Üsküdar'ın eski kabadayısı, son külhanbeyi Karacaahmetli Çakır Ahmet garibanı ezmedi, ezdirmedi. Muhitindekileri kolladı, dert dinledi, sorun hal etti. Racon kesti mi, biterdi her şey. İşte Çakır Ahmet'in yürekleri titreten hikayesi

Üsküdar'da belediyenin arkasında, çay ocaklarının bulunduğu meydanda "Ev yapımı abileeer!" diye bağırıyor o; sokak aralarında sesi yankılanıyor, geçmişten gelen yiğitliği de sesinden belli. İçten bir gülümseme de hayata inat yüzünde. Soğuk, yağmur, kar, tipi demeden 15 yıldır sırtlanıyor ekmek teknesini, Üsküdar'da satıyor ev yapımı poğaçalarını, kurabiyelerini, tatlılarını... O meydan girişinde ekmek parasını beklerken, gelip geçen genci, yaşlısı, kadını, erkeği selam vermeden önünden geçmiyor. O da "Eyvallah" çekiyor her birine. Belli onu tanımayan yok bu muhitte... Biz de yaklaşıyoruz yanına. O Üsküdar'ın eski kabadayısı, son külhanbeyi Karacaahmetli Çakır Ahmet... Gözleri de lakabı gibi çakır. Bir el sıkışı var ki, yüreğinin yiğitliği bileğine yansımış. Yüreği de bileği gibi sapasağlam. Omuzları her daim geride, heybetli mi heybetli, dimdik duruyor o. Kabadayı olunmaz kabadayı doğulur derler ya. Hakikaten öyle. Bileği bükülemeyen mert adamdan yıllar bıçkın delikanlılık halini götürse de o Çakır Ahmet; mavi gözlerinde yılların derinliği, geçmişin izleri var. Belli, neler görmüş o gözler, neler? Belli hayata inat gönlünde saklıyor her bir anıyı... Çünkü onun ki masalsı bir kabadayı hikâyesi... Üsküdar'ın eski kabadayısı, yürekli mi yürekli Çakır Ahmet geçmişini anlatmaya başlıyor; geçiyoruz bir masaya, koyu sohbet demli çayla demleniyor. Hoş sohbet Çakır Ahmet...

KABADAYALIK RUHUMDA VAR
Onun namını Üsküdar'da bilmeyen yok. "Beni kimse Ahmet diye tanımaz, Çakır Ahmet dersen bilirler. Sever, sayarlar, Üsküdar'da tanımayan yok" diyor ilk. Sonra "Çok şey yaşadık be!" deyip derinden bir ah çekiyor. Çakır Ahmet doğma büyüme Üsküdarlı... 600 yıl önce Kafkaslardan Karadeniz'e göç etmiş büyük büyük ataları... Anne-babası da yıllar önce Giresun'dan İstanbul'a gelmiş. Babası Almanya'ya işçi olarak gidince, annesinin, kardeşlerinin yükü henüz dokuz yaşındaki Ahmet'in omuzlarına binmiş. Evin erkeği olmuş birden bire. Maddi durum iyi olmayınca yapmadığı iş kalmamış; boyacılık yapmış, simit satmış, Üsküdar iskelede gazete satışı yapmış, çalışmış da çalışmış... İlkokul bittikten sonra ise okuyamamış o. Büyüdükçe de delikanlılığını, kabadayılığını konuşturmuş Üsküdar'da. Yamuk yapanı es geçmemiş hiç. Bıçkın delikanlı karşısında kimseler duramazmış: "Eskiden muhit kabadayıları vardı. Bizim de kabadayılık ruhumuzda var; bileğimiz de ruhumuz da sağlam. Ezmedim, ezdirmedim. İki-üç kişi bir kişiyi dövdüğünde, o bir kişiden yana çıkmak, el âlemin karısına, kızına yan bakıldığında ona sahip çıkmak, muhitimizde bir şey olduğunda her türlü kollamak. Hepsi bizdeydi" diyor.

RACON KESİLİNCE BİTERDİ HER ŞEY
Sokaklar Çakır Ahmet'ten sorulurmuş, muhitine yabancı biri gelmeye görsün, çevirir kimsin nesin diye sorarmış. Ağır abi ağzıyla konuşuyor Çakır Ahmet. Ağır abiliği ses tonuna da duruşuna da hâkim. Racon kestiği günlere dönüyor: "Mesela benim mahallemden bir delikanlı bir kere geçer, bir kere daha geçti mi çevirirdim. 'Kime bakıyorsun, hayırdır! Niye geçiyorsun buradan? Niye volta atıyorsun?' diye sorgulardım. Dövülmesi gerekiyorsa, döverdik de. Karacaahmet'in başka delikanlıları da vardı; Kasırga Kasım çok hızlıydı, Faça Cahit'in yüzünde faça izi vardı, Cin Ali kavga dövüş işleri oldu mu cin gibiydi. Bir iş geldi mi başa, herkes birbirini kollar, sahip çıkardı" diyor. Garibanı ezdirmemiş o, kendini ezdirmediği gibi. Gençleri kötü alışkanlıklardan uzak tutmuş, uyuşturucu sokmazmış muhitine. Bileğiyle meşhurmuş etrafta. Hiçbir zaman da bükülmemiş o bilek. "Osmanlı tokatı atardım, öyle yumruk atarsam hastanelik olurdu adam" diyerek gülüyor. Eski günler açıldıkça anılar da depreşiyor: "Toygar Tepe ile Karacaahmet'in gençleri çatışmışlarsa bana gelirler. 'Abi' derler. 'Oğlum, niye kavga ettiniz?' Mesele anlatılınca: 'Sen haksızsın' derdim, racon kesildi mi biterdi her şey. Karşı gelmezdi kimse, saygıyla korkarlardı benden."

BİR KIZA SEVDALANDIM
Asıl macera hayatının altüst olacağını bilmeden bir bakkal dükkânı açmasıyla başlamış. Çakır Ahmet dükkâna alışverişe gelen genç bir kıza yüreğini kaptırmış. "Bir kıza sevdalandım" derken ağır abilikten eser yok, yumuşuyor sesi. Susuyor bir süre, gözleri dalıyor geçmişe. Sonra: "Ona baktım, o bana baktı, aradan beş ay geçti, aklımdan çıkmıyordu. Göremediğimde özlüyordum. Ama hiç konuşmadık onunla. Çünkü karşısına geçip konuşmak racona tersti" diyor. Sevdalısının elini bile tutmadan, uzaktan uzağa bakışmalarla hissederek, hissettirerek, sevda ateşi büyüyor da büyüyor! Arkadaş aracılığıyla açılıyor biricik aşkına, sevdasına. Kibrit kutusuna yazılan mektuplar, arkadaşlarla iletilen cümleler var. Adaletli kabadayı Çakır Ahmet, yıllarca bilekleri bükmüş ya, kendi bileği bükülmemiş... Ama tek bir şeye yenik düşmüş, ezmiş geçmiş onu; sevdalısına duyduğu aşk... İstetmiş babasından yüreğinin yangınının sebebini. Babası vermemiş ona kızını. Gücü her şeye yetmiş de, sevdalandığı kızın babasını ikna etmeye yetmemiş.

SEVDA BİTMEZ ABİ!
Üsküdar'ın külhanbeyi, kabadayı Çakır Ahmet direnmiş yine de. Yedi defa istetmiş. Bir umut ışığı beklemiş. Ahali sever sayarmış ya onu. O askerdeyken toplaşıp bu sefer sevdalısını onlar istemiş. İnadı inat babanın "Ona verecek kızım yok" demiş yine. Çakır Ahmet: "Ruhumda kavgacılık var ya. Babası da beni dövüşçü, serseri tipli biri sandı. Ama kavgamın asıl nedeni "Muhitimi kollamak, ezdirmemek içindi" diyor. "Sonra ne oldu?" deyince racondan söz ediyor: "Racona tersti kız kaçırmak. Aileyi üzemezsin! Saygımdan kaçırmadım. Onun da ailesinin sözünü dinlemesi gerekiyordu; ona yakışan oydu." Onu deli divane eden, biçare bırakan sevdasını, aşkını gönlüne gömmüş, ama kavuşamamanın verdiği acıyı dindirmek için alkole vermiş kendini. "Alkolü su gibi içiyordum" diyor. Binlerce şiir de yazmış. "Dünyayı verseler, bir satırını vermem. Sevdama yazdığım bir söz paraya değişilir mi?" dediği hazinesini evinin en nadide köşesindeki kilitli bir sandıkta saklıyor hâlâ. Yürek mirasından bir mısra paylaşıyor: "Sen sevme gönül, aşk zehirli bir iğne gibidir. Fakat sen sevilirsen, bitmez bir hazine gibidir (...)" Kabadayı jargonuyla derbederliğini anlatıyor: "Kendimizi sokağa atmadık, hırpane yaşamadık ama derbederlik şudur: Güzel abi olduk, paraya pula önem vermedik, paylaşmasını bildik, kimin ihtiyacı varsa verdik. Kimseyi mağdur etmedik, hakkını yemedik" diyor. Uzun yıllar gözü başka kadınları görmez olmuş. Ama annesi meme kanseri olunca, sevmediği bir kadınla evlenmiş Çakır Ahmet. Sevdalısı da evlenmiş o dönem. İki çocukları olmuş ama yapamamış, ayrılmışlar. Bir süre sonra Romanyalı bir kadınla tanışmış, evlenmişler, Müslüman olunca Zeynep olmuş adı. Sevmiş onu. Ama ilk göz ağrısı hâlâ yüreğinde. "Sevdamı bilir eşim, ama kıskanmaz. Çünkü ilk göz ağrım, ilk sevdam o." Zamane âşıklarından dem vuruyor sonra, anlatıyor ustaca: "Hoşlanma, sevgi gelir geçer, sevda bitmez abi! Sevda bir ömür boyu yürekte sızı olarak kalır, ara ara bir korlanır, söner gibi yapar, alevlenir. Şimdiler de aşk mı var be!"

EKMEK ASLANIN AĞZINDA
O ekmek parasının peşinde olmuş hep. Bakkal dükkanında çalışmaya devam ederken olan olmuş. Anlatıyor Çakır Ahmet: "15 yıl önce marketler çoğalınca ben de biraz iyi niyetli olunca veresiye defteri kabarınca, battım" diyor. Ev, kira, fatura, eş, çocuk para bekler ya. "Ne yapayım, ne edeyim?" diye düşünürken, Üsküdar sokaklarında poğaça satmaya karar vermiş, hem de kendi elleriyle yaptığı yüreği gibi sıcak poğaçaları... "Nereden nereye" diye kendine yedirememiş ilk. "Poğaça satarken bir tanıdık görünce önümdeki sepetin benle bir ilgisi yokmuş gibi davranıp arkamı dönerdim. Yediremedim kendime. Herkese yardım ederken birden bire düşünce 'Çakır Ahmet bu kadar mı düştü, poğaça mı satıyor?" derler diye utandım. Ama saçmalamışım, Ekmeğimi kazanıyorum, gururluyum" diyor. Sonra "Eski kabadayılar, delikanlılar yok artık. Bitti gitti, o zamanlar" derken Çakır Ahmet çakır gözlerini açarak: "85'lerden sonra külhanbeylik defteri kapandı, racon macon bitti, herkes hayat mücadelesine düştü. Sonradan başka şeye dönüştü, ilgim olmadı, olmaz da" diyor. Ardından yerinden kalkıyor, sepetini alıyor, satışa başlıyor. Gören halini hatırını soruyor, poğaça almadan yanından ayrılmıyor. Üsküdar'da elinde büyüyeni de var, kulaktan namını duyanı da. Yeni nesil Çakır Ahmet'i babacan buluyor, her sözüne değer veriyor. Çakır Ahmet: "Gençlik saygı, sevgi gösterir. Ben de onlara" derken Üsküdar'ın son külhanbeyi elinde tespihi, bir bir çekiyor geçen yılları, bileğinin gücüyle ekmek teknesini avuçlayarak "Ev yapımı abileeer!" diye bağırıyor.

"KABADAYILIK EFENDİLİKTİR" DER BABAM!
Çakır Ahmet'in oğlu Cengizhan lisede okuyor. Her okul çıkışı illaki babasına uğruyor, elini öpmeden eve gitmiyor. Çakır Ahmet'in içkiden kurtulmasına yedi aylıkken de o neden olmuş. Kucağına aldığında alkol kokusunu alınca yüzünü itmiş babasının. Çakır Ahmet: "Şerefsizim içmem artık!" deyivermiş. Ağızdan şerefsizim sözü çıkınca içmeye devam etmek racona ters gelmiş. Çakır Ahmet oğlundan nasihati eksik etmezmiş: "Babam eski Üsküdar'ı ve yaptıklarını anlatır. Günümüz gibi değilmiş hiçbir şey. Kolay kolay sevdiğini söyleyemezmişsin, aşkın bir ağırlığı bir raconu varmış. Şimdi ne utanma var ne çekinme. Racon yok artık. Babam 'En büyük kabadayılık efendiliktir. Hayatta en büyük sermayen adamlığın, itibarın olsun! Para pul önemli değil" der. 'Biz zamanında astık kestik ama en büyük efendilik okumak. Sen okumana bak. Zamanında bazı hatalar yaptık, benim gibi hatalar yapma! Hayatın resmen kitabını yazmış bir insan. Onunla gurur duyuyorum."