Şov yapmayın, ayıptır | Emin Çölaşan


Sevgili okurlarım, dünyanın istisnasız bütün ülkelerinde korku ve endişe, bazılarında ise panik var.

Adına korona denilen bela bütün insanlık aleminin başına çöktü.

Bildiğimiz kadarıyla şu anda bu belanın bulaşmadığı bir tek ülke bile yok.

Avustralya'dan Afrika ve Asya'ya, ABD ve Latin Amerika'dan Avrupa'ya kadar bütün ülkeler zor durumda.

Peki biz Türkiye olarak işin neresindeyiz?

Türkiye açısından bir sıkıntı olmadığını düşünüyorum! Eğer olsaydı, iki gün önce Kanal İstanbul için ilk ihale yapılmaz ve bu utanç tablosu gözümüze sokulmazdı.

Sanki çok önemliymiş gibi maskeli ve eldivenli birileri masa başına toplanmış, dört firmadan gelen teklifleri inceliyor! Resmen şov yapılıyor. İki eski köprü yerinden kaldırılıp yeni yerlerine taşınacakmış!

Hayret!..

İnsan bu ortamda acele olmayan bir işin ihalesini milletle alay edercesine nasıl yapar, bu utanmazlığın, bu sorumsuzluğun nedeni nedir?

★★★

Korona olayında işler her geçen dakika daha kötüye gidiyor. Önlem almakta geç kaldılar, salgın giderek artıyor.

Burada yazmıştım. Kerli ferli düzgün biri Ankara'da Tunalı Hilmi Caddesi'nde günün birinde yanıma gelip ismini de vererek kendini tanıttı. Bir tıp adamı, profesör doktor…

Yorgun argın gazeteden çıkmışım, biraz kafamı açacağım! Doğrusunu isterseniz canım sıkıldı… Çünkü bazen birileri yolda yanımıza gelip resmen esir alır, tıraşa ve kendi dertlerini anlatmaya başlar!

Beni bir giyim mağazasının vitrini önüne çekti ve anlatmaya başladı:

“Emin Bey bu korona olayı çok ciddi. Şu anda Türkiye'de binlerce hasta var ama devlet bu gerçekleri gizliyor. Ama bir haftaya kadar resmen açıklamak zorunda kalacaklar. Bunları lütfen yazın…”

Tam da vitrinin önünde konuşurken yanımıza iki kadın geldi ve sertçe, giysilere bakacağız lütfen biraz çekilir misiniz diye uyardı!

Güldük, birkaç adım yana çekilmek zorunda kaldık.

★★★

Hoca, söylediğine göre bir tıp adamı, profesör doktor ama sözlerini doğrusunu isterseniz ciddiye almamıştım. Kafam dağınıktı!

Aramızda aynen şu konuşma geçti:

-İyi de hocam devlet bu konuda yalan söyleyebilir mi, nasıl oluyor bu?

-Yalan söylemek değil de, çıkacak telaşı ve oluşacak panik havasını biraz erteleyip biraz zaman kazanmak diyebilirsiniz buna… İsterseniz bu söylediklerimi ismimi gizli tutarak aynen yazabilirsiniz. Bu bomba en geç bir hafta sonra patlayacak. Ben sizin okurunuzum. Yazarsanız toplumu uyarmış olursunuz.

-Hocam iyi de bunları yazmak panik yaratabilir. Zaten sabıkalıyız, hakkımızda hemen soruşturma başlatırlar. Üstelik bir sürü açıklamalar yapıp yalancılıkla, hatta vatan hainliği ile suçlarlar.

-Haklısınız da şunu iyi bilin… Türkiye olarak dört bir yanımız korona ile çevrili. (Bazı bilimsel deyişler kullanıyordu, onlar aklımda hiç kalmadı.) Bütün dünya panikte. Bu virüsün Türkiye'yi de esir almaması bilimsel olarak asla mümkün değil. İstedikleri kadar aldığımız önlemler sayesinde bize henüz bulaşmadı desinler, çoktan bulaştı bile. Yani ben bu işin tam göbeğinde olan bir hekimim. Yani o açıdan anlatıyorum size bunları. Dostça ve bir okurunuz olarak…”

Teşekkür ettim, vedalaşıp ayrıldık. Ciddiye almamıştım! Aklımdan bir ara kimliğini sormak geçti ama çok ayıp olurdu.

★★★

Ertesi gün gazeteye gidince bu konuşmayı arkadaşlara anlattım ama o yorgun ve kafamın dağınık olduğu ortamda ne hocanın adını, ne de görevli olduğu üniversiteyi aklımda (ne yazık ki) tutamamıştım…

Ve yazmamaya karar verdim!

Açıkçası bu kararı verirken de epeyce düşündüm…

Böyle bir şey yazarsınız, yalanlama ve ağır suçlamalar gelebilir.

Aksini kanıtlama olanağınız yoktur.

Yalanlama geldiği takdirde kendinizi savunacak bir durumunuz da yoktur.

★★★

Aradan yaklaşık bir hafta geçti…

Ve Sağlık Bakanı 10 Mart gecesi gerçeği açıklamak zorunda kaldı:

“Evet, virüs Türkiye'ye de bulaşmıştır, hastalarımız vardır.”

Hocanın dedikleri aynen çıkmıştı. Ben de yukarıda anlattığım konuşmayı 12 Mart tarihli yazımda, iş resmen açıklandıktan sonra burada yazdım.

★★★

Sonrasında alınan önlemler birbirini kovaladı, yüz binlerce insanımız işsiz kaldı, krizler patladı.

O yazımda şöyle demiştim:

“Korona ülkemizin bir numaralı gündem maddesini oluşturacak. İnşallah yanılırım ama ölümler birbiri ardına gelecek… Bütün dünyayı esir alıp hayatı felce uğratan öldürücü bir virüsle dışa açık 82 milyonluk bir ülkenin baş etmesi öyle kolay bir iş değildir.”

Keşke yanılsaydım.

Keşke bizi yönetenler, işi son dakikaya kadar gizli tutmaya çalışanlar da yanılmış olsaydı.

En son aşamada mecbur kalıncaya kadar salgını toplumdan gizlemeye kalkıştılar.

★★★

Yazımın son bölümünde şöyle demiştim:

“Lütfen, hiç değilse bu işe siyaseti sokmayın. Yani koronayı ve insanların canını kendi siyasetinize alet etmeyin.

Onu bunu suçlamayın, hele ‘Bu işin de sorumlusu Bay Kemal'dir' falan demeye sakın ola ki kalkışmayın.

Herkese eşit mesafede olun, bu süreçte gerçekleri ve doğruları halktan gizlemeyin.

Zam fırsatçılarına aman vermeyin, vurguncuları hemen açıklayın.”

Şimdi bunlara bir ekleme daha yapayım:

Millet can derdinde iken her gün ekranlara çıkıp çeşitli şovlar, atraksiyonlar yapmaktan, yandaş müteahhitler için gereksiz ihaleler açmaktan vazgeçin.