Duyguda, düşüncede, insana ve topluma bakışta, sanatta, felsefede ve bilimde yeni yönelimler ve tarzlar kendini göstermeye başladı ve Orta Çağ'ın sonu ilan edildi. Fakat bütün bunlar nasıl olabilirdi? İnsanın, tüm Ortaçağ boyunca düşünceye egemen olan Tanrısal ve dinsel nitelikli kavram ve nosyonları bir tarafa bırakıp özgür aklının yol göstericiliğinde dünyayı yeniden keşfetmesiyle, inanç yerine duyulara ve akla dayalı yepyeni bir bilim -doğa bilimi kurmasıyla olanaklı olabilirdi. Bu yeni düşünme, araştırma ve eyleme biçimi Rönesans'ta belirginleşti. Sonunda tanrısal özne bir tarafa bırakıldı ve bireysel insan, düşünen ve eyleyen özne olarak tarih sahnesinde yerini aldı. Bunlar modern çağı ve felsefeyi ayrımlaştıran niteliklerdir. Rönesans döneminde ilk kez kendini gösteren bu modernleşme atılımı Yeniçağda iyice olgunlaştı ve 20. yüzyılın ortalarına dek süregeldi. Bu giriş tümcelerinden modern çağı Rönesans ile başlatmanın neden anlamlı olduğu anlaşılabilmektedir. Modern çağda ortaya çıkan tüm ürünlerin ‘modern’ olarak nitelenmeleri doğal olacağından ‘modern felsefe’ ve ‘modern bilim’ terimleri Rönesans'tan günümüze dek gelen felsefe ve bilim dönemlerini niteleyen terimlerdir. Modern felsefe yeni tarzda yapılan felsefe olduğuna göre, bu yeni tarzın ne olduğu üzerinde durulmalıdır. Burada felsefeyi kotaranlar Tanrı adına konuşan din adamları değil, özgürce düşünüp eyleyen bireylerdir: Birey kendi eleştirel aklına güvenerek dünyayı, toplumu, bilimi kurma eylemine girişmiştir; düşünen ve eyleyen özne artık kendisidir; Tanrı ya da Tanrı’nın temsilcileri değil. İnsan bireyi artık özgüvenine kavuşmuştur. Kendisi adına düşünüp eyleyecek aşkın bir varlığa ya da kaynağa gereksinimi yoktur. Rönesans döneminin düşünsel ve eylemsel girişimleri tümüyle bu ruhu yansıtır. Özellikle 17. yüzyıla gelindiğinde, gerçek anlamda modern felsefe başlamış olur. Çünkü felsefe yapıtları bireyin kendi özel düşüncelerini, inanç ve yaklaşımlarını içeren ve hatta birinci şahıs anlatımla kaleme alınan yapıtlar olma özelliğini taşımaktadırlar. Bu bağlamda ‘modern felsefe’ deyimi her şeyden önce Ortaçağ felsefesinden bir kopuşu anlatır. Çünkü 14.-15. yüzyıllara gelindiğinde, insanların kiliseden duydukları hoşnutsuzluk iyice artmıştı. Ortaçağ dinsel yönetimi insanlar üzerinde dinsel yaşam biçiminin dışına çıkılmaması bakımından yoğun bir baskı uygulamış, insanları n her alandaki özgürce yenilik arayışına, yaratma istemine ket vurma yoluna gitmiştir. Oysa Hıristiyanlığın içyapısındaki çelişkiler ve kilise yönetiminin din adına uyguladığı mantıksız ve anlamsız uygulamalar, insanları yavaş yavaş dinden koparma noktasına getirdi. İnsan otoriteye mutlak olarak boyun eğmek zorunda olmadığını keşfetti. İnsan bireyi artık kendi aklına ve duygularına güvenerek doğruluğu kendisi arama yoluna girmiş oldu. Bundan böyle düşünebilen ve eyleyen varlık, yani özne insan bireyinin kendisinden başkası değildi. İnsanın her konuda kendisine duyduğu bu güven, gerçek bir ‘insancılık (hümanizm)’ düşüncesiyle geliştirilip pekiştirilebilirdi. Yazın, sanat ve felsefe alanında bu şekilde başlayan bir insancılık akımıyla ortaçağ-skolastik dönemi son bularak yepyeni bir döneme geçilmiş oldu. Bu yeni dönemin adı Rönesans'tır ve genelde 15. ve 16. Yüzyılları kapsayan bir dönem olarak düşünülür.

Rönesans döneminde Hıristiyanlığın kurduğu düşünsel otorite zayışadı ve insan düşünen ve eyleyen bir özne olarak ortaya çıktı. Bu durum sanatta ve felsefede bir insancılık (hümanizm) akımının doğmasına yol açtı.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM'ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf "Felsefeye Giriş" ve 2., 3., 4. Sınıf "Felsefe Tarihi" Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı