ŞERH

(الشرح)

İslâm dünyasında bir eserin daha geniş biçimde açıklanması amacıyla yazılmış kitapları ifade eden bir telif türü.

Sözlükte şerh “eti kesmek; bir şeyi genişletip yaymak; sözün kapalı kısımlarını açıklayıp anlaşılır hale getirmek” demektir (Lisânü’l-ǾArab, “şrĥ” md.; el-MuǾcemü’l-vasîŧ, s. 477). Literatürde sonuncu mânadan hareketle sözlü veya yazılı olarak bir konuda yapılan açıklamalara şerh denmiş, böylece ilimler tarihinde şerh bir telif türü şeklinde ortaya çıkmıştır. Şerhler bir ilim dalında meşhur olmuş genellikle muhtasar metinler üzerine kaleme alınan, bunlardaki kapalı ifadelerin açıklandığı, eksik bırakılan hususların tamamlandığı, hatalara işaret edildiği ve örneklerin çoğaltıldığı eserlerdir. Ancak Sîbeveyhi’nin el-Kitâb’ı, Müberred’in el-Muķteđab’ı ve İbnü’s-Serrâc’ın el-Uśûl’ü gibi geniş hacimli eserler hakkında da önemleri, kapalı veya anlaşılmayan kısımlarının bulunması dolayısıyla şerhler yazılmıştır. Şerh müellifleri genellikle metin müelliflerinden farklı kişiler olmakla birlikte bazı metin yazarlarının kendi eserlerini şerhettiği de olmuştur. İbn Mâlik et-Tâî’nin Teshîlü’l-Fevâǿid ve tekmîlü’l-Maķāśıd adlı eseriyle İbn Hişâm en-Nahvî’nin Şüźûrü’ź-źeheb ve Ķaŧrü’n-nedâ isimli kitaplarına yazdıkları şerhler bunlardan bazılarıdır. Öte yandan şerh üzerine şerhler de kaleme alınmıştır. Ancak genelde şerhlere dair yapılan açıklama, eleştiri ve ilâve tarzı notlardan oluşan eserler hâşiye, hâşiyelere dair yazılan notlar ise ta‘lik / ta‘likāt diye adlandırılmıştır. Şerhler umumiyetle bir eserin bütününü açıklamak amacıyla kaleme alınır. Fakat Mübârek b. Fâhır’ın Şerĥu Ħuŧbeti Edebi’l-kâtib (İbn Kuteybe), Fîrûzâbâdî’nin Nuġbetü (Buġyetü)’r-reşşâf min ħuŧbeti’l-Keşşâf (Zemahşerî) adlı eserleri gibi yalnız önemli görülen mukaddimeleri şerhedilen eserler de bulunmaktadır (DİA, XXXI, 116). Yine bazı eserlerde geçen şevâhid hakkında yazılmış çok sayıda şerh mevcuttur. Abdülkādir el-Bağdâdî’nin Ħizânetü’l-edeb’i, Radıyyüddin el-Esterâbâdî’nin İbnü’l-Hâcib’e ait el-Kâfiye’ye yazdığı şerhte yer alan şâhid beyitleri açıklamak için kaleme alınmıştır.

Kâtib Çelebî, eser telifinin gayelerini yedi madde halinde özetlerken kapalı kalmış hususları açıklama ve eserdeki hataları düzeltme nevilerine de yer verir. Aslında her müellif eserini şerhe ihtiyaç kalmadan anlaşılması için yazdığı halde daha çok üç sebeple şerhe ihtiyaç duyulduğu görülmektedir. Birincisi eserin müellifi zekâ, kabiliyet ve birikiminin seviyesi çerçevesinde incelediği konuyu kendince yeterli bir hacimde ortaya koysa da her okuyucu aynı seviyede olmadığından eserin şerhine ihtiyaç duyulur. İkincisi başka bir ilmin alanına girmesi dolayısıyla bazı temel bilgilere yer verilmemesi, bazılarının düzenlenmesinin ihmal edilmesi veya bazı hükümlerin illetlerinin belirtilmemesidir. Üçüncü sebep eserde yoruma muhtaç veya mecazi ifadelerin kullanılmasıdır. Ayrıca bazı eserlerde görülen yanlışlık ve eksikliklerin giderilmesi de şerh yazmayı gerekli kılar (Keşfü’ž-žunûn, I, 35-37). Şerh yazımında, genellikle ders kitabı olarak okutulan özlü metinlerin açıklanması suretiyle eğitim faaliyetine yardım edilmesinin yanı sıra geniş ilmî tartışmaların yapılması gibi etkenler de rol oynamıştır. Bu türden şerhlerde esas alınan metnin bir problemler veya önermeler listesi şeklinde kabul edildiği görülür. Söz konusu şerhlerde metin müellifinin ne demek istediği açıklanmakta, ardından konuyla ilgili görüşler tartışılmakta, sonunda şerh yazarının düşüncelerine ve itirazlarına yer verilmektedir (Anay, VII/76 [1996], s. 13). Bu bakımdan şerhin hitap ettiği okur kitlesine bağlı olarak öğretime yönelik şerhlerin kolay bir üslûpla, doğrudan ilmî katkı ve tartışmaya yönelik şerhlerin nisbeten zor anlaşılır bir üslûpla kaleme alındığı görülür.

Şekil bakımından şerhler üç gruba ayrılır. 1. Teftâzânî’nin Şerĥu’l-Maķāśıd’ı ve Mahmûd b. Abdurrahman el-İsfahânî’nin MeŧâliǾu’l-enžâr’ı gibi metnin başında “kāle” (kavlühû), şerhin başında “ekūlü” ifadelerinin yer aldığı şerhler. Bu şerhlerde metin bazan tamamen, bazan da şerh içinde geçtiği için kısmen verilir. 2. İbn Hacer el-Askalânî ve Kirmânî’nin Buhârî’nin el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’i üzerine yazdıkları şerhlerde görüldüğü gibi “kavlühû” ifadesiyle metnin sadece şerhe konu olan bölümünün verildiği çalışmalar. Bu tür şerhlerde bazan metnin tamamı hâmişte, sayfa başında veya satır aralarında verilir. 3. Metin ve şerhin birbirine katıldığı şerhler. Müteahhir dönemdeki şerhlerin çoğu bu şekildedir. Bu türden eserlerin yazma nüshalarında metne mim (metin) veya sâd (nass) harfleriyle, şerhe de şîn harfiyle işaret edilebilir. Bazan da metin, üzerine konulan çizgiyle şerhten ayırt edilir. Ancak bunların yanlışa ve karıştırmaya çok müsait olduğu belirtilir (Keşfü’ž-žunûn, I, 37). Bu tür eserlerde metinle şerhin birbirinden ayrılması için sonraki dönemlerde metnin parantez içine yazılması, metin ve şerhlerin farklı karakterdeki harflerle dizilmesi gibi yöntemlere başvurulmuştur. Bazan da metinler sayfanın üst kısmına, şerhler sayfa altlarına yazılır.

İslâm ilimleri tarihinde önemli bir konuma sahip olan şerh geleneği eski ve yeni dönemlerde bazı eleştirilere hedef teşkil etmiştir. Buna göre şerhlerde mâna ve muhtevadan çok lafızlar üzerinde durulmuş, örnekler tekrar edilmiş, sıradan cümlelerle aynı konularda birçok görüş bir araya toplanmış, gereksiz uzatmalarla konular daha zor anlaşılır hale getirilmiştir. Yine birçok şerhin üslûbunun zor, metodunun karmaşık olduğu ve genellikle ilme yeni katkılar sağlamadığı ileri sürülmüştür. Şerh ve hâşiye yazımının Memlükler ve Osmanlılar döneminde başlayıp devam ettiği, bu dönemlerin ilmî ve fikrî bakımdan duraklama ve gerilemeyi temsil ettiği söylenmiştir. Şerh ve hâşiye yazanların çoğunun eski Arap üslûbuna tamamen hâkim olamadıkları, edebî seviye bakımından yetersiz kaldıkları, hatta bazılarının gramer hataları yaptığı iddia edilmiştir. Buna karşılık şerhlerde görülen zorlukların büyük ölçüde ele alınan konulardaki derinleşme dolayısıyla ortaya çıktığı söylenmiş, ayrıca ilim adamlarının zor meseleleri anlama ve çözme becerileriyle diğerlerinden ayrıldıkları, bunun kusur değil üstünlük sayılması gerektiği belirtilmiştir. Bazılarınca ilmî bakımdan gerileme devri diye nitelendirilen şerh döneminde birçok büyük ilim adamının yetişmiş olması bu görüşün isabetsizliğini ortaya koymaktadır. Bu devirde yazılan eserlerin pedagojik kurallara uymadığı şeklindeki görüş de haksız bulunmuş; metin, şerh, hâşiye ve ta‘lik sıralamasıyla yapılan eğitimin tedrîcîlik yöntemi çerçevesinde ele alındığı ifade edilmiştir. Şerhlerden bir kısmının gereksiz bilgilerle doldurulması ve karmaşık olması yolundaki iddia bütün şerhler için geçerli sayılmadığı gibi bu tür eser yazma usulünün dönemin şartları ve ilim anlayışından kaynaklandığı, değerlendirme yapılırken tarihî bağlamının göz ardı edilmemesi gerektiği de vurgulanmıştır (Selmî, s. 267-270). Şerh geleneğinin İslâm öncesinden itibaren çeşitli milletlerde mevcut olduğu bilinmektedir. İslâm dünyasındaki şerh ve hâşiye geleneğinin ilk dönemlere kadar uzandığı, daha sonra özellikle Memlükler ve ardından Osmanlılar zamanında yaygınlaştığı görülmektedir. Hz. Peygamber’in Kur’an’daki bazı meseleleri tefsir etmesi, az bilinen kelimelerin mânalarını ve Kur’an hükümlerini açıklaması İslâm kültüründe şerhin başlangıcı kabul edilebilir (Habeşî, I, 7). Dil bilimi, belâgat, tarih, biyografi vb. birçok dalda ortaya konulan şerh literatürü, İslâm kültüründe kazandığı karakteristik özelliklerini Kur’an’ı ve onun i‘câzını daha iyi anlamaya yönelik araştırmalara borçludur (Kortantamer, sy. 8 [1994], s. 3).

İslâm literatüründe zengin bir miras oluşturan şerh türü eserler Arap dili ve edebiyatı alanında büyük miktarlara ulaşmıştır. Günümüze kadar gelen en eski Arap grameri çalışması olan Sîbeveyhi’nin (ö. 180/796) el-Kitâb’ı, ayrıca eserdeki şiir örnekleri üzerine çok sayıda şerh kaleme alınmıştır. Bunlar arasında Ebû Ömer el-Cermî, Mâzinî, Ebû Hâtim es-Sicistânî, Ebû İshak ez-Zeccâc, Ahfeş el-Asgar, İbnü’s-Serrâc, Ebû Ca‘fer en-Nehhâs, Ebû Saîd es-Sîrâfî, Rummânî, Yûsuf b. Hasan es-Sîrâfî, Hatîb el-İskâfî, Ebü’l-Alâ el-Maarrî, A‘lem eş-Şentemerî, İbnü’l-Bâziş, Zemahşerî ve Ebü’l-Bekā el-Ukberî’nin şerhleri sayılabilir. Zemahşerî’nin el-Mufaśśal’ının başlıca şerhleri arasında Muhammed b. Sa‘d el-Mervezî’nin el-Muĥaśśal, Kāsım b. Hüseyin el-Hârizmî’nin et-Taħmîr şerĥu’l-Mufaśśal, Ziyâeddin el-A‘cemî’nin Şerĥu’l-Mufaśśal, Ebü’l-Bekā İbn Yaîş’in Şerĥu’l-Mufaśśal, İbnü’l-Hâcib’in el-Îżâĥ fî şerĥi’l-Mufaśśal, Şerîf er-Radî’nin el-Mükemmel fî şerĥi’l-Mufaśśal, Ali b. Ömer Halîl el-Esfenderî’nin el-Muķtebes fî tavżîĥi me’ltebes, Muhammed Tayyib el-Mekkî’nin el-Vişâĥu’l-Ĥâmidî ve Muhammed Abdülganî’nin el-MuǾavvel adlı eserleri anılabilir. İbn Mâlik et-Tâî’nin Arap gramerine dair manzum eseri el-Elfiyye üzerine de çok sayıda şerh kaleme alınmıştır. Bunlardan meşhur olanları İbn Mâlik’in oğlu İbnü’n-Nâzım’ın ed-Dürretü’l-muđıyye, Ebû Hayyân el-Endelüsî’nin Menhecü’s-sâlik fi’l-kelâm Ǿalâ Elfiyyeti İbn Mâlik, İbn Hişâm en-Nahvî’nin Evđaĥu’l-mesâlik, Bahâeddin İbn Akīl’in Şerĥu Elfiyyeti İbn Mâlik, Nûreddin el-Üşmûnî’nin Menhecü’s-sâlik, Süyûtî’nin el-Behcetü’l-marđıyye ve Ahmed b. Zeynî Dahlân’ın el-Ezhârü’z-Zeyniyye’sidir. Ebû Hayyân el-Endelüsî’nin, şerhini İbn Mâlik’in görüşlerini reddetmek ve onun ilmî şöhretini gölgelemek amacıyla yazmış olması dikkat çekicidir. İbnü’l-Hâcib’in nahve dair muhtasar eseri el-Kâfiye üzerine de çoğu Arapça, bir kısmı Türkçe ve Farsça olmak üzere 150 kadar şerh yazılmıştır. Bunların en meşhurları bizzat müellifin Şerĥu’l-Kâfiye, Radî el-Esterâbâdî’nin Şerĥu’l-Kâfiye, Abdurrahman-ı Câmî’nin el-Fevâǿidü’ż-Żiyâǿiyye, Bedreddin İbn Cemâa’nın et-Tuĥfe Ǿale’l-Kâfiye, Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin Şerĥu’l-Kâfiye ve Sûdî Bosnevî’nin Şerh-i Kâfiye’sidir. İbnü’l-Hâcib’in sarf ilmine dair eş-Şâfiye’si üzerine kendisi, Çârperdî, Radî el-Esterâbâdî ve Nukrekâr tarafından kaleme alınan şerhlerle İzzeddin ez-Zencânî’nin el-İzzî fi’t-taśrîf’inin Teftâzânî şerhi meşhurdur. Sekkâkî’nin Arap gramerine ve belâgatına dair Miftâĥu’l-Ǿulûm’u hakkında da birçok şerh yazılmıştır. Bunlardan Hüsâmeddin el-Hârizmî’ye ait olan, eserin tamamının şerhi mahiyetinde iken, belâgatla ilgili üçüncü bölüme yapılan en meşhur şerhler Kutbüddîn-i Şîrâzî, Teftâzânî ve Seyyid Şerîf el-Cürcânî’ye aittir. Miftâĥu’l-Ǿulûm’un üçüncü bölümünün ihtisarı olan Hatîb el-Kazvînî’nin Telħîśu’l-Miftâĥ’ı, hakkında en çok şerh yazılan belâgat kitabıdır. Bu şerhler arasında Teftâzânî’nin el-Muŧavvel ile Muħtaśarü’l-meǾânî, İsâmüddin el-İsferâyînî’nin el-Aŧvel, İbn Ya‘kūb el-Mağribî’nin Mevâhibü’l-fettâĥ ve Bahâeddin es-Sübkî’nin ǾArûsü’l-efrâĥ’ı başta gelen çalışmalardır. Arap dilinin günümüze ulaşan en hacimli sözlüğü olan Muhammed Murtazâ ez-Zebîdî’nin Tâcü’l-Ǿarûs’u Fîrûzâbâdî’nin el-Ķāmûsü’l-muĥîŧ’i üzerine yazılmış bir şerhtir. Adudüddin el-Îcî’nin er-Risâletü’l-vażǾiyye’siyle ilgili Ali es-Semerkandî, Ali Kuşçu, Ebü’l-Kāsım es-Semerkandî ve İsâmüddin el-İsferâyînî’nin şerhleri bulunmaktadır. Ebü’l-Kāsım es-Semerkandî’nin istiâreye dair Ferâǿidü’l-fevâǿid’i (er-Risâletü’s-Semerķandiyye) hakkında da başta İsâmüddin el-İsferâyînî, Sabbân, Bâcûrî ve Ahmed b. Abdülfettâh el-Mollâvî’nin şerhleri olmak üzere çok sayıda şerh, hâşiye ve ta‘lik yazılmıştır.

Arap edebiyatında bilhassa Câhiliye dönemi şairlerine veya kabilelerine ait şiirlerin toplandığı divanlar ve muhtelif şairlerden yapılan seçmeler sonucu oluşan antolojiler hakkında birçok şerh kaleme alınmıştır. İlk şârihlerin aynı zamanda bu şiirleri derleyen râviler olduğu görülür. Bunlar arasında İbnü’s-Sikkît, Muhammed b. Habîb, Ebû Hâtim es-Sicistânî ve Sükkerî gibi isimler dikkat çeker. İlk devrin şerhleri daha çok anlaşılması zor kelimeleri ve adları geçen şahıs, yer ve olayları açıklamaya yöneliktir. Kabile şiirleri divanlarından günümüze ulaşan tek örnek, Sükkerî tarafından derlenip şerhedilen ve Hüzeyl kabilesine mensup şairlerin şiirlerini kapsayan Dîvânü’l-Hüźeliyyîn’dir. Arap şiirinin en önemli antolojilerinden olan MuǾallaķāt üzerine Ebû Bekir İbnü’l-Enbârî, Ebû Ca‘fer en-Nehhâs, Hüseyin b. Ahmed ez-Zevzenî ve Hatîb et-Tebrîzî’nin yazdıkları şerhler meşhurdur. Ebû Temmâm’ın antolojisi el-Ĥamâse’nin dikkat çeken şerhleri Ebû Bekir es-Sûlî, Ebû Ca‘fer en-Nehhâs, Ebü’l-Hasan Ali b. Hâris el-Biyârî, İbn Cinnî, Ebû Hilâl el-Askerî, Muhammed b. Âdem el-Herevî, Ebû Ali el-Merzûkī, Ebü’l-Alâ el-Maarrî, İbn Sîde, A‘lem eş-Şentemerî, Hatîb et-Tebrîzî, Şümeym el-Hillî ve Ebü’l-Bekā el-Ukberî tarafından kaleme alınmıştır. Mütenebbî ve Ebü’l-Alâ el-Maarrî gibi İslâmî dönemin önde gelen şairlerinin divanlarına da çok sayıda şerh yazılmıştır. Divan ve antolojilerin yanı sıra Kâ‘b b. Züheyr’in ve Bûsîrî’nin Ķaśîdetü’l-bürde’leri gibi yaygınlık kazanmış kasideler üzerine de şerhler yazılmıştır. Kâ‘b b. Züheyr şerhlerinin en önemlileri Ebü’l-Abbas el-Ahvel, Sa‘leb, Îsâ b. Abdülazîz el-Cezûlî, İbn Düreyd, Ebû Bekir İbnü’l-Enbârî, Hatîb et-Tebrîzî, Abdüllatîf el-Bağdâdî, İbn Hişâm en-Nahvî, İbn Hicce, İbn Seyyidünnâs, Devletâbâdî, Süyûtî, İbn Hacer el-Heytemî ve İbrâhim el-Bâcûrî’ye aittir. Bûsîrî’nin kasidesine ait 100’den fazla şerhten Şemseddin Muhammed el-Feyyûmî, Hâlid b. Abdullah el-Ezherî, İbn Hacer el-Heytemî, Ömer b. Ahmed Harpûtî ve Âbidin Paşa’nın eserleri anılabilir. Diğer taraftan Arap nesrinin dikkat çekici örneklerinden olan Harîrî’nin el-Maķāmât’ı için de birçok şerh kaleme alınmış olup en meşhurları Ahmed b. Abdülmü’min eş-Şerîşî, Mutarrizî ve Ebü’l-Bekā el-Ukberî’ye aittir.

Çok sayıda şerhin yazıldığı bir alan da tasavvuftur. Bu sahanın önemli eserlerinden olan Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin Fuśûśü’l-ĥikem’i için 100’den fazla şerh kaleme alınmıştır. Bunlardan Cendî’nin Şerĥu Fuśûśi’l-ĥikem’i metinle irtibatlı ilk tam şerh olma özelliğini taşır. Abdürrezzâk el-Kâşânî’nin Şerĥu Fuśûśi’l-ĥikem’i metnin dilini izahtan çok fikrî açıklamalarıyla önem arzeder. Dâvûd-i Kayserî’nin MuŧŧalaǾu ħuśûśi’l-kilem’i ise esas metni takip ederek açıklayan ilk düzenli ve kullanışlı Fuśûśü’l-ĥikem şerhidir. Eser üzerine ayrıca Abdullah Bosnevî’nin Tecelliyâtü arâisi’n-nusûs ve Ahmet Avni Konuk’un Fusûsü’l-Hikem Tercüme ve Şerhi adlı Türkçe şerhler bulunmaktadır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Meŝnevî’sinin en yaygın Türkçe şerhleri İsmâil Rusûhî Ankaravî’nin Mecmûatü’l-letâif, Sarı Abdullah Efendi’nin birinci cilde ait olan Cevâhir-i Bevâhir-i Mesnevî, İsmâil Hakkı Bursevî’nin Rûhu’l-Mesnevî, eserin tamamını içeren Mehmed Murad Efendi’nin Hulâsatü’r-rûh, Âbidin Paşa’nın Tercüme ve Şerh-i Mesnevî-i Ma‘nevî, Ahmet Avni Konuk’un Mesnevî Tercüme ve Şerhi, Tâhirülmevlevî’nin Şerh-i Mesnevî’sidir. Meŝnevî’nin Farsça şerhleri arasında Kemâleddîn-i Hârizmî’nin mensur Cevâhirü’l-esrâr ve zevâhirü’l-envâr’ı ile manzum Künûzü’l-ĥaķāǿiķ fî rumûzi’d-deķāǿiķ, Şah Velî Muhammed Ekberâbâdî’nin Maħzenü’l-esrâr, Abdülalî Muhammed Leknevî’nin Baĥrü’l-Ǿulûm ve Şeyh Muhammed Takī-i Ca‘ferî’nin Tefsîr ü Naķd u Taĥlîl-i Meŝnevî’si zikredilebilir.

İslâm felsefesi alanındaki eserler için yazılan şerhler arasında en yaygın olanları İbn Sînâ’nın el-İşârât ve’t-tenbîhât’ına Nasîrüddîn-i Tûsî ve Fahreddin er-Râzî’nin, yine İbn Sînâ’nın ǾUyûnü’l-ĥikme’sine Fahreddin er-Râzî’nin, Sühreverdî’nin Ĥikmetü’l-işrâķ’ına Muhammed b. Mahmûd eş-Şehrezûrî, Kutbüddîn-i Şîrâzî ve Neyrîzî’nin, aynı filozofun Heyâkilü’n-nûr’una Devvânî ve Mîr Gıyâseddin Mansûr’un şerhleridir. Esîrüddin el-Ebherî’nin klasik İslâm felsefesinin problemlerine dair Hidâyetü’l-ĥikme’si için yazılan çok sayıdaki şerhten en meşhur olanları Kādî Mîr Meybüdî ile Sadreddîn-i Şîrâzî’ye ait olanlardır. İbn Rüşd’ün, Aristo’nun çeşitli eserlerini yorumlamak ve uyarlamak suretiyle oluşturduğu bazı kitapları da şerh olarak değerlendirilmiştir. Mantık alanında Esîrüddin el-Ebherî’nin Îsâġūcî’si üzerine kaleme alınan şerhlerin en meşhurları Molla Fenârî’nin el-Fevâǿidü’l-Fenâriyye ve Zekeriyyâ el-Ensârî’nin el-MuŧŧalaǾıdır. Ali b. Ömer el-Kâtibî’nin eş-Şemsiyye adlı kitabının en meşhur şerhi Kutbüddin er-Râzî’nin Taĥrîrü’l-ķavâǾidi’l-manŧıķıyye’sidir. Cedel ve münazara sahasında Muhammed b. Eşref es-Semerkandî’nin Âdâbü’l-baĥŝ’i hakkında Kemâleddin Mes‘ûd eş-Şirvânî’nin, Adudüddin el-Îcî’nin Âdâbü’l-baĥŝ’i üzerine Muhammed el-Hanefî et-Tebrîzî’nin, Saçaklızâde’nin er-Risâletü’l-velediyye’si üzerine Abdülvehhâb b. Hüseyin el-Âmidî’nin şerhleri meşhurdur (diğer ilim dallarındaki şerhler için aş.bk.).

Şiî literatüründe de çok sayıda şerhe rastlanır (Âgā Büzürg-i Tahrânî, XIII, 53-398; XIV, 3-178). Bunlar arasında Şerîf er-Radî tarafından derlenen ve Hz. Ali’ye nisbet edilen çeşitli metinlerden oluşmuş Nehcü’l-belâġa üzerine yazılan şerhlerin sayısının 210 kadar olduğu söylenir. Bunların en hacimlisi ve en mükemmeli İbn Ebü’l-Hadîd’in şerhidir. İmâmiyye Şîası’nın dört temel hadis kitabını oluşturan Küleynî’nin el-Kâfî, Şeyh Sadûk’un Men lâ yaĥđuruhü’l-faķīh ve Ebû Ca‘fer et-Tûsî’nin el-İstibśâr ve Tehźîbü’l-aĥkâm’ı, üzerlerine çok sayıda şerh yazılan eserler arasındadır. Abdullah Muhammed el-Habeşî tarafından hazırlanan CâmiǾu’ş-şürûĥ ve’l-ĥavâşî adlı çalışmada (I-III, Ebûzabî 1425/2004) İslâm literatüründe ortaya konmuş şerh ve hâşiyelerin bir dökümü yapılmaktadır.

---

Türk Edebiyatında Şerh

TÜRK EDEBİYATI. Osmanlı coğrafyasında Türkçe ile birlikte Arapça ve Farsça da kullanıldığından bu alanda kaleme alınmış şerhler çok dillidir. Arapça’dan Hz. Ali, Kâ‘b b. Züheyr, İbnü’l-Fârız ve Muhammed b. Saîd el-Bûsîrî; Farsça’dan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Ferîdüddin Attâr, Sa‘dî-i Şîrâzî, Hâfız-ı Şîrâzî, Molla Câmî, Hüsrev-i Dihlevî, Örfî-i Şîrâzî, Sâib-i Tebrîzî ve Şevket-i Buhârî gibi ediplerin eserleri çok sayıda Türkçe şerhe konu teşkil etmiştir. Arapça-Farsça edebî eserlere yazılmış Türkçe şerhler şerh literatürünün önemli bir kısmını oluşturur. Bu eserler çoğunlukla nesir halinde şerhedilmiş olup manzum şerhlere nâdiren rastlanır. Türkçe’de şerh geleneğinin başladığı XV. yüzyılda ve yoğunlaştığı XVIII-XIX. yüzyıllar boyunca bazı şârihlerin özgün üslûplarından söz edilebilir. Bir kısım şerhlerde rastlanan reddiye ve tashihler şârihlerin kendilerinden önce kaleme alınmış bazı şerhleri incelediklerini göstermektedir.

Arapça-Farsça metinlere yazılan şerhlerde kelime ve terkiplerin sözlük anlamları, gramer özellikleri, metindeki diğer kelimelerle irtibatları ve bu şekilde kazandıkları mânalar üzerinde durulur. Kelimelerin semantik ayrıntılarına dikkat eden şârihler başta âyet ve hadisler olmak üzere manzum-mensur örneklerle destekledikleri ifadelerini atasözleri ve hikâyelerle daha akıcı hale getirir. Türkçe şerhlerde Arapça’da olduğu gibi kalıplaşmış sözlere benzer bir ifade sistemi kurulduğu görülür. Okuyucuya hitaplarda, şerh bölümleri arasındaki geçişlerde, alıntı ve göndermelerde çoğunlukla bu kalıp ifadelerden yararlanılır. Bu genel çerçeve içinde metinlerin şerhinde çeşitli ilimlere dair terminoloji kullanılır. Hacimli şerhlerde rastlanan metin içi göndermeler ve bazı şerhlerde görülen nüsha-rivayet tenkitleri de geleneksel şerh metodunun önemli unsurlarıdır.

Osmanlı edebiyatında Muslihuddin Mustafa Sürûrî, Mustafa Şem‘î Efendi ve Sûdî Bosnevî daha çok Farsça metinlere yazdıkları şerhlerle tanınır. Ayrıca İsmâil Hakkı Bursevî, Abdullah Salâhî Uşşâkī ve Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin yanında İsmâil Ankaravî (Hazret-i Şârih), Sarı Abdullah Efendi (şârih-i Meŝnevî) ve Abdullah Bosnevî (şârih-i Fuśûś) anılması gereken şârihlerdir. Farsça edebî eserler için yazılmış Türkçe şerhler bu dile ait klasik eserlerin de bir dökümünü verir. Muslihuddin Mustafa Sürûrî, Şem‘î, Sûdî Bosnevî, Kefevî Hüseyin Efendi ve Mehmed Vehbi Efendi’nin Dîvân-ı Ĥâfıž şerhleri; Mehmed Hakîm ve Edîb’in Dîvân-ı Şevket-i Buħârî şerhleri; Ömer Nüzhet, Ahmed Sabîh ve Yanyalı Süleyman’ın Dîvân-ı ǾÖrfî-i Şîrâzî şerhleri; Şem‘î’nin Dîvân-ı Şâhî şerhi; Dâniş’in Dîvân-ı Selîmî (Yavuz Sultan Selim) şerhi; Yûsuf-i Âmidî’nin Ferişte Dîvânı şerhi; Nusret Ebûbekir Efendi ve Süleyman Fehîm ile Ahmed Cevdet Paşa’nın birlikte yazdıkları Sâib Dîvânı şerhleri; İbrâhim Bey, Muînî, Şem‘î, İsmâil Rusûhî Ankaravî, Abdülmecid Sivâsî, Ahmed Sabûhî Dede, Sarı Abdullah Efendi, Şifâî Mehmed Dede, İsmâil Hakkı Bursevî, Mehmed Murad Nakşibendî, Prevezeli Âbidin Paşa, Ahmet Avni Konuk ve Tâhirülmevlevî tarafından Meŝnevî’nin tamamına ya da bir kısmına yazılan şerhler; İlmî Dede, Abdülmecid Sivâsî, Abdullah Bosnevî, Cevrî İbrâhim Çelebi ve Şeyh Galib’in Cezîre-i Mesnevî şerhleri; Şem‘î, Sûdî Bosnevî ve Mehmed Rahmî b. Ahmed’in Bostân şerhleri; Lâmiî Çelebi, Mevlânâ Rüşdî Karahisârî, Pîr Hamdî, Saffet ve Ca‘fer-i Tayyâr b. Ahmed Sâlim’in Dîbâce-i Gülistân’a yazdıkları şerhler; Şem‘î, Sûdî Bosnevî ve Kefevî Hüseyin Çelebi’nin Gülistân şerhleri; Şem‘î ve Şâkir-i Rûmî’nin Bahâristân şerhleri; Lâmiî ve Himmetzâde Abdî Efendi’nin Dîbâce-i Bahâristân şerhleri; Şem‘î’nin Manŧıķu’ŧ-ŧayr şerhi; yine Şem‘î, Vak‘anüvis Abdurrahman Abdi Paşa (Müfîd), Hasan Şuûrî, İsmâil Hakkı Bursevî, Mustafa Refîa, Kilisli Mustafa Rûhî Efendi, Molla Mehmed Murad, Nâilî Sâlih Efendi, Hulûsî ve Ömer b. Hüseyin’in Pend-i ǾAŧŧâr şerhleri; Harîrîzâde’nin ve Hüseyin Bey’in Gülşen-i Râz şerhleri, Sürûrî’nin Şebistân-ı Ħayâl şerhi; Şem‘î tarafından Molla Câmî’nin Yûsuf u Züleyħâ, Tuĥfetü’l-aĥrâr ve Śubĥatü’l-ebrâr adlı eserlerine yazılan şerhler bunlardandır. Divanının tamamı şerhedilen Örfî-i Şîrâzî’nin çeşitli kasideleri kendine özgü bir gelenek oluşturacak kadar şerhedilmiştir. Edirneli Mecdî Mehmed, Neşâtî, Himmet Dede, Adnî Dede, Rodosîzâde Mehmed Emin Efendi, Himmetzâde Abdî, Kâmî, Murtaza Trabzonî, Seyyid Hakîm Mehmed Efendi, Ömer Nüzhet ve Abdullah Salâhî Uşşâkī bu şârihler arasında sayılabilir. Mehmed Murad Nakşibendî ve Seyyid Mustafa Besîm Manyasî’nin Şevket-i Buhârî kasidelerine, Nusret Ebûbekir Efendi’nin Ķaśîde-i Tâǿiyye-i Śâǿib-i Tebrîzî’ye yazdıkları şerhler de bunlar arasında yer alır. Farsça gazel, dûbeyt, rubâî, bend, muamma ve müstakil beyitlerin şerhedildiği eserler de vardır. Şücâ‘-ı Moravî’nin Şerh-i Gazel-i Hâfız’ı, Mehmed İlmî b. Halîl’in Şerh-i Gazel-i Molla Câmî’si, Bihiştî Ramazan Efendi’nin Şerh-i Manzûme-i Muammâ-yı Câmî’si, Sürûrî’nin Şerh-i Muammeyât-ı Câmî’si, Tilkizâde Mehmed b. İbrâhim’in Şerh-i Gazeliyyât-ı Örfî’si, Abdullah Salâhî Uşşâkī ve Mustafa İsâmüddin Üsküdârî’nin Şerh-i Beyt-i Hüsrev-i Dihlevî’leri, Salâhî Uşşâkī ve Müstakimzâde Süleyman’ın Şerh-i Rubâî-i Ebî Saîd-i Ebi’l-Hayr’ları, Emîr Buhârî, İsmâil Hakkı Bursevî ve Salâhî Uşşâkī’nin Şerh-i Gazel-i Mevlânâ’ları, yine Salâhî Uşşâkī’nin Şerh-i Beyt-i Şevket’i, Şerh-i Beyt-i Hâkānî’si, Şerh-i Beyt-i Enverî’si, Nusret Ebûbekir Efendi’nin Şerh-i Ba’z-ı Gazeliyyât-ı Sâib’i, Pîrîzâde’nin Şerh-i Ebyât-ı Sâib’i, Ömer Fâik’in Şerh-i Gazel-i Sâib der-Hakk-ı Ney’i, Müstakimzâde Süleyman’ın Nizâmî, Mevlânâ, Hâfız, Molla Câmî, Şevket-i Buhârî, Örfî ve Nesîmî’nin beyitlerine yazdığı şerhlerle Şerh-i Beyt ez-Gülşen-i Râz’ı bu tür eserlerdendir.

Arapça edebî metinler üzerine kaleme alınan Türkçe şerhler Farsça’ya oranla daha azdır. Genellikle manzum olarak yazılan esmâ-i hüsnâ, kırk hadis ve hilye şerhleriyle Abdullah Salâhî Uşşâkī ve Müstakimzâde Süleyman’ın Hz. Ali Divanı şerhleri gibi birkaç örnek dışında Arapça metinlere dair Türkçe şerh geleneğinin bağımsız manzumeler etrafında şekillendiği söylenebilir. Edebî yönü ağırlıkta olan manzumelerden özellikle Kâ‘b b. Züheyr’in Ķaśîdetü’l-bürde / Ķaśîde-i Bânet SüǾâd ve Muhammed b. Saîd el-Bûsîrî’nin Ķaśîdetü’l-bürǿe / Ķaśîdetü’l-bürde adlarıyla bilinen kasideleri en çok şerhedilen metinler olarak dikkat çeker. Ķaśîde-i Bânet SüǾâd’a yazılmış şerhler arasında İskilip Müftüsü Mehmed Emin Efendi, Nişancı Abdurrahman Abdi Paşa, Abdülbâkī b. Ahmed Abdi, Seyyid Ahmed Raûfî Üsküdârî, Şânîzâde İbrâhim, Eyüp Sabri Paşa, Şeyhülislâm Ahmed Muhtar Beyefendi, Mollacıkzâde Mehmed Râif ve Ispartalı Zeynelâbidin’in eserleri anılabilir. Yine Kâ‘b b. Züheyr’in Ķaśîdetü’l-Lâmiyye’sini Nahîfî, Dimyâtiyye Kasîdesi’ni Vahîd Mehmed Emin Efendi şerhetmiştir. Leâlî Ahmed b. Mustafa, Şeyh Sâdullah Halvetî, Şeyhülislâm Mekkî Mehmed Efendi, Şeyh Abdullah b. Ahmed, Mehmed b. Feyzullah, Mehmed b. Halîl, Edirne Müftüsü Fevzi Efendi, Kayacıklı Süleyman Efendi, Âbidin Paşa, Hacı Mehmed Saîd, Erzurumlu Hasan Fehmi Efendi, Müstakimzâde Süleyman, Rusçuklu Mehmed Hayri, Hacı Mehmed Ziyâeddin Türkzâde, Akhisarlı Hâfız İsmâil Nazif ve Seyyid Hasan Rızâî, İmam Bûsîrî’nin Ķaśîdetü’l-bürǿe’sine şerh yazanlardandır. İsmail Rusûhî Ankaravî, İbnü’l-Fârız’ın Tâǿiyye ve Ħamriyye kasidelerini, Salâhî Uşşâkī, Abdüsselâm b. Nu‘mân b. Halîl, Mehmed Saîd, Kara Mustafa b. Abdullah Alâî Ħamriyye kasidesini, Mehmed Nâzım ise Yâǿiyye, Ħamriyye (Mîmiyye) ve Râǿiyye kasidelerini şerhetmiştir. İbnü’n-Nahvî’nin aralarında İsmâil Rusûhî Ankaravî, Abdullah Bosnevî ve Mustafa İsâmüddin Üsküdârî gibi şârihlerin bulunduğu edipler tarafından şerhedilen el-Ķaśîdetü’l-Münferice’si de Osmanlı edebiyatında tanınmış metinlerdendir. Geleneğin en üretken şârihlerinden olan Salâhî Uşşâkī’nin Şerh-i Rubâî-i Alî ve Şerh-i Muammâ-yı Alî’si; Müstakimzâde Süleyman’ın Şerh-i Ayniyye-i Süheylî, Şerh-i Kasîde-i Mudariyye (Hediyyetü’s-Seferiyye), Şerh-i Ebyât-ı Sandûka-i Abdülkādir Geylânî, Şerh-i Ebyât-ı Pîr-i Herât, Şerh-i Beyt-i Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Şerh-i Beyt-i İmâm Şâtıbî’si; Mustafa İsâmüddin Üsküdârî ve Mustafa Ârif’in Şerh-i Kasîde-i Mudariyye’leriyle yine Mustafa İsâmüddin Üsküdârî’nin Şerh-i Kasîde-i Tantarâniyye’si de burada sayılabilir. Abdüllatîf İbn Melek’in Firişteoğlu Lugati, Halîmî’nin Bahrü’l-garâib’i, Şâhidî’nin Tuhfe’si, Şeyh Ahmed Şihâbî’nin Nazmü’l-leâl’i, Hüseyin Murtazâ el-Bağdâdî’nin Lugat-ı Târîh-i Vassâf’ı, Osman b. İbrâhim Bosnevî’nin Sübha-i Sıbyân’ı, Antakyalı Şeyh Ahmed’in Se Zebân’ı, Sünbülzâde Vehbî’nin Tuhfe’si ve Nuhbe’si ile Ayıntâbî Hüseyin Aynî’nin Nazmü’l-cevher’i başta olmak üzere manzum olarak kaleme alınmış Türkçe-Arapça, Türkçe-Farsça, Türkçe-Arapça-Farsça sözlüklere de bir hayli şerh yazılmıştır.

Türkçe manzum metinleri şerhetme ihtiyacı ise daha entelektüel bir zeminde gelişmiştir. XX. yüzyıl başlarına kadar birkaç istisna dışında klasik edebiyat manzumelerinin şerhlerine rastlanmaz. Başlangıcından itibaren tasavvufî çevrelerde ortaya çıkan Türkçe manzumeleri şerhetme geleneği kendine özgü bir edebî çığır oluşturmuştur. Diğer şerhlerde yer alan metinlerin diliyle ilgili gramer ayrıntıları tasavvufî şerhlerde nâdiren yer bulur. Türkçe tasavvufî şiir şerhleri, şerh metinlerinin hemen tamamına hâkim olan “tümevarım” yaklaşımının en çok kırılmaya uğradığı metinlerdir. Muhteva merkezli olan bu şerhlerde metnin belirleyicisi tasavvuf konularıdır. Tasavvuf şiirinin özgün nazım türlerinden olan şathiyelerin şerhedilen şiirler arasında belirgin bir ağırlığı vardır. Türkçe’de tasavvufî şiir şerhleri, dil ve kültürle ilgili açıklamalardan ziyade tasavvufî terminolojinin geliştirilmesiyle zenginlik ve değer kazanır. Tasavvufî çevrelerde eğitim aracı olarak da kullanılan bu şerhler mânevî bir işaret üzerine ya da dostların ricası gibi sebeplerle kaleme alınmıştır. Çok defa metnin yazarı gibi kendisi de mutasavvıf olan şârih genellikle hedef okuyucu kitlesinin seviyesine göre bir dil ve üslûp benimser. Bu arada dinî ilimlerin yanı sıra ilm-i nücûm, tıp, kimya, rüya tabiri, ebced, belâgat vb. ilim dallarından da yararlanır. Bazan âyet ve hadis metinleri, peygamber kıssaları, sûfî menkıbeleri, darbımeseller, halk rivayetleri ve diğer tahkiye unsurları tasavvufî şiir şerhlerinin konusunu oluşturur. Hemen tamamında bir hitap tarzının yer aldığı tasavvufî şiir şerhlerinde soru-cevap ve örneklendirme ile anlatım yöntemleri etkili biçimde kullanılmıştır.

Mevcut metinlere göre şiirleri şerhedilen ilk Anadolu şairi Yûnus Emre’dir. Yûnus’un, “Çıktım erik dalına ...” diye başlayan ünlü şathiyesi, ilk defa XV-XVI. yüzyıl şârihlerinden Şeyhzâde Muhyiddin Mehmed Efendi tarafından şerhedilmiştir. Niyâzî-i Mısrî, İsmâil Hakkı Bursevî, Ali Nakşibendî, İbrâhim Hâs da aynı şathiyeye şerh yazmıştır. Hacı Bayrâm-ı Velî’nin “Çalabım bir şar yaratmış ...” diye başlayan ilâhisi Abdühay Celvetî, İsmâil Hakkı Bursevî ve Şeyhülislâm Seyyid Feyzullah Efendi tarafından şerhedilmiştir. Şiirleri en fazla şerhedilen şair ise Niyâzî-i Mısrî’dir. Onun divanının Muhammed Nûrü’l-Arabî tarafından yapılan şerhi ve diğer gazellerine yazılmış şerhlerin önemli bir kısmı günümüz Türkçesi’ne de aktarılarak yayımlanmıştır (nşr. Sadettin Bilginer, İstanbul 1976). Şemseddin Sivâsî’nin III. Murad’ın gazelleri ve Âyînezâde Mehmed Şemseddin’in İsmâil Rusûhî ve Çelebi Sultan’ın gazelleriyle Mustafa Azbî Baba’nın Niyâzî-i Mısrî gazeli şerhleri geleneğin gelişme evresindeki dikkat çekici örneklerdir.

İlk temsilcisi XVI. yüzyılın başlarında yetişen tasavvufî şiir şerhi geleneği, divan şiirinin en parlak dönemi olan XVI ve XVII. yüzyıllar boyunca belirgin bir durgunluk göstermiştir. Klasik estetiğin güç kaybettiği XVIII. yüzyılda ise tasavvufî şerh faaliyetleri artmıştır. Bu yüzyılın ilk çeyreğinde tasavvufî şiir şerhlerine hız kazandıran en üretken isim hiç şüphesiz İsmâil Hakkı Bursevî’dir. Bursevî, Yazıcıoğlu Mehmed Efendi’nin Muhammediyye’sini şerhettiği gibi aralarında Yûnus Emre, Âşıkpaşazâde, Hayretî, Niyâzî-i Mısrî, Şeyh Mehmed Sahfî, Abdurrahman Efendi ve Dukakinzâde Ahmed Bey’in de bulunduğu pek çok şairin manzumelerine şerhler yazmıştır. Yine Bursevî’nin kendisine ait bir kasideyi şerhettiği Kitâbü’l-Envâr’ı şairince şerhedilen en hacimli manzume olması bakımından dikkat çeker. Niyâzî-i Mısrî gazellerinden birinin şerhi Mısrî’nin halifelerinden Mehmed Sahfî’ye, Nakşî-i Akkirmânî’nin bir muammasına ve İsmâil Hakkı Bursevî’nin Kasîde-i Ferîde’sine yazılmış şerhler ise Bursevî’nin halifelerinden Süleyman Zâtî’ye aittir. Kasîde-i Ferîde yaklaşık iki asır sonra Rızâeddin Remzî-i Rifâî tarafından da şerhedilmiştir. Müftü Baba’nın şathiyesine ve Nesîb’in Elifnâme’sine Fahrî Ahmed tarafından yazılan şerhler de Celvetî şerh geleneğine dahildir (bk. bibl., Üzeyir Aslan). Hasan Sezâî-yi Gülşenî de Niyâzî-i Mısrî’nin bir gazelini şerhetmiştir. Müstakimzâde Süleyman ile Salâhî Uşşâkī, İsmâil Hakkı Bursevî gibi şârih kimlikleriyle öne çıkan ediplerdir. Müstakimzâde’nin Eşrefoğlu Rûmî, Îsâ Mahvî ve diğer şairlerle ilgili yaptığı şerhler genellikle bir mısra ya da beyitle sınırlıdır. Salâhî Uşşâkī’nin kaleme aldığı şerhler ise manzume bütünlüğünü korur ve Eşrefoğlu Rûmî’nin şathiyesinden Mehmed Nasûhî’nin ve kendisinin muammalarına, Niyâzî-i Mısrî ve İsmâil Hakkı Bursevî’nin gazellerinden Âşık Ömer lugazlarına kadar geniş bir yelpazeye dağılır (bk. bibl., Resul Arıcı, Hafize Keleş). Niyâzî-i Mısrî’ye ve kendisine ait gazellere yazdığı şerhlerle Edremitli Müridzâde Mustafa Aczî, yine Mısrî’nin ve Hasan Sezâî’nin gazellerini şerheden Harîrîzâde, Muhyiddin Üftâde gazellerinin şerhleriyle Selânikli Ali Örfî, Sünbül Sinan ve Şeyh Vefâ nutuklarının şerhleriyle Cebbarzâde Mehmed Ârif Bey, İdrîs-i Muhtefî’nin şathiyesini şerheden Seyyid Ali Şermî, kendisinin gazelini şerheden Nâcim Efendi ve Hasan Sezâî’ye ait gazeli Îzâhu’l-merâm fî meziyyeti’l-kelâm (Şerhu’n-Noktati ve’l-kalem) adıyla şerheden Şuayb Şerefeddin Gülşenî XIX. yüzyıl şârihlerindendir. Cebbarzâde Mehmed Ârif Bey’in Îzâhu’l-merâm alâ vilâdeti seyyidi’l-enâm adını verdiği bir mevlid (Vesîletü’n-necât) şerhi bulunmaktadır. Hüseyin Vassâf’ın Gülzâr-ı Aşk ismiyle yazdığı diğer bir mevlid şerhi yayımlanmıştır (Mustafa Tatcı vd., İstanbul 2006). Hüseyin Vassâf’ın Niyâzî-i Mısrî gazellerine de şerhleri vardır. Şeyh Verdî’nin nutkuna Mehmed Nesîm tarafından yazılan şerh manzum oluşuyla benzerlerinden ayrılır. Aziz Mahmud Hüdâyî’nin, Gaybî’nin ve Nakşî-i Akkirmânî’nin manzumelerine yazılmış şerhler gibi şârihi meçhul metinlerin yanı sıra biyografik kaynaklarda zikredilen ve henüz nüshalarına ulaşılamayan çok sayıda manzume şerhi de bulunmaktadır. Latin harflerinin kabulü ile birlikte şerhlerin mahiyeti değişmiştir. Daha çok divan edebiyatı örnekleri üzerine klasik estetiğin unutulmaması amacıyla yazılan şerhler üniversitelerde ilgili bölümlerin gelişmesiyle artış göstermiştir. Metnin inceliklerini ayrıntılı biçimde ortaya koymakla birlikte öğreticilik özellikleri ön plana çıktığından yeni şerhler klasik şerhler kadar edebî kıymete sahip değildir. Tâhirülmevlevî’nin yakın geçmişe kadar Latin harfleriyle yayımlanmamış şerhleri ve özellikle Ali Nihad Tarlan’ın çalışmaları ile başlayan son dönem şerh faaliyetleri başta Mehmet Çavuşoğlu ve Halûk İpekten olmak üzere üniversite mensupları tarafından sürdürülmektedir.

Kaynak: Şensoy, Sedat, "Şerh" DİA, C. 38, İstanbul 2010, s. 555-558.
Ceylan, Ömer, "Şerh (Türk Edebiyatı)", DİA, C. 38, İstanbul 2010, s. 565-568.