Monochroma İncelemesi





Türk oyun sektörünün kuruluşunu hatırlamak gerekirse, çok geriye, 2005 yılına gitmek gerekir. Aslında yapımı çok önceden başlanan, FPS olarak lanse edilip ardından TPS türüne dönen Pusu: Uyanış'tan bahsediyorum. Gazetelerde haberini ilk gördüğümde nasıl heyecanlandığımı anlatamam. Artık Max Payne gibi, hatta belki ondan da iyi bir oyunumuz olacaktı fakat bu heyecan kısa sürmüştü. Pusu'dan ses kesilmişti ve oyunun çıkışı yılan hikayesine dönmüştü. 2005'te aniden karşımıza çıktığında ise koca bir hayal kırıklığından fazlası değildi bu "Türkiye'nin ilk üç boyutlu macera oyunu" sloganlı yapım. Nasıl desem, düşmanlarımızın (ki bunlar karanlık mafya üyeleriydi) "Teslim ol ya da öl serseri!" diye bağırdığı bir oyundu Pusu, hem de İstanbul sokaklarında! Nasıl imkansızlıklarla ve zorluklarla yapıldığını biliyorum, aşağıladığımı düşünmeyin bu yüzden ama Pusu biraz fazla riskli, fazla hayalci bir denemeydi. Oyun sektörüne, bu kadar iddialı giremezdik nitekim. Daha mütevâzi başlamalıydık, daha dipten yukarı çıkmalıydık. Önce mobil oyunlar, ardından yapımı daha rahat oyunlarla basamakları tırmanmalıydık. Kaldı ki, son birkaç yılda da bunu iyi şekilde gözlemliyoruz.

Son olarak da karşımıza Monochroma çıkıyor, tamamen Türkiye menşeli bir ekibin elinden hem de. Kickstarter'da ciddi bir bağış toplayan, dünya çapında haberleri yapılan ve büyük bir topluluğun beklediği bir oyun Monochroma. Hatta belki de Türk oyun sektörünün en iddialı yapımlarından; ama o da öyle kolay yollardan geçmedi. İçinde olmanıza gerek yok, üç yıldır bir oyun üzerinde kısıtlı imkânlarla çalışan mütevazi bir ekibi düşünün. Ne demek istediğimi anlıyorsunuz değil mi? Sözü daha fazla uzatmayacağım, şimdi Monochroma'dan bahsetme vakti!




Maceramız 1950'li yılları konu edinen, distopik bir dünyada geçiyor. Şehrin dışında başlayan maceramız, metropole kadar devam ediyor. Yapımın hemen başlarında içinde geçtiğimiz çocuk parkı, Monochroma'nın "farklı" olduğunu hissettiriyor. Yine oyunun başında, küçük kardeşimiz bir kaza sonucu bacağını kırıyor ve onu devamlı sırtımızda taşımak zorunda kalıyoruz. Karanlıktan korkan kardeşimizi sadece ışık olan bölgelerde yere bırakabiliyoruz ve eninde sonunda gelip tekrar sırtımıza almak zorundayız. Monochroma oldukça karanlık bir atmosfere sahip ve "karanlık" işlere tanık olduğumuz için de senaryo boyunca bu kötü insanlar peşimizi bırakmıyor. İşte öyle sürüklenip gidiyoruz 6-7 saat boyunca.

“Play” dedikten sonra oyun, size hiçbir senaryo, diyalog veya ara sahne sunmaksızın çok ani bir şekilde başlıyorr. Her şeyi oynarken çözmek ve anlamak durumunda kalsanız da, inanın görseller ve oynanabilirlik yardımıyla o kadar başarılı bir anlatım sunulmuş ki, hiç sıkılmıyorsunuz. Dört farklı bölümden oluşan yapımda, bu bölümler de kendi içinde parçalara ayrılıyor. Her birini tamamlaması yaklaşık 1.5 saat sürüyor ve istediğinizden başlayabiliyorsunuz. Bu da değişik ve güzel bir alternatif olmuş diyebilirim.

Oyuncuyla duygusal bir bağ kuran Monochroma'nın elbette ki tek amacı bu değil, tahmin edebileceğiniz gibi bol bol bulmaca ve platform öğeleri de sunuyor. Her ne kadar platform öğeleri, yani atlamalar, zıplamalar ve hız gerekliliği ağır bassa da; düşündüren ve zorlayan bulmacalar da yok değil. Bense maalesef platform oyunlarındaki beceriksizliğimi bir kez daha sergiledim ve Monochroma'yı beklenenden daha fazla tekrar ederek oynamak durumunda kaldım.

İyi bir senaryo anlatımı ve oynanabilirlik sunan yapımın biraz da teknik özelliklerine göz atalım isterseniz. Her platforma uyum sağlaması için “Unity” grafik motoru kullanan oyunun görselleri hiç fena durmuyor. Aslında üst düzey olmasalar da, muhteşem sanat yönetmenliği sayesinde etraftaki her şey muazzam gözüküyor. Monochroma, genel olarak sadece siyah ve gri tonlarına hakim olsa da bu renk tercihi hiç sıkmıyor. Ayrıca oyunda Gevende'nin müzikleri kullanılmış ve bu da müthiş bir bütünlük sağlamış. Her şeye rağmen bazı eksikler de yok değil. Yer yer karşılaştığım “bug”' lar bir yana, bekleme süreleri fena hâlde can sıkıcı. Özellikle benim gibi yeteneksiz bir platform oyuncusuysanız, vaktinizin yarısını “loading” ekranında harcayacaksınız. Küçücük bölümlerde bile öldüğünüzde karşınıza bekleme ekranı çıkıyor ve dikkatinizi dağıtabiliyor.

Monochroma'yla ilgili söyleyeceklerim sanırım bu kadar. Birçok başarılı oyundan izler görebileceğiniz, tarzıyla, sanat yönetimiyle, müzikleriyle ve kaliteli oynanabilirliğiyle "farklıyım" havası veren bir yapım. Her şeyden önemlisi ise, "bizim" olan bir oyun o.