Çocuktum. Belki ilkokul 3 veya 4. Dört teker üstünde, rızık uğraşısındaki babam ile Mersin’e yol alıyoruz. Bu baba – oğul birlikteliğinin şahikasıdır ve pek nadir gerçekleşir. Öfkeyle seven babanın katı kurallar altında büyüyen çocuğu ile yolculuğu. Araba 520 MAN’dır ve sırtında kocaman tankeri ile büyük homurtular ve isyanlar arasında yol almaktadır. Yol düşkünleri bilirler ki İç Anadolu’dan Akdeniz’e geçmenin yolu Torosları aşmaktan geçer. Uzun konvoylar, ikinci vitesten öteye hızlanamayan kamyonlar, burnunu çıkaramayışlar, Tekir’de verilen molalar, say say bitmeyen tırlar, okunamayan plakalar… Bir çocuk için maceranın hasıdır bunlar. Akranlarına anlatılacak sermayedir. Bir sıfır öne geçmektir. Gıpta ile bakılmaktır. Durmadan kelam biriktiriyorum. Yüreğime kazıyorum yolların feryadını. Üzerime devrilecek gibi duran dağlardan uçurumların en olmadık yerlerinde büyüyen çamlara, sonsuz uzaklıkta akan derelerden bin bir şekle giren kayalara bakıp sermaye kılıyorum kendime.

İki yalçın yamacın arasından başını eğerek geçen yolda babam, uzağı, tepeyi, tepedeki kayalığı göstererek anlatmaya başladı.

“Çok eski çağlarda Toros Dağları’nın tepesinde bir kral kızı yaşarmış. Dağların çevresi çok sık bir ormanla çevrili olduğu için buralarda dolaşmak tehlikeliymiş. Çünkü ormanda büyük bir ejderhanın yaşadığı söylenirmiş. Kral da kızına sık sık çevreyi tek başına dolaşmamasını söylemiş.”

“Günlerden bir gün, kızın canı çok sıkılmış ve ormanda dolaşmaya karar vermiş. Bir süre gezdikten sonra dik ve sarp bir kayalığın üzerine oturarak şu geçtiğimiz Gülek Boğazı’nı seyretmeye başlamış. Birden büyük bir gürültü duymuş. Aşağı baktığında kayalıklardan ejderhanın geldiğini görmüş. Ne yapacağını şaşırmış. Kurtulamayacağını anlayınca: “Allah’ım, beni ejderhaya yem yapacağına burada taş yap daha iyi.” diyerek Allah’a dua etmiş. Kızın duasını kabul eden Allah hem kızı hem ejderhayı orada taşa çevirmiş. Bak görüyor musun küçük olanı kız, büyükçe olan ejderha.”

Ben bu hikayeyi daha sonraları da dinledim babamdan. Hiç bıkmadan, hiç anlatmamış gibi defalarca anlattı yolculuklarımızda. İlk defa duyuyormuş gibi dinledim her defasında, hayret ile karşıladım dökülen sözcükleri.

Direksiyon sallayan babanın mürekkep yalayan çocuğu olarak bu efsanenin bir çok varyantına rastladım, Anadolu’da taş kesilme motifi üzerine araştırmalar okudum, efsanelerin çıkış özelliklerine vakıf oldum. Hiç biri babamdan dinlediğim kadar hoş gelmedi bana. Ben de anlatırken babam gibi anlattım, baba gibi anlattım.

Bir belgeselden taşan Gülek Geçidi sözleri aldı seneler önceye götürdü beni. İlla ki babaya hürmet gerektir diyerek çok sözün üstünü örttüm, aza baş eğdim. Tıpkı resim gibi değişen bir dünyanın hülasası ne anlatır yürekten?