Ehl-i Sünnetten olanlar kendi önderlerine imam diyorlar. Örneğin: İmam Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafii, İmam Ahmed. Yani dini meselelerde onların önderleri olan fakih ve müçtehitler ki, helal ve haramı, içtihat ve kıyaslarla birbirinden ayırt etmişlerdir. Bundan dolayı da bu şahısların fıkhi kitaplarını okuduğumuzda birçok ihtilafa şahit olmaktayız.
Bu tip önderler bütün mezhep ve dinlerde vardır. Ehlisünnetin imam olarak kabul ettiği şahıslar Şia’da da fakih unvanıyla vardırlar. Bu şahıslar 12. İmam Hz. Mehdi (a.s)’ın gaybeti dönemindeki devirlerde kitap sünnet, akıl ve icmayı esas alarak fetvalar vermektedirler. Ama biz bu şahısları imam olarak adlandırmıyoruz. Çünkü “İmamet” sadece Hz. Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’inden olan 12 vasiye mahsustur. İçtihatta ehlisünnet ile şia arasında bir fark vardır; o da şu ki, ehlisünnetin büyükleri içtihat kapısını kapatmışlardır. Hicri 5. asırda padişahların emri ve o günkü mevcut ulema ve fakihlerin kararıyla içtihat dört kişiye mahsus kılınmış ve dört mezhep yani Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli mezhepleri resmi mezhepler olarak kabul edilmiş; halk da bunlardan birini taklit etmeye mecbur kılınmıştır. İşte bu durum günümüze kadar devam etmektedir.
Taklit makamında da bu dört şahıstan birinin diğerlerine tercih edilmesine dair herhangi bir delil de yoktur. Yani Hanefi’nin Maliki’ye veya Şafii’nin Hanbeli’ye hangi hususiyetiyle üstün olduğu belli değildir. Eğer İslam ümmeti bu dört şahısın fetvalarının dışına çıkmamaya mecbur edilirse, büyük bir donukluk içine girer, gelişme ve ilerleme hiçbir şekilde bu ümmet için söz konusu olamaz. Buna ilave olarak İslam dininin bir özelliği de bütün zamanlarda medeniyet kafilesiyle birlikte ilerlemesidir. Bu ilerleme her devirde İslam’ın genel çerçevesini korumak şartıyla bir grup içtihat ehlinin varlığını zorunlu kılıyor.
Birçok yeni meseleler var ki bu konularda ölmüş bir müçtehidi taklit etmek mümkün değildir. Bu tip durumlarda yaşayan bir müçtehide müracaat edip onun fetvasına göre amel etmek mecburiyetindeyiz. Siz Ehl-i Sünnet uleması arasında sonradan ilmi derecesi çok yüksek olan müçtehitler yetişti. Bu şahıslar ilmi olarak o dört kişiden daha yüksek makamlara sahiptirler. Ben içtihat makamının hangi delile dayandırılarak istisnasız bir şekilde bu dört kişiye münhasır kılındığını ve diğer insanların ilmi haklarının ellerinden alındığını bilmiyorum. Ama Şia toplumunda bütün müçtehitler İmam-ı Zaman’ın zuhuruna kadar yaşam hakkına sahiptirler. Biz taklide ilk başlayan birisinin ölüye taklit etmesini asla câiz bilmiyoruz.


Dört Mezhebi Takip Etmenin Delili Yoktur

Acaba ehlisünnet kardeşler, Hz. Peygamber (s.a.a)’in emriyle (bunun delileri sizin kendi kitaplarınız da açık bir şekilde nakledilmiştir) O Hazretin soyundan gelen 12 İmamı takip eden Şia’yı bidatçi olarak mı biliyorsunuz? Oysa ki sizlerin hangi delillere dayanarak bütün Müslümanları usulde Eş'ari veya Mutezili’ye, füru da ise dört mezhepten birini takip etmeye mecbur ettiğiniz malum değildir.
Buna ilaveten, eğer birileri sizin o delilsiz iddialarınızı kabul etmez; Eş’ari ya da Mutezile’yi akaidde ve dört mezhepten birini de füruda takip etmezse, ehlisünnet kardeşler onu Rafızî, biliyor Eğer bugün birileri; “Hz. Peygamber’den Ebu’l- Hasan Eş'ari’nin veya Ebu Hanife’nin, Malik İbn-i Enes’in, Muhammed bin İdris’in Şafii’nin ve Ahmed bin Hanbel’in takip edilmesi gerektiğine dair herhangi bir haber bize ulaşmamıştır, onlar sadece müçtehit ve fakihtiler ve içtihadı da onlara has kılmak bidattir!” derse nasıl cevap verirsiniz?
Dört mezhep imamı fakihlik makamına yetiştiklerinden, ilim ve içtihadın yanında, emanet ve adalet ehli, takva, vera ve züht sahibi olduklarından onları takip etmek bizim için gereklidir diyorsanız;
Öncelikle kıyamet gününe kadar içtihadın bu şahıslara münhasır kılınmasına ve halkın da onları takip etmeye mecbur edilmesine delil olamaz. Ayrıca sizler yukarıda sıralanan özelliklerin bütün alimlerinizde olması gerektiğine inanıyorsunuz. Zaten böyle olmasaydı bu sonradan gelen alimlere hakaret olurdu. Bir veya birkaç sahsın takip edilmeye mecbur edilmesi, Hz. Peygamber (s.a v)’den kesin bir emir geldiği takdirde makul olabilirdi. Oysa Hz. Peygamber’den sizin dört imamınız hakkında böyle bir emir ulaşmış değildir. Durum böyleyken siz mezhep sayısını nasıl dört ile sınırlar ve sadece onlardan birinin takipçisi olmayı hakkın ölçüsü sayarsınız?

Bu İlginç Olay İnsaflı Akıl Ehillerinin Dikkatine Değer

Ehlisünnete göre Şia Resulullah’ın döneminde var olmayıp Osman’ın döneminde oluşturulan siyasi bir fırka olduğunu ve taklit edilmesinin câiz olmadığı söylenmekteBunun böyle olmadığını Şia mezhebinin Resulullah’ın mübarek emriyle kendi döneminde kurulduğunu birçok yerde delillerle ispatladık. Bu mezhebin birinci İmamı ve reisi olan Hz. Ali bin Ebu Talib’i Hz. Peygamber efendimizin bizzat kendisi büyütmüş ve ilimleri de bizzat kendisi ona öğretmiştir.
Yine ehlieünnetin muteber kitaplarında Hz. Peygamber’in Hz. Ali’yi ilmin kapısı olarak vasıflandırdığı, O’na yapılan itaatin kendisine yapılan itaat ve O’na yapılan muhalefetin kendisine yapılan muhalefet olduğunu yetmiş bin kişilik bir topluluğun huzurunda açıkladığı ve daha sonra da O’nu kendisinden sonraki halife ve İmam olarak tanıttığı ve bütün Müslümanlara, hatta Ömer ve Ebu Bekir’e bile O’na biat etmelerini emrettiği nakl olunmuştur.
Ehlisünnetin dört mezhebi -Hanefi, Maliki, Şafii, Hanbeli- hangi ameller üzerine kurulmuş ve dört imamınızdan hangi biri Resulullah’la görüşmüştür. Hz. Peygamber (s.a.a), onlardan hangi birisi hakkında bir emir veya tavsiyede bulunmuştur ki halk körü körüne onları takip etmeye mecbur olsun. Sizin kendiniz de delilsiz bir şekilde onları taklit ediyorsunuz. Onların mutlak imametlerine dair hiç bir delil yoktur.
Onlar hakkında söylenebilecek tek şey, ki sizin kendinizde buyurdunuz, alim fakih, zahit ve takva ehli oldular ve onların döneminde yaşayan halkın da onları taklit etmeleri gerektiğidir. Bu asla, bütün Müslümanların, kımayet gününe kadar onları taklit etmek zorunda olmaları manasına gelmez.
Bunlara ilave olarak, yukarıda zikredilen sıfatlar, Hz. Peygamber’den gelen kesin naslarla birlikte O’nun pâk Ehl-i Beyt’inde toplanmışken O’nları takip etmek mi daha doğrudur, yoksa kendileri hakkında bize, Hz. Peygamber’den hiçbir haberin ulaşmadığı şahıslar mı?
Acaba Hz. Peygamber (s.a.a)’in döneminde kendisinden hiçbir eserin olmadığı, hiçbir mezhep imamı hakkında Hz. Peygamber’den herhangi bir haberin bize ulaşmadığı ve Peygamber-i Ekrem’den bir asır sonra oluşturulan mezhepleri mi yapay ve siyasi olarak bilmeliyiz, yoksa temelleri Resulullah (s.a.a) tarafından atılan, ilk İmamı bizzat Resulullah tarafından yetiştirilen, diğer On bir İmamı hakkında bir bir isimleriyle birlikte Resulullah’dan düsturların ulaştığı ve Peygamber (s.a.a)’in, hadislerde O’nları Kuran’a eş kılarak ve “Sekaleyn” hadisinde: “Kur’an ve Ehl-i Beyt’e sarılan, kurtuluşa ermiştir; Onlardan ayrılan ise helak olmuştur” diye buyurduğu, “Sefine” hadisinde de: “Onlardan (Ehl-i Beyt’ten) uzaklaşan helak olmuştur” diye bildirdiği mezhebi mi siyasi ve yapay bilmeliyiz?
İbn-i Hacer “Savaik” adlı kitabının 135. sayfasındaki “Vasiyyet’un Nebiy” bölümünde Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
“Kur’ân ve Ehl-i Beyt’im sizin aranızda benim emanetimdir. Kim bu ikisine birlikte sarılırsa hiçbir zaman sapmaz.”
İbn-i Hacer burada diyor ki, bu hadisi teyit eden başka bir hadis de vardır; o da Resulullah’ın buyurduğu şu hadistir:
“Kur’ân ve Ehl-i Beyt’ten ne ileriye geçin ve ne de geriye kalın; yoksa helak olursunuz ve onlara bir şey öğretmeye de kalkışmayın; çünkü onlar sizden daha alimdirler.”
İbn-i Hacer bu hadisleri naklettikten sonra görüşünü şöyle belirtiyor: “Bu hadisler Peygamber’in Ehl-i Beyti’nin ilmi mertebe ve dini vazife açısından başkalarına oranla öncelik hakkına sahip olduklarına delildir.”
İlginç şu ki, İbn-i Hacer’in kendisi, Ehl-i Beyt’in diğerlerine oranla dini vazife ve ilmi meselelerde öncelik hakkına sahip olmalarına itiraf etmesine rağmen, usulde Ebu’l- Hasan Eş’ariyi ve füruda ise dört mezhep imamından birini taklit etmektedir!