Hak Mezhep, Bâtıl Mezhep ve Dört Hak Mezhebin Anlamı

İslâm'ın bir din olarak teşekkülü, Hz. Muhammed'in yaklaşık 23 yıl süren peygamberliği dönemi ile sınırlıdır. Hz.Peygamber, vahiy ve aklı birlikte etkin kılarak, İslâm'ın anlaşılması ve sağlıklı bir şekilde hayata geçirilmesi konusunda sağlam bir "model" ortaya koymuştur. Hz.Peygamber'in vefatından sonra Müslümanlara düşen, bu sağlam "model"den yararlanarak, vahyi eksen alarak, zamana ve zemine en uygun, insan fıtratı ile çelişmeyen sağlıklı din anlayışına ulaşmaktır. Kur'ân'ın eksen alınması ve Hz.Peygamber'in ortaya koyduğu "model", sosyal değişmeye paralel olarak yenilenecek anlayış biçiminin istikâmetini belirleyecektir. İslâm tarihi boyunca ortaya çıkan her mezhep, kendisinin, İslâm’ın en iyi temsil eden, en doğru, en sahih mezhep olduğunu iddia etmiştir. İnsanlar, kendi mezheplerini önplana çıkartabilmek için, diğer mezhepleri kötülemek ihtiyacı hissetmişlerdir.

Öyle ki, mezheplerin pek çoğunun lehinde ve aleyhinde hadisler uydurulmuştur. Her mezhebin mensupları, kendi mezheplerinin hak (doğru, gerçek, sahih) mezhep, diğer mezheplerin de bâtıl (gerçeğe uymayan, doğru ve sahih olmayan) mezhep olduğuna inanmışlardır. Her mezhebin, Kur'ân'a uygun olan ve uygun olmayan görüş ve düşüncelerinin olması her zaman imkân dahilindedir. Çünkü, bütün mezhepler insan ürünü olan oluşumlardır. İnsanoğlu, zaman zaman araç-amaç kargaşasından pek yakasını kurtaramamaktadır. Din, insan için bir araçtır; mezhepler de, hem dinin inlaşılması için, hem de insan için bir araçtır. Araç olan mezheplerin, çeşitli sebeplerle amaç konumuna yükseltilmesi, her mezhebin, hatta her dinî grubun kendisinin kurtuluşa ermiş fırka (Fırkayı Naciye) olduğunu iddia etmesi gibi bir sonuç doğurmuştur[5]. Bunun anlamı, en azından mezheblerin birtakım temel görüşlerinin din gibi telakki edilmesi ve dinin birtakım temel fonksiyonlarının mezheplere yüklenmesi demektir. Mezhepler ve bütün dinî gruplar, en ileri noktada, İslâm'ın sadece bir tür anlaşılma biçimi olarak görülmelidir. Kurumlaşan farklılaşmaların niteliği, mezhep adı verilen oluşumların, İslâm'a göre konumunun belirlenmesini sağlamaktadır. Kur'an'da belirtilen temel inanç esaslarına bütünüyle zıt olan oluşumlar,"gulat" adı verilen aşırı fırkaların vücut bulmasına yol açmıştır.

Öte yandan, Kur'an ilkeleriyle ters düşmeyen mezheplerin, isimleri, görüş ve düşünceleri, şekilleri ne olursa olsun, İslâm dairesi dışına itilmesi, İslâm'a uygun bir davranış biçimi değildir. Bir mezhebin hak veya bâtıl mezhep olduğunun tek ölçüsü Kur’ân-ı Kerim’dir. İnanç noktasında Kur’ân’a ters düşmeyen her mezhep hak mezheptir; Kur’ân’ın öngördüğü istikâmeti yitiren mezhepler de bâtıl mezheplerdir. Ancak, Kur’ân’ın, inanç noktasında kurumlaşmaya pek sıcak bakmadığını, her insanın aklıyla ve kendi hür iradesiyle imana ulaşacağını, “hiç kimsenin bir başkasının günahını yüklenemeyeceğini” ısrarla belirttiğini hatırlamakta fayda vardır. Kur’ân, inancı biçimlendiren geleneği “ataların dini” adı altında şiddetle eleştirir. Bu doğrultuda düşünecek olursak, “hak mezhep- bâtıl mezhep” ayrımından çok, Kur’ ân istikâmetinde olan, ya da olmayan Müslüman’dan söz etmenin daha doğru olacağını söyleyebiliriz. Çünkü, inanç noktasında önemli olan bireysel tavırlardır. Bir mezhebe mensup olmak, hangi mezhep olursa olsun, bireyin Müslümanlığını garanti altına almaz. Bir kimse, kim olursa olsun, hangi mezhebe mensup bulunursa bulunsun, Allah’a, ahiret gününe, Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanıyorsa, İslam dairesi içindedir.

Hiç bir mezhep, hiç bir kimsenin Müslüman olup olmadığını belirleme hakkına sahip değildir. Mezheplerin hak olup olmadığı şeklindeki bir tasnif, sadece, temel ilkeleri açıkça Kur’ân’a aykırı olan mezhepleri belirleme noktasında bir anlam taşıyabilir. “Dört hak mezhep” ifadesiyle kastedilen, yaşayan dört fıkıh ekölüdür. Bunlar, Hanefîlik, Hanbelîlik, Şafiîlik ve Malikîlik’tir. Oysa, Müslümanlar arasında yüzlerce mezhep ortaya çıkmıştır. Bunlardan pek azı günümüze kadar yaşama şansı bulmuştur. Hak mezheplerin sayısını bu dört mezheple sınırlamak, İslâm tarihi boyunca ortaya çıkan yüzlerce mezhebi görmezlikten gelmek demek olur. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, İslâm dini bireysel kurtuluşu esas alır. İslâm’ın Kur’ân’da belirtilen temel ilkelerine inanan her insan, hangi mezhepten olursa olsun, İslam dairesi içindedir. Müslüman olan bir kimse, mezhebinin adı ne olursa olsun, “hak mezhep” mensubudur.

[5] Hz. Peygamber’e atfedilen Müslümanların yetmişüç fırkaya ayrılacağı, bunlardan sadece birisinin “Fırka-ı nâciye” kurtuluşa eren fırka olacağı şeklindeki hadis, hemen hemen bütün Mezhepler Tarihçileri’ni etkilemiştir. Ayrıca, her fırka, kendisinin kurtuluşa eren fırka olduğunu da iddia etmiştir. Bu konuda geniş bilgi için bk. Mevlut Özler, Islam Düşüncesinde 73 Fırka Kavramı, Ist. 1996.

Prof. Dr. Hasan ONAT