Yalçın kayaların tepesindeki bir şatoda, genç bir prens annesiyle birlikte yaşarmış. Bu prens havanın çiçek kokularıyla dolu olduğu bir bahar günü avlanmaya gitmiş.

Av peşinde dolaşırken akşama doğru ağaçların arasında karşısına gümüş renkli minicik bir göl çıkmış. Birden uzaktan kanat sesleri duymuş ve ağaçların arkasına saklanmış. Üç tane uzun boyunlu narin kuğu gökten süzülmüş. Gölün kıyısına konan kuğular beyaz tüylerini bir elbise gibi çıkarmışlar.

Genç prens gördüklerine inanamamış; kuğular birbirinden güzel genç kızlara dönüşüvermişler.

Kızlar göle girip yıkanmış, eğlenmişler. Sonra da kıyıya geri dönüp, tüyden elbiselerini sırtlarına geçirip kanatlanmışlar. Kızların üçü de çok güzelmiş, ama en küçükleri dünya güzeliymiş.

Prens o günden sonra başka şey düşünemez olmuş. Varsa yoksa kuğu kız!

Sonunda annesine durumu anlatmış.

“Eğer kuğu kıza kavuşamazsam, onunla evlenemezsem, ben bu dünyada yaşayamam” demiş.

Prensin annesi çok kederlenmiş. “Ah yavrum! Sen kuğu kızı unut” demiş,

“O bir peri kızı. Peri kızları da insanların yanında yaşamaz” diye dil dökmüş.

Prens annesini seviyormuş, gerçekten yürekten seviyormuş, ama kuğu kızı daha çok seviyor olsa ki, vazgeçememiş.

Kızı unutamamış. Kuğuları gördüğü göle geri dönmüş, sabah akşam arada kuğuların geleceği günü beklemeye başlamış.

Bir gece uzaktan yine kanat sesleri duyulmuş. Prens heyecanla gözlerini gecenin karanlığına dikmiş. Sonunda üç zarif kuğu göl kıyısına konmuş. Kuğular, beyaz tüyden elbiselerini üzerlerinden atıp yine dünya güzeli birer kız haline gelmişler. Suya girip yıkanmaya başlamışlar.

Onlar orada yıkanırken genç prens, en küçük kızın tüyden elbisesini kaptığı gibi kaçmaya başlamış. Arkasına bile bakmadan koşmuş. Kız kardeşler de hemen kıyıya yüzmüşler. İki kardeş elbiselerini sırtına geçirip uçmuş. En küçük kız ise tüyden elbisesi olmadığı için uçamamış. Prensin peşinden koşmuş. Onu yakalayınca da önünde diz çöküp elbisesini geri vermesi için yalvarmış yakarmış. Ablalarının peşinden gidebilmek için diller dökmüş.

Prens kararlıymış. Kuğu kızın tüyden elbisesini vermemiş. Sırtına bir pelerin sarıp, kızı şatosuna götürmüş ve onunla evlenmiş. Bir süre sonra kuğu kızı peri kardeşlerini unutmuş. Tüyden elbisesini unutmuş. Gümüş renkli gölü unutmuş.

Aradan altı bahar geçmiş. Ağaçlar yedinci defa çiçek açmaya başladığında, kuğu kızı peri kızı, prense bu şatoya ne zaman ve nasıl geldiklerini sormuş.

Kız beyaz ışıklar saçan elbisesini bulup eline almış.

Denemek ister gibi sırtına geçirmiş ve bir anda tekrar uzun boylu narin bir kuğu olup, açık pencereden uçuvermiş!

Prens o günden bu yana her baharda gümüş renkli gölün kıyısına gidermiş. Göl kenarında oturur, gece uzaklardan duymayı ümit ettiği kanat seslerini dinler kuğuların geleceği anı beklermiş. Ama kuğu kız bir daha gelmemiş.

Kuğu kızı peri kızını o günden sonra kimse görmemiş.

Alıntı