Neue Freie Preese muhabirine demeç (Hâkimiyet-i Millîye):



- Yeni Türkiye Anayasasının ilk maddelerini size yineleyeceğim:



“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Yürütme gücü, yasama yetkisi, milletin tek gerçek temsilcisi olan Meclis’te ortaya çıkmış ve toplanmıştır.”



Bu iki kelimeyi bir kelimede özetleyebiliriz; “Cumhuriyet” Yeni Türkiye’nin yenilenme işi daha son bulmamıştır. Savaştan sonra Türk Anayasasının gelişimi, henüz kesin bir biçim almış sayılamaz. Değişiklikler ve düzeltmeler yapmak ve Anayasayı daha yetkin bir hale getirmek gereklidir. Tamamlanmaya başlanan bu iş henüz bitmemiştir. Kısa bir zaman içinde Türkiye’nin bugün gerçekten almış bulunduğu biçim hukukî olarak da belirlenecektir. Yakın bir gelecekte bu meseleye dair hükûmet önerisi Meclise sunulacaktır. Bu önerinin tüm maddeleri Anayasanın gelişmesi ve tamamlanmasına ait bulunacaktır. Tüm Avrupa ve Amerika’daki Cumhuriyetler, nasıl temel olarak bir diğerinden ayrı değilse, aralarındaki ayrım nasıl yalnız biçime ait bulunuyorsa, Türkiye’nin de bu cumhuriyetlerden ayrımı sadece bir biçim meselesidir. Diğer cumhuriyet yöntemiyle yönetilen ülkelerde olduğu gibi bizim de egemenliğe sahip bir meclisimiz vardır. Yalnız bizde Büyük Millet Meclisi, hem yasama hem de yürütme yetkisine sahiptir. Başka yerde olduğu gibi bizde de bakanlar kendi bakanlıklarına ait işlerden sorumludurlar. Başka yerler de yeni Türkiye devleti bakanların Millet Meclisi elinde bir oyuncak olduğu sanılıyor. Bu yanlıştır, bakanlıkların sorumluluğuna ve görevine ait mesele de Anayasada yapılacak değişikliklerle belirlenmiş olacaktır. Sonuç olarak Cumhurbaşkanından, hükûmet başkanından ve sorumlu bakanlardan oluşmuş bir hükûmet kuracağız.



Yeni Türkiye’nin başkenti meselesine gelince, bunun cevabı kendiliğinden görülür: Ankara Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentidir.

S- Avrupa’da Türkiye’nin Avrupa’ya ve batılılığa düşmanlığı bulunduğu düşüncesi vardır. Türk basınında da bu nokta hakkında bir tartışma açılmıştı. Bu tartışmada batılılık savunuluyor veya karşısında bulunuyordu. Bu konuda ne düşünülüyor?

C- Yüzyıllardan beri düşmanlarımız, Avrupa kavimleri arasında Türklere karşı kin ve düşmanlık düşünceleri aşılamışlardır. Batı zihinlerine yerleşmiş olan bu düşünceler, özel bir düşünüş biçimi oluşturmuşlardır. Bu düşünüş biçimi hâlâ her şeye ve tüm olaylara rağmen vardır. Ve Avrupa’da hâlâ Türk’ün her türlü ilerlemeye düşman bir adam olduğu, manevî yönden ve düşünüş olarak gelişime yatkın olmayan bir adam olduğu sanılmaktadır. Bu büyük bir yanlışlıktır. Cevabımı basitleştirmek için size şu örneği vereceğim: Varsayınız ki, karşınızda iki adam var; bunlardan biri zengin ve emrine her türlü araçlar hazır; diğeri de yoksul ve elinde hiçbir araç yok. Bu araçların yokluğundan başka ikincinin manevî ruhunun da diğerinden hiç farkı ve aşağı bir durumu yoktur. İşte Avrupa ile Türkiye bir diğerine karşı bu durumdadır. Bizi aşağı olmaya mecbur olan kavim olarak tanımakla yetinmemiş olan Batı, yıkıklığımızı çabuklaştırmak için, ne yapmak gerekiyorsa yapmıştır. Batı ve Doğu zihinlerinde bir diğerine karşı gelen iki ilke söz konusu olduğu zaman, bunun en önemli kaynağını bulmak için Avrupa’ya bakmalı. İşte Avrupa’da sürekli savaştığımız bu düşünüş biçimi vardır.

İmparatorluk zamanında sultanın hükûmetleri Türk milletinin Avrupa ile ilişkisini engellemek için ellerinden geleni yapmışlar ve milletin istek ve iradesinden uzak ve ayrı olarak ülkeyi yönetmişler ve Türk milletini ilerlemenin dışında bırakmışlardır.



Biz milliyetçiler gözleri açık adamlarız. Gözlerimizi her gün daha çok açmaktayız ve gerek içerde ve gerek dışarıda olup biteni görüyoruz. Milletimizin uygar milletlerle ilişkisini kolaylaştırmak çıkarlarımız gereğidir.



Bu ilişkilerin yeniden kurulmasını yalnız istemekle kalmıyoruz, onları geliştirmek için her şeyi yapıyoruz.

Basınla milliyetçi Türkiye’nin yabancı düşmanı olduğu duyurulursa, büyük bir yanlışlık işlenmiş ve gerçekten var olan şeyin tersi ileri sürülmüş olur.



İkinci noktaya gelince, yani Türk basınından da batılılık ve doğululuk tartışması açıldığına gelince, basın istediği konuda, istediği gibi yorumlarda bulunabilir. Basın hiçbir nedenle baskı ve etkinliğe bağlı tutulamaz. Benim bu konuda şahsî görüşüm şudur ki tutucu olan ve bu konuda yalnız olan Tevhid-i Efkâr gazetesinin düşüncesi bizim gelişmemizin batı yönteminde olmasını değiştiremez. Onun hareketi batı basınına karşı tepki diye anlaşılabilir. O batı basını ki; çoğunluğu önceden bizim karşımızda bulunuyordu. Oluşan değişikliklere rağmen, eski, yöntemlerini değiştirmiyorlar.



S- Lozan barışı hakkındaki düşünceniz?

C- Lozan barışı, geneli bakımından bizi hoşnut ediyor. Biz bu anlaşmaya tümüyle uyacağız. Buna rağmen, şunu söylemekten kendimizi alamayız ki, daha düşmanlarımız vardır ve bu tasarlananların gerçekleştiğini sonradan Avrupa kavimlerinin belleklerinde oluşan Türkiye’ye uygun yeni bir eğilim ile görmek istiyoruz. Çözümlenmemiş meseleler için dostça çözüm biçimleri bulunacağını ümit ediyoruz. Uzak bir gelecekte değil, yakın bir gelecekte şimdiye kadar çözümlenmeyen meselelerin kesin olarak çözüm yoluna yaklaştığını görmek istiyoruz.