Atatürk'ün Ana Fikrini Verdiği ilk Opera: Özsoy Destanı | Atatürk Günlüğü


Librettosu Münir Hayri Egeli tarafından yazılan “Özsoy”un ana fikrini bizzat Atatürk vermiştir. İran Şahı’na bir “opera” izlettirme fikri Atatürk’ün aklına nereden gelmiş olabilirdi? Ahmet Adnan Saygun’un anlatımından dinleyelim:
“Öyle sanıyorum ki iki düşünce O’nu bu arzuya itmiştir. O sıralarda kendisinin İran ile yakınlaşmayı, iki devlet arasında sağlam bir dostluk kurulmasını istediği anlaşılıyordu. Biri çoğunlukla Sünnî, öteki çoğunlukla Şiî mezhebine bağlı bu iki devlet, yüzyıllar boyu düşmanca bir komşuluğu sürdüregelmişlerdi. Atatürk, işte bazen açık bazen kapalı olan bu düşmanlığı dostluğa çevirmek, bunun için de din ve mezhep konularını bir yana itip, iki milletin öz kardeşler oldukları fikrini, bir İran efsanesine dayanarak ileri sürme düşüncesine kendini kaptırmış olmalıdır. Atatürk, böyle bir fikri, Şah ile karşılıklı söyledikleri nutuklar sırasında da ortaya atabilirdi. Fakat, sahnenin hareketinden ve musıkinin gücünden yararlanarak, bu fikri bir sanat havası içinde işlemenin, heyecanla beslenen duygular üzerinde büyük etkisi olacağını düşünmüş olmalı idi. Nitekim, 19 Haziran 1934 tarihinde, Ankara Halk Evi’nde yer almış olan ilk temsilin hemen ardından iki devlet başkanı Dışişleri Bakanlığına giderek orada Türk - İran dostluğunun temelini atmışlardır.

İkinci düşünceye gelince; Atatürk her halde yine bu Türk İran dostluğu bakımından Şah’a büyük bir itibar göstermek ve onu mümkün olduğu kadar etkilemek istemiş olsa gerektir. Nitekim Şah’a elbetteki Türkiye’nin şehirlerini, o zaman var olan bir iki fabrikasını gösterebilecekti, fakat bütün bunlar İran’da da vardı veya olabilirdi. Ama bir musıkili sahne eseri Şah için yepyeni bir şey olacaktı. Gerçekte bu, kendisi için de yepyeni bir şeydi.

Daha önce tek sesli geleneksel Türk müziğinin bestecinin genellikle kendi bireysel duyarlığını, acısını, kederini dile getiren lirik yaklaşımlardan, duyarlıktan ibaret kaldığını söylemiştim. Bu da kuşkusuz bir anlatım unsuruydu. Ama öteki şiirsel unsurlar da vardı.”

Ünlü müzik bilginimiz Cevat Memduh Altar sıralıyordu:

“Yalnız Lirizm ile iş bitmez. Onun yanında hayatın her şeyiyle kendisi, hayat gerçeğinin acımasız dorukları olmanın niteliğini taşıyan: Mitoloji, mitolojik-epik, dramatik ya da trajik duyarlıkların, işlenecek konunun özelliklerine uygun oranlarda rol almaları zorunludur ve bunları tek sesli bir müziğin salt melodik yapısı içinde değerlendirmek imkânsızdır. Sanatçının eserinde, yukarıda geçen şiirsel unsurları algılayış gücü ve işleyeceği konunun karakteri gereği biçimlendirebilmesi; ancak çok sesli tekniğin oluşturabileceği, zengin olduğu kadar karmaşık da olan bir anlatım dokusu içinde mümkün olabilmektedir. Bu işler için, operaların, senfonilerin, senfonik şiirlerin, eşlikli ve eşliksiz büyük çaptaki koro eserlerinin meydana getirilmeleri gerekmektedir.”

Perde açıldığında sahnede görülen ozan, ezelî Türk yüceliğini sayıp dökeceği destanına koyularak dinleyicilerin hayalini kırk bin yıl evvelki Feridun’un ülkesine çeker. Bu tiradda Atatürk’ün ulus, din, devlet konularındaki görüşlerine ışık tutulmaktadır. Arpın büyülü melodisiyle ozan tiradını seslendirmeye başlar :

“Ben ne puta tutkunum, ne de yâra vurgunum,

Elimde destanımla yalnız hakka bakarım.

Doğruyu anlatırım, gönüllere akarım.

Gönlü açık olanlar elbet beni severler.”

Dizelerinde Asya Türklerinin eski inancı, Şamanlıktan hak dinine, İslâma geçiş vurgulanmaktadır. Son bölümde ise tasavvuf felsefesinin büyük ozanı Yunus Emre ile bir bağlantı kurulmuştur. Gönül gözünün açık olması deyimi, tasavvufta, ilâhî aşkın tanımlamasıdır.

Tiradın devamında, yeni milletin kültür yapısı betimlenirken kaynakların, Batıdan veya Doğudan değil, kendi tarihimizden alınması gerekliliği vurgulanmaktadır:

“Ben, ne Homeros gibi; hayali yavuzlar,

Tanrılarla sevişen kızcağızları anlatmaktan hoşlanır.

Ne de eski Fin’lerin Kalavala’sı gibi, insanlarla cinlerin,

Döğüşünü süslerim hayal enginlerinde

Ben Firdevsi değilim,

Kendi dar anlayışımdan, güzel renkli savaşlar yaratıp,

İninde uyuyan aslanları kamçılamam.

Ben vatan yavuklusu ozanım,

Öz tarihi söylerim, olmuşu iletirim,

İşte böyle beylerim.”

Atatürk’ün görüşleri doğrultusunda yazılan bu satırlarda da görüldüğü gibi, iman ve vatan yeni milletin en temel unsurlarıdır. Toplumun ilerlemesi, çağdaşlaşması için başvuracağı kaynakların, kendi geçmişinde var olduğu ve bu geçmişten hareket edilmesi gerekliliği bakın nasıl anlatılıyor:

“Tarih diyor ki bize,
Uygarlıklar ırmağı brakisefal soyda buldu, özlü kaynağı,

Bu soy, Asya’dan çıktı, dört bir yana dağıldı,

Bu tarih, yükselişin, başlangıcı sayıldı,

Avrupa, Anadolu, İran, ve ortayayla uygarlığa girdi,

Bakın, bu büyük soyla zaman durur mu?

Sakın zaman durur sanma, duran düşer

İlerden başkasına inanma.”

Kaynak:
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 52, Cilt: XVIII, Mart 2002