar adlı eseri de bu tarzın güzel bir örneğidir.İslam aleminde en büyük örnek şahsiyet, Hz.Peygamber olduğundan onun hayatını anlatan " siyer” kitapları, çoktur. Ayrıca yine örnek şahsiyetler olarak evliya hayatlarını anlatan " menakıpnâme" ler de bu tar-zın numuneleridir. Bilhassa Tanzimat’tan sonra Türkler arasında da pragmatik gelişmiştir. Namık Kemal'in Vatan Yahut Silistre'si ,Ziya Gökalp'ın Alageyik şiiri, hatta Atatürk'ün Nutuk'u bu çeşittendir.Bilhassa milletlerin hamleye ihtiyaçları olduğu devirlerde ortaya çıkan pragmatik usulün, birçok faydaları yanında başlıca iki mahsuru da vardır:Evvela belirli bir toplumun yükselmesini hedef tuttuğu için geçmişin birçok hadiselerini bırakıp, lüzumlu olanları seçiyor. Halbuki,tarihi hadiseler birbirine bağlı olup, bunlar akıp giden bir oluşun içindedirler. Her mille-tin tarihinde parlak zamanlar olduğu gibi, felaketli senelerde vardır.İşte bir ilim olarak tarihin, bu gerçekleri ortaya çıkarması gerektiği halde, pragmatik tarihçilik, yer yer gerçekleri kenara itmekte , bazı hadiseleri ise seçmektedir.İkinci nokta bu seçme işlerinde , asıl büyük rolün tarihçilere düştüğüdür. Burada tarihçinin sempatisi,sezgisi,hissi durumu mevzubahis olup, olaylar da böylece tasvir edilmektedir. Halbuki tarihçinin hadiseler ve gerçekler karşısında tutumunu değiştirmesi beklenemez. Bu tarz tarihçilikte gerçekler yar yer ihmal edilmekle beraber, bu çeşit tarihçilik tamamen bir masal da değildir. Mahzurlarına rağmen, pragmatik tarihçilik gelecekte de devam edecektir.Zira birçok ihtiyaçlara cevap vermektedir. Hatta denebilir ki,yukarıda sayılan mahzurları olmazsa, en şayanı tercih tarzlardan birisi bu çeşit tarihçilik olacaktır.
III-Araştırıcı, genetik tarihçilik:Bizim esas gayemiz bu tarihçilik olup, olayların nasıl olduğunu araştıran ilk iki tarz tarihçinin yanında "neden böyle oldu ?" sorusuna da cevap araştırmaktadır, Genetik tarihçiliğin gayesi, beşeri hayatın gelişme safhalarını sebep-neticeleriyle birlikte ortaya koymaktır. Modern tarih yazımını teşkil eden genetik tarz, tarihçilikte son merhaleyi teşkil eder. Bernheim’e göre tarih bilgisi, XIX,Yüzyıl ortalarında bu araştırıcı safhaya girmekle ilim olmuştur. Araştırıcı tarih sistemine giriş, insan dimağının ulaştığı en büyük başarılandan birisidir.
Bu çeşide temel oluşturan üç prensip vardır:
a) İnsanlar mahiyet bakımından birdirler ve aynı varlığa sahiptirler.Bir başka deyişle insanlar mahiyet ve varlık olarak birbirinin aynıdır.Dışarıdan görülen vasıfların hiçbir önemi yoktur.İnsanlar dil,renk,boy ve şekilleri ne olursa olsun,mahiyet olarak aynıdırlar. İnsanlar böyle bir oldukları için bunların tekamülleri de aynı şekilde olmaktadır. Şu halde insanların beraber gelişmesi ve tekâmülü sonunda meydana gelen kültür de müşterektir. Kültür insan cemiyetlerinin müşmalı ise, dün-yanın neresinde olursa olsun, insan topluluklarının tarihin meydana gelişinde az veya çok, uzun veya kısa bir tesiri vardır. Bu bilhassa,devrimiz tarih felsefecisi.ve tarihçisi A.Toynbee'nin temel düşüncesidir.
İnsanlar arasında tefrik kabul etmeyen bu fikir, XIX.yüzyılda ortaya çıkmıştır. İlk çağda kendileri dışındaki kavimleri "barbar" addeden Grek veya Roma dünyasında bu,fikir yoktur. Onlara göre yabancılar, yani “barbar”lar cahil mahluklardır ve dolayısıyla bunların beşeri davalar ve kültür meselelerinde herhangi bir rol oynamak kabiliyetleri de yoktur. Büyük tek tanrılı, dinler de, bir insan tasavvur ederlerse de bunlarda da yine bütün insanları şamil bir düşünce yoktur, İslamiyet ve ya Hıristiyanlık bütün fertlerin müsavi olduğunu söylerse de, bundan kendi dinlerinde olmayanlar hariç tutulmuşlardır. Dinlere göre bütün insanlar Allah tarafından yaratılmışlardır ve birbirlerinden farksızdırlar, üstelik tek insandan ürediklerinden birbirlerinin kardeşleridir de. Ancak bütün bu saydıklarımız sadece o dindeki insanlar için geçerlidir. Kendi dinlerinde olmayanlar kafirdirler;bunların asil medeni ve kültürel hayatta tek rolü yoktur.İşte bu gibi hususlarla anlaşılıyor ki, insanlar arasında fark, kabul etmeyen düşünce XIX.yüzyılda ortaya çıkıp gelişebilmiştir.
b) Bütün beşeri olaylar da mütemadi bir akış, oluş ve değişme vardır. Bu itibarla hiçbir tarihi olay, bir başkasına benzemez. Genetik tarihçilik bu açıdan her tarihi olaya ayrı bir önem verir.
c) İnsanların hal ve fiillerinden karşılıklı bağlantı ve tesirler bulunur. Karşılıklı rabıta ve tesirlerin mevcudiyetini dikkate almak, vak'aların tek başlarına değil, içtimai, iktisadi, dini ve sahalardaki hareket ve değişmelerle birlikte kül halinde meydana geldiğini; tarihi hadiseleri mücerret mütalaa etmenin imkânsızlığını ,bunun mutlaka diğer sosyal olaylarla aynı zamanda ve eşit kıymette ele alınması gerektiğini kabul etmek demektir.Bir tarihi olay içinde bir çok tarihi hadiseler olup, bunların hepsi birbirine bağlıdır. Siyasi olaylar sosyal, iktisadi duruma, sanat ve edebiyat üzerine birtakım tesirler husule getirdiği gibi, sosyal olaylar ve iktisadi krizlerin birçok tarihi hadiselere sebep olduğu birer vakıadır. Ortaçağların büyük Türk göçlerinin ana sebebi, meraların yetersizliği, yani iktisâdi bir sebep idi. Bunlar gibi bir cemiyette sanat ve ilim de aynı zamanda siyâsi hareketlere paralel olarak gelişir veya durur. Keza herhangi bir tarihi hadisede ayrıca iklim, toprak ve coğrafyanın da tesirleri olabilir.
TARİH METODOLOJOSİ DERS NOTLARI
Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu
Türkolog

Üyelik tarihi
21 Şubat 2017
Bulunduğu yer
İstanbul
Yaş
29
Mesajlar
5.834
Seslenildi
721 Mesaj
Etiketlendi
80 Konu
Ruh Hali

Tarih Yazma Tarzları
22 Mart 2017
TARİH YAZMA TARZLARI
- Paylaş
- Share this post on
Digg
Del.icio.us
Technorati
Twitter
Jön TüRk bunu beğendi.
Eğer şimdiye kadar başımıza gelenler bize bir şey öğretmediyse, bundan sonra bildiklerimiz hiçbir işe yaramayacaktır.